Bergman’ın SKAMMEN’i Üzerine Göstergebilimsel Bir İnceleme

Tiyatro kökenli, sinema tarihinde saygın bir yer edinmiş, birçok yönetmeni ve izleyiciyi derinden etkilemiş yapıtlar sunan Ingmar Bergman’ın senaryosunu yazıp yönettiği, 1968 yapımı Skammen, Türkçe’ye Utanç olarak çevrilmiştir. İsveç iç savaşının etkilerinden kurtulmak için bir adada yaşam sürmeye karar veren Jan (Max von Sydow) ve Eva Rosenberg (Liv Ullman) karakterleri üzerinden ele alınan hikâye; kadın erkek ilişkisi, insan, tanrı ve savaşın yıkıcı etkilerini derinlemesine irdeleyen bir anlatı sunar.

İncelememizde genel olarak Jan ile Eva Rosenberg karakterlerinin duygusal ve ruhsal dönüşümlerini incelemeye çalışacağız. Filmin açılış sahnesini Jan’ın Eva’ya anlattığı bir rüya ile başlar. Bu sahnede edinilen ilk izlenim Eva’nın sinirli, asabi ve uzlaşımsız olduğu yönündedir. Öte yandan Jan, akılcı, sakin ve uzlaşımcı özellikleriyle ön plana çıkar.

Klasik müzik eğitimi almış olan, savaş dolasıyla da müzik dünyasından uzaklaşmış Rosenberg’lerin hayatı adaya düşen bir savaş uçağı yüzünden darmadağın olur. Dolasıyla anlatıyı göstergebilimsel düzlemde iki ayrı kesitte ele alacağız. Savaş uçağı düşmeden önceki hayatlarını /esenlikli/ (euphorique) olarak, savaş uçağı sonrası hayatlarını da /esenliksiz/ (dysphorique) olarak nitelendirebiliriz.

Jan’ın bir türlü tamir edemediği radyo, nesne olarak onların dış dünyadan haber alamayan bir çift olarak sürdürdükleri münzevi yaşamın somutlaşmış bir ögesidir. Dolasıyla savaşa dair tüm bildikleri, ürün satmak için şehre gittikleri vapurda karşılaştıkları, çiftin eski dostları olan ve işgalci kuvvetlere karşı savunma yapmakla görevli Albay Jacobi’nin anlattıklarından ibarettir.

/Esenlikli/ olarak nitelendirdiğimiz ilk kesitte Rosenberg çiftinin şarap içip balık yedikleri akşam yemeği sahnesi, özellikle dikkat çekici bir bölümü oluşturur. Eva yemek esnasında kocası Jan’a çocuk yapma, İtalyanca öğrenme ve geleceğe dair yapmak istedikleri hakkında umut dolu sözler sarf eder. Birbirlerine karşı besledikleri sevgiden bahsedip gülüp eğlendikleri, sonrasında yaşadıkları cinsel ilişkiyle birlikte bu akşam yemeği onların son mutlu anını resmeder.

Bu bölümden sonra işgalci kuvvetlerin düşürdüğü askeri uçak, göstergebilimsel yapıda eyletimsel (manipulatif) bir öge olarak belirir. İşgalci askerler uçağın düşmesinin akabinde yaşadıkları şoku tam olarak atlatamayan Rosenbergler’in evlerini basarlar ve burada Eva’dan zorla, daha sonra tüm ülkeye yayacakları bir görüntü kaydı alıp ses üzerinde montaj yaparlar. Bu görüntü kaydı ile birlikte, adada hayatta kalabilen nadir insanlardan oldukları için işgalci birlikleri bastırmak isteyen askerlerin dikkatlerini çekerler ve yakalanarak soruşturmaya alınırlar. Bu doğrultuda çift, /esenlikli/ hayatlarını yok eden, savaşın yıkıcı etkilerini en korkunç şekilde hissettiren, insanlık durumunu sorgulatan bir durumla karşı karşıyadırlar.

Öyle ki Eva, soruşturma merkezinde içinde bulunduğu durumu şu sözlerle değerlendirecektir:

“Bazen her şey bir rüya gibi geliyor. Benim gördüğüm bir rüya değil de, rol almak zorunda olduğum, bir başkasının rüyası. Bizi rüyasında gören kişi uyandığında ve utanç duyduğunda ne olacak peki?”

Bu noktadan itibaren hikayedeki temel anlatı izlencesi; Rosenberg çiftinin hayatta kalma çabasıdır. Maruz kaldıkları sorgulamadan eski dostları Albay Jacobi sayesinde kurtulan çift, adayı terk edemediklerinden ötürü evlerine geri dönerler. Savaşın, ağırlığını hissettirdiği andan itibaren, iki karakterin ruhsal değişimleri çarpıcı bir biçimde göze çarpar. Burada Albay Jacobi, Rosenbergler hanesine ziyaretlerini sıklaştırır. Gerçekleştirdiği ziyaretlerden birinde Albay, Eva’ya kurtulmaları için yüksek miktarda para ve yardım teklif eder ancak bunun karşılığında kendisiyle cinsel ilişkiye girmesini ister. Bu teklife açık bir cevap vermeyen Eva, Jacobi’yi evin bahçesinde yer alan, içinde çiçek yetiştirdikleri depoya doğru sürükler.

Ziyaret esnasında içtikleri alkolden dolayı uyuyakalan Jan, uyandıktan sonra yatağın üzerinde kalmış olan parayı cebine koyar ve karısını aramaya koyulduğu esnada Eva ve Jacobi’yi depoda birbirlerine sarılmış halde görür. Fark edildiklerini bilmesine rağmen Eva evin içerisine sükunetle girer ve hiçbir açıklama yapma gereği duymaz. Albay tam evden ayrılacağı esnada işgalci askerlere yakalanır. Askerlerle birlikte Rosenberg hanesine giriş yapan Jacobi, Jan’a paranın yerini sorar. Buna karşılık, Jan parayı cebinde tutmasına rağmen nerede olduğunu bilmediğini söyler. Bu durumda, odada bulunan rütbeli asker tüm evi arama bahanesiyle yaktırır.

Hikâyenin katarsisi diyebileceğimiz nokta da, bu sahnelerin ardından gerçekleşir. Rütbeli asker Jan’ın eline bir silah verir. Jan, bu silahla Albay Jacobi’yi öldürmesi gerektiğini anlar. Ailesini düşünen Jan, Jacobi’yi silahla vurur ve öldürür. Bu hareket sonrasında işgalci askerler Rosenberg ailesini serbest bırakır. Bu vahşet dolu olayın üzerinden birkaç gün geçmesinin ardından, evin deposunu gören genci de öldüren Jan, artık tam anlamıyla savaş atmosferinde kontrolünü kaybetmiş bir öznedir.

Hikayeyi biraz geriye saracak olursak, ilk sahnede sunulan “akılcı”, “sakin” ve “uzlaşımcı”  Jan Rosenberg, bu özelliklerinden uzaklaşmış ve insaniyetini yitirmiş bir özneye dönüşmüştür. Buna karşılık Eva Rosenberg, savaşın tüm tahrip edici yönlerine karşın umudunu asla yitirmeden yardımseverliğini ve insani yönlerini muhafaza etmeyi başarır. “Sinirli”, “asabi” ve “uzlaşımsız” niteliklerini savaşın olağandışı ortamında terk ederek bir çıkış yolu bulma umuduyla çabalar.

Filmin son bölümünde ise Jan, Jacobi’den kalan parayla Eva ve bir grup insanla birlikte bir kayığa binip adadan kaçmak ister. Yolculuk esnasında kayıkçı bu trajediye daha fazla dayanamaz ve kendisini suya bırakarak intihar eder. Yolculuğun devamında en dikkat çeken sahne ise kayığın sürüklendiği açık denizde yüzen cansız insan bedenleridir.

Tüm hikayeyi göz önünde bulundurduğumuzda, karakter dönüşümlerini belirgin bir şekilde gözlemleyebiliriz:

Temel anlatı izlencesini “hayatta kalmak” olarak nitelendirdiğimiz bu filmde, Rosenberg ailesi tüm yaşanan trajik olaylara rağmen hayatta kalmayı başarır. Filmin ilk sahnesi Jan’ın anlattığı bir rüyayla başlarken, filmin son sahnesi Eva’nın dile getirdiği rüyayla son bulur. Bu açıdan ele alındığında, anlatı iki rüya arasına sıkışmış çıplak bir gerçekliğin sunumu gibidir. İncelememizi Eva’nın anlattığı rüyayla bitiriyoruz:

“Çok güzel bir sokakta yürüyordum ve yolun bir yanında yüksek kemer ve sütunları olan beyaz evler vardı. Diğer yanda ise, gölgeler içinde bir park vardı. Sokağın yanında yeşeren ağaçların altında da, koyu yeşil renkte bir dere akmaktaydı. Ve sonra yüksek bir duvarın yanına geldim, üstü güllerle kaplanmıştı. Ve sonra bir uçak geldi ve bütün gülleri ateşe verdi. Çok güzel olduğu için o kadar da korkunç değildi. Sudaki yansımaları seyrettim, güllerin nasıl yandığını gördüm. Ve kollarımda küçük bir çocuk vardı. Kızımızdı. Bana sıkıca sarıldı ve yanağıma değen dudaklarını hissettim. Ve tüm bu zaman boyunca birisinin söylemiş olduğu bir şeyi hatırlamam gerektiği aklımdaydı ama ne olduğunu unutmuştum.”

Çağatay Yılmaz

Bir Cevap Yazın