En önce nişan yüzükleri için öldürülen çift vardı. Arkasından trafik kazasında hayatını yitiren nişanlı bir kadın geldi. Bu iki hikâye iç içe geçirildi ve nişanlı olup bir çete tarafından öldürülen çiftin hikayesi yaratıldı. Bu yaratım sırasında nişanlı ve evlilik hazırlığı yapan bir adam bir karganın kanadına binip bizleri ve bu düzeni terk etti. Dört ayrı hayatın ortak karesi işte buydu; The Crow.

James O’Barr doksanların başında The Crow‘u gotik çizgilerle görünür hale getirdi. Alex Proyas bu çizgileri alıp The Crow’un (1994) beyazperde inşasını ortaya çıkardı. Peki onca Devils Night yaşayıp da yakılıp yıkılmamasının sebebi neydi bu inşanın? Mutsuz sonla biten öykülerin tekrar yazılabilirlik gerçeği.
“Eskiden insanlar öldükleri zaman bir karganın, ruhlarını ölüler diyarına götürdüğüne inanırdı. Ama bazen, o kadar kötü bir şey olurdu ki ruh beraberinde büyük bir hüzün getirirdi ve dinlenemezdi. Böyle olduğunda nadiren, sadece nadiren, karga yanlış şeyleri düzeltmek adına bu ruhu dünyaya geri getirirdi.”

Hakikatleri bir çocuğun sesinden duymak her daim daha vurucudur. Çocukların cümlelerindeki kelimeler gerçektir. Açılış sahnesi bize seslenir. Bize bir bilgi sunar ve bu bilgi ampirik değildir. İlk saniyeden hikâyeye inanırız. Eric Draven (Brandon Lee) ve nişanlısı Shelly (Sofia Shinas) 30 Ekim Şeytanın Gecesi’nde (Devils Night), aynı zamanda evlilik arifelerinde, dört kişilik bir çete tarafından öldürülürler. Bu son, Eric’in ruhunu huzura kavuşturmaz. Bir şeyler yapmalıdır. En iyi seçenek olarak bir karganın gri-siyah tüylerine atlayıp yeniden yaşama döner. Bu dönüş aynı zamanda bir doğumdur. Acılı ve sancılı bir doğum. Toprak kusar Eric’in tazecik bedenini bir yıl sonrasında. Peki bir karga bir kuzguna yol gösterebilir mi?

Eric Draven (The Raven) her ne kadar bir kuzgunun ruhuna sahip olsa da erk hayvanı, kargadır. Karga yüce ruhtur. İnsanın ruhu, evrenin ruhu, kutsal olan her şeyle bağlantılı bir ruhtur. Habercidir. Haberleri öteki dünyadandır. İyi veya kötü, karganın anlatacak bir şeyleri vardır. Uyarıcıdır ve işaretlerini takip etmeye çağırır. Kuzgun ise yeniden doğuştur. Görücülük sağlar. Karga ile kuzgunun yanında bir de miyavlayan Gabriel vardır. Görünmeyeni gören, beyazın en rafine hali olan Gabriel.

Tüm bu el sıkışmalarından sonra Eric, dokunduğu her şeyle hafızasındaki anıların kilitlerini teker teker açmaya başlar. “Come join the murder” ilkesiyle ilk adımını gerçekleştirir. Nişanlısı Shelly’e hediye olarak aldığı ve sevgilisini çocukça bir peek-a-boo ile korkuttuğu maskeyi boyalarla yüzüne yansıtır. Fakat maskedeki duygusal ifade Eric’in yüzünde tersine çevrilmiştir. Adeta yüzüne bir gülümseme yerleştirir Eric Draven. Katillerin katili olacaktır ve bundan memnuniyet duymaktadır. Hem kendi ruhunu hem de sevgilisinin ruhunu huzura kavuşturmak uğruna her adımının arkasında kirli kan damlaları bırakacaktır. Bu adımları her iki dünyada da yol arkadaşı olan karga ile beraber atar. Karganın olan her şey artık Eric’indir de. Kuzgun ve karga birbirlerine eterik (bkz. etheric body) bir bağ ile bağlanmışlardır.

İlk kurbanı olan Tin-Tin (Laurence Mason), kendinin ölümüne sebebiyet verir. Eric, Tin Tin’in övünerek anlattığı ve asla ıskalamayan bıçaklarını -tabiri caizse- organlarına “alfabetik sırayla” saplar. Öncesinde söylediği cümle aslında tüm hikayesinin bir özeti niteliğindedir; “Victims… aren’t we all? (Kurban… hepimiz öyle değil miyiz?)” Kurbanların katil, katillerin kurban olduğu ters-düz bir düzen kurar kuzgun. Eric Draven, cehennemden gelen bir pandomimcidir artık. Palyaçodur aynı zamanda. Fakat bazen. Sonuçta yağmur sürekli yağmaz.

Kuzgun, nişan yüzüklerinin rehine tutulduğu tefeci Gideon‘un (Jon Polito) dükkanına Edgar Allan Poe dizeleri ile giriş yapar. “Suddenly there came a tapping, as of someone gently rapping, rapping at my chamber door (Bir takırtı geldi birden, sanki kibarca, oda kapımı çalan).” Poe‘yu kaygıya sürükleyen bu kuzgunun girişi Gideon üzerinde de aynı etkiyi yaratır. Kuzgun dönemsizdir. Ne zaman gelirse gelsin her zaman aynı duyguları taşıyarak gelir. Kime geldiğinin önemi yoktur. Taşıdığı duygulardan ayrı olarak duyumları vardır ve asıl önemi olan bu duyumlardır.

İkinci kurbanı Funboy (Michael Massee), çete arkadaşı Tin-Tin ile aynı kaderi paylaşır. Ölüm aracı yine kendisidir. Organlarda bu sefer bıçaklar değil uyuşturucu yüklü şırıngalar vardır. Kuzgun her ne kadar kaygı getirse de aynı zamanda bir kapı aralar. Funboy ile birlikte olan ve Eric’in nişanlısı Shelly tarafından ilgilenilen Sarah‘ın (Rochelle Davis) annesi Darla (Anna Levine) için aralanan kapı anneliktir. Draven bir yaşamın kapısını kapatırken diğer kapının aralanmasını sağlar. Sonuçta yağmur sürekli yağmaz.

Çeteyi durmaksızın eriten Eric’in karşısına daha büyük ve daha sapkın katiller çıkar. Bu kişiler çetenin yöneticisi konumunda olan Top Dollar (Michael Wincott) ve Myca‘dır (Bai Ling). Myca’nın “gözler” konusundaki zaafı kendini her insanın üzerinde belli eder. Fakat sahneye Eric Draven ve karga girdiği vakit artık tek zaafı insan gözleri değildir. Daha büyük olanı ister. Daha gerçek olanı. Fakat Myca’nın da sonu diğerleri gibi yine kendi zaafından dolayı gelir. Her şeyi gören gözlere sahip olmak isterken hiçbir şey göremeyen gözlerle hayatı sona erer. Zaaflarını kurban etmeyenler zaafları tarafından kurban edilirler.

Tüm intikamlar alınmış, tüm insanlar kurtarılmıştır. Kuzgun artık toprağına geri dönmek zorundadır. Bir çocuk sesiyle inanmaya başladığımız hikâye yine bir çocuk sesiyle sonların gerçekliğine bizi inandırmayı başarır. “Eğer sevdiğimiz kişiler bizden çalınmışsa, onları yaşatmanın yolu onları sevmeyi bırakmamaktır. Binalar yanar, insanlar ölür ama gerçek sevgi sonsuza kadar sürer.”
Ve sonsuza kadar sürmeyecek tek bir şey vardır. O da yağmurdur.
(For Brandon and Eliza)
“THE CROW: Dört Ayrı Hayatın Ortak Karesi” için 3 yorum