FORBIDDEN HOLLYWOOD: 1930-1934 Dönemi Yasaklı Filmler – Mark A. Vieira

Mark A. Vieira’nın bu yılın Nisan ayında yayımlanan Forbidden Hollywood – The Pre-Code Era (1930-1934) adlı kitabı, sinemaseverler için tam anlamıyla bir hazine. Sadece Hollywood’un bu sansürsüz döneminden bahsetmesi değil mühim olan, o kadar iyi araştırılmış ve kâğıda o kadar detaylı bir şekilde dökülmüş ki, ister istemez sinemanın doğuşu, insanın bu sanat dalının sunulduğu medyayı (aracıyı) anlama ve anlamlandırma süreci, sinemayı çevreleyen tüm bu sosyo-antropolojik karmaşıklık üzerine düşünmemek elde değil.

Öncelikle şu son dönem Marvel Sinematik Evreni sonrasında çok kolay dillendirilen “sinemanın altın çağı” veya “herkes sinemalara akın etti, milyar dolar barajı aşıldı” vs. gibi saptamalara bir açıklık getirmek lazım, çünkü Vieira daha ilk sayfalarda, inanılmaz bir ayrıntı paylaşıyor okurla: 1920’li yıllarda, ABD’de her hafta sinemaya giden izleyici sayısı, tam 40 milyon! Araştırdığımda gördüm ki o yıllarda ABD’nin nüfusu yaklaşık olarak 100 milyona denk geliyor, dolayısıyla her hafta ülkede yaşayan neredeyse her iki kişiden biri, vizyona yeni giren filmleri düzenli olarak izliyor.

Dolayısıyla günümüzde ne kadar bilet satılırsa satılsın, ne yazık ki sinemanın altın çağında falan değiliz. Filmlerin içeriğinden ve 1950’li yıllara kadar çekilen filmlerin sanatsal düzeyinin tavanlarda gezmesinden bahsetmiyorum bile. Ama yine de tüm bunlar bir yana, günümüzde de insanlar ne kadar çok sinemaya giderse o kadar iyi elbette, sinemanın altın çağında değiliz derken, salonlara veya filmlere küsmenin de alemi yok. Sinema büyüsünü her neslin deneyimlemesi şart.

1920’li yıllarda sinema “eğlence” (şu entertainment sözcüğü ne yaman çelişki) sektörünün en tepesinde yer alıyordu, o kadar ki sirk, tiyatro, opera ve müzikholler dışında zaten pek seçeneğin bulunmadığı bir dönemde, yukarıda da bahsettiğimiz gibi, neredeyse “herkes” sinemaya gidiyordu. Yeni bir icat (projeksiyon) görmek, tabloid gazetelerde yer alan veya Time dergisine kapak olan şöhretleri “kanlı canlı” izlemek, kişisel sorunlarından kısa süreliğine de olsa uzaklaşmak, ya da salt olarak sanatsal bir doyum sağlamak isteyen, kısacası her on kişiden beşi veya altısı sinema salonlarına akın ediyordu.

Vieira bu çalışmasında Hollywood’un Hollywood olmadan önceki o çok narin ve değerli halini de anlatıyor bir bakıma. Tabii “narin” sıfatı aldatmasın, sanatsal aşırılıkların ve taşkınlıkların boy gösterdiği, neredeyse her filmde yeni şeylerin denendiği, halkın ahlaki tabularının hep biraz daha esnetildiği, son derece üretken, dinamik ve zapt edilmesi zor, çılgın bir dönem bu. Tüm çıplaklığıyla kendini bu yeni sanat dalında keşfetmeye çalışan, kendini geliştiren insan. Homo cinematicus.

Kitabın konusuna biraz daha açıklık getirmek gerekirse, 1930-1934 döneminde çekilen Hollywood filmleri arasından 24 tanesi üzerine yoğunlaştığını söylemekle başlayabiliriz. Yapıtın başlığındaki “Pre-code” tabiri aslında, yazarın da belirttiği gibi tam anlamıyla “sansür kuralları öncesi dönem” anlamına gelmiyor. Bu dört yıllık dönem, Hollywood’da sansürün uygulanmadığı bir dönem, burası doğru, ne var ki bu “code”, yani yönerge, 1930’dan beri yürürlükte. Önemli fark ise, uygulanmıyor olması.

1600’lü yılların Klasik Dönem Fransız tiyatrosu kuralları misali sahnede kimsenin açıkça öldürülmemesi, ahlak dışı harekette bulunulmaması veya bulunulsa da bunların ayan beyan gösterilmemesi, çıplaklığın sınırlandırılması vs. gibi kuralları içeren bu yönerge, tutucu Hollywood yöneticileri tarafından 1934’den itibaren sıkı bir şekilde uygulanmaya başlanıyor. Böylelikle de 1934 öncesinde çekilen, bu kitapta da ayrıntılı sahne-arkası bilgilere ulaşabileceğiniz Frankenstein, Scarface, Hell’s Angels, Tarzan and His Mate, The Public Enemy, Dracula, Scarface gibi harika yapımların sahip olduğu özgür ruh, sonraki yapımlar için bir anlamda hapsedilmiş oldu.

Oyuncu Chris Rock, kimsenin sunmak istemediği olaylı 2016 Oscar Ödül Töreni’nde sunucu olarak sahneye çıktığında, Hollywood’un tutucu ve hatta ırkçı olduğundan dem vurmuştu, kendine özgü esprili üslubuyla. Hollywood’un kendi içinde, nasıl bazı aile ortamlarında veya kadınların kurduğu “sorority” gruplar içinde zararsız sayılabilecek seviyede bir ırkçılık sohbeti olursa, o düzeyde bir ırkçılığa sahip olduğunu söylemişti. Irkçılık eser miktarda bile olsa yanlış ve insanın doğru düşünmesini engelleyen, hastalıklı bir düşün(eme)me şekli. Ama Chris Rock yine de eleştirisini milyonlar önünde güzelce yaptı tabii, bu da çok önemli.

Evet başlangıçta da söylediğim gibi insanların sinema sanatını kabullenme süreçleri, tiyatro ve “sahneye koyma” kavramlarını olduğu gibi sinemaya uyarlama çabaları, sahnede sunulan bir şeyin kötü olmaması gerektiği inancı, tüm bunlar üzerine konuşulabilir ve tartışılabilir ama lafı daha fazla uzatmak, konuyu dağıtmak istemiyorum.

Sonuç olarak 270 sayfalık, çok iyi araştırılmış, yetkin bir sinema kitabı var karşımızda, İngilizceniz varsa en kısa zamanda okumanızı, şu sıralar vaktiniz yoksa bile alıp kütüphanenize koyarak okuma listenize eklemenizi tavsiye ederiz. Üstelik kuşe kağıda basılmış ve şık bir cilde sahip olan kitabın amazon.com fiyatı sadece 22$, gümrük limiti olan 22 Euro’nun da altında. Ta ABD’den gelmesin daha yakından kargolansın derseniz de amazon.co.uk adresine başvurabilirsiniz, tabii o zaman gümrüğe takılacaktır çünkü fiyat 24£. Son olarak Türkiye içinde Pandora Kitabevi üzerinden de özel sipariş yoluyla kitabı getirtmeniz mümkün. Şimdiden keyifli okumalar.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın