Yönetmen Onur Doğan’ın ikinci kısa metrajı The Rejected / Reddedilen’in (2019) dünyasına girmeden önce, kısa film türüne musallat olan bir önyargıdan bahsetmek gerek sanki. Seyirci olarak genel anlamda üç saate yaklaşan veya bu süreyi aşan filmlere nasıl çekinceyle yaklaşılıyorsa, kısa filmlere de aynı şekilde “güzel ama kısa işte” gibi bayağı cümlelerle bir tepeden bakma girişimi mevcut. Halbuki niceliğe değil, niteliğe bakmak gerek doğal olarak. Tüm bu önyargılar ikliminde Onur Doğan’ın kısa filmi, sadece tamamlanmasının yaklaşık 1,5 yıl sürmesiyle değil, aynı zamanda tür olarak korku filmi sınıfında yer almasıyla da ilgiyi fazlasıyla hak ediyor.
Filmin yer aldığı birçok uluslararası festival bulunmakta, ancak bunlar dışında filme ulaşmak en azından şimdilik pek mümkün olmadığı için, konusundan kısaca bahsedelim. Orta büyüklükte bir ev, burada tahminen tek başına yaşayan bir genç kadın, tıptan uzak klasik yöntemlerden birisiyle, bir örgü şişiyle kendi başına duşta kürtaj uygulamaya çalışır, ardından gelişen olaylar ise genç kadının tüm varlığını etkileyecek, değiştirecek türdendir. Spoiler’ları yazımızın ilerleyen paragraflarına saklayalım.

The Rejected’ın açılış sahnesinde yer alan yüksek kaliteli, izleyenin kanını dondurabilecek türden oyunculuk, kesinlikle seyirciyi gafil avlıyor. Filmden iyi bir oyunculuk beklemediğimizden değil elbette, ancak kürtaj kavramıyla birlikte gelen çaresizlik, suçluluk duygusu, dehşet, korku, tüm bu dalgalanmaları oyunculuğuyla ve yüz ifadesiyle seyirciye kısacık sürede aktarabilen Begüm Akkaya’nın performansına hazırlıklı olmak neredeyse imkânsız. Bu açılış sahnesi, aynı zamanda filmin duruşunu da hemen gözler önüne seriyor: Ciddiye alınması gereken, her ayrıntısı düşünülmüş bir yapım bu.

Katil Bebek / Bebeğin Katli
Fragmanından ve posterinden de tahmin edilebileceği için, ilk spoiler’ımızı verelim; bir katil bebek / killer doll filmi, The Rejected. Bu açıdan filmin hemen başında, odalardan birindeki TV’de 1988 tarihli Child’s Play filminden bir sahne görmemiz kesinlikle tesadüf değil. Üstelik sadece bir sahne değil, oldukça kilit bir sahne bu: Filmdeki Andy’ye (Alex Vincent) Chucky bebeğinin hediye edildiği, diğer bir deyişle katil bebek Chucky’nin, Barclay ailesine dahil olduğu an bu. Bu noktada meşhur Chucky evrenini başlatan, yıllar geçtikçe devasa bir franchise’a dönüşen bu ilk filmden tanıdık bir sahneye, özellikle de katil bebek Chucky’nin arz-ı endam ettiği bir sahneye yer verilmemiş olması çok iyi bir tercih, böylelikle açılıştan itibaren sırtını bu bilindik evrene yaslamamış oluyor The Rejected. Sadece Child’s Play filminin azılı hayranlarının saptayabileceği bir sahne bu.

“Başarılı” geçen kürtajı haber veren, gelişmemiş ceninin banyo zeminine düşme sesidir. Hemen ardından, sinematografik bir zamanlama ustalığıyla telefon çalar. Bu ses hem kadın karakteri telefonun ve oyuncak bebek parçalarının bulunduğu masaya çağırır, hem de sinema dili bakımından, “bir şeylerin yolunda gitmediğini” veya “yeni bir gelişme yaşandığını” haber verir.

Atmosferin de söz hakkı var tabii ama genel olarak çalan telefonlar, sinemada pek hayra alamet değildir. Açılan / açılmayan telefonlara dayalı (Ringu serisi, One Missed Call, vs.) onlarca korku filminden bahsetmiyorum bile. Filmimizde bu çalan telefona kadın karakter cevap verir, ancak hattın öbür ucu karanlık ve sessizdir. Özellikle korku filmleri evreninde, çok yerinde bir sessizlik bu; korkuyu besleyen, dehşeti körükleyen bir belirsizlik an’ı.

Sonrasında katledilen bebek, katil bebeğe dönüşecek, CGI ve birçok farklı teknolojik yöntem aracılığıyla yaratılan sahnelerin her bir saniyesi, Child’s Play filminin mirasına saygı duruşunda bulunacaktır. Filmin sonunda bu efsane yapımın yaratıcı ekibinde yer alan isimlere, oyunculara ve Chucky bebeğini tasarlayan Kevin Yagher’a vs. yazılı olarak teşekkür edilmesi de çok hoş bir dokunuş.

Katil Bebek ve Antropomorfizm
CGI yardımıyla yaratılan sahnelerde hem kadın karakter hem de biz seyirciler, plastik oyuncak bebeğin bir damla kan ile hayat bularak ayaklanması ve elinde kocaman bir bıçakla ağır ağır yürümeye başlaması ve dişlerini öne çıkaran o rahatsız edici kahkahası karşısında şaşkınlık içinde kalıyoruz. Bu noktada bebeğin doğası gereği basit yapısı üzerine düşünmemek çok zor, şekilsiz bile olsa bir bedene (“torso”) eklenen iki kol ve bir kafa, bacaklar olmasa dahi (misal deniz kızları) o bedeni hemen “insan” olarak nitelememize yol açmıyor mu? Uzaylılarla ilgili filmleri, romanları veya farklı hayvanların fotoğraflarını aklımıza getirelim, hepsinde insansı, humanoid bir yön arıyor, onları bize olan, insana olan benzerlikleriyle değerlendiriyor, sınıflandırıyoruz. İnsanoğlundan bekleneceği üzere, yine hastalık düzeyinde kibirli bir davranış.

Antropomorfizm yani insana benzerlik konusu felsefe tarihinin başlangıcından beri tartışılan bir konu ama sinemasal olarak The Rejected’da oyuncak bebeği insan olarak görme eğilimimiz, bebeğin bir anlamda bizde bıraktığı ikircikli yapı nedeniyle önemli. Bu bir bebek, iki kolu iki de bacağı, bir de kafası olduğuna göre bir insan; düşünce zincirimiz bu şekilde işliyor, ama aynı zamanda bunun plastik bir oyuncak olduğu da çok belli, Chucky gibi giyimli ve saçlı değil, bu bir yenidoğan, dişleri dışında hiçbir fazlalığı yok. Bu ikilemi, düşünce zincirimizdeki bu aksamayı yaratması da hem yönetmenin hem de CGI ekibinin başarısı.

The Rejected ve Göstergebilimsel Çözümleme
Her film, her roman, kısacası her sanatsal üretim göstergebilimsel çözümlemeye olanak vermez, bu durum o yaratımın kalitesiyle ilgili de kanımca hiçbir bilgi vermez ama Onur Doğan’ın bu sekiz dakikalık kısa filmi, yapısal çözümlemeye kucak açan bir yapıda, bunun nedeni de öncelikle filmin kurgusunda yatıyor. Eisenstein’ın “sinema kurgudan ibarettir” sözüne hak verir şekilde The Rejected’ın kurgusu, birçok sahnede nakış gibi işlenerek bir bütün oluşturuyor, hatta filmin en başında bile, giriş jeneriği akarken kamera üç öğeye dikkat çekmekte: Mutfak bıçakları, masada uzanmış oyuncak bebek, duşakabin. İşte size yapısalcılık cennetinden bir köşe, zira bu üç öğe açımlanarak film özetlenebilir bile.

Bunun dışında bir de yine göstergebilimsel izotop’lardan (yerdeşlik) biri olarak bu tür çözümlemelerde sıklıkla karşımıza çıkan dört element konusu kendini gösteriyor; burada öne çıkan, /su/ veya /sıvı/ yerdeşliği.
- Yağmur (jenerikte kamera tam oyuncak bebeği gösterdiği anda şimşek çakar ve gök gürler, ama film boyunca yağmur yağdığını gösteren başka bir gösterge yoktur).
- Duşta amatörce gerçekleştirilen kürtaj.
- Yapılan işlem sonrası heryere bulaşan, suya karışan kan.
- Gelişmemiş ceninin atıldığı klozetteki su.
Bu noktada bebeğin sıvılar arası yolculuğu, anlambirimler (sème) bağlamında şu şekilde özetlenebilir:

Bu serüveninden sonra tekrar ana rahmine dönen bebek, artık ne yazık ki farklı bir bebektir ve üstelik önceden bulunduğu, “saflık” ve “temizlik” anlambirimleriyle şekillenen rahmi de dönüştürmüş, o bölgeyi hem kirletmiş, hem de bir cinayet mahalli haline getirmiştir, üstelik aynı bölgede, çifte cinayet gerçekleşmiştir: Bebeğin ve annenin katli. Ana rahmi, göstergebilimsel terimceyle başlangıç durumundan çok daha farklı bir noktaya gelmiş, tamamen değişmiştir.

Sonuç olarak Onur Doğan’ın birçok farklı düşünce zincirine olanak veren, zengin bir altyapıya sahip bu ikinci kısa metrajını izlemenizi şiddetle tavsiye ederiz. The Rejected gibi, yine birçok festivalden ödülle dönen, yönetmenin ilk kısa metrajlı filmi C.O.D.’yi de (2017) mutlaka izleyin deriz, özellikle şehir hayatına getirdiği eleştiri açısından bizi hayli düşündürdü.