STORY OF MY DEATH: Sonu Kestirilemeyen Mutlak Bir Ölüm

Sinemaya olan yaklaşımı hep sert, yıkıcı, soğuk ve düşündürücü olan Albert Serra’nın 2013 yapımı Story of My Death (Història de la Meva Mort) filmi, soyut felsefi duyum ile somut fikirleri, bedenler aracılığıyla bir araya getiren bir yapım. Yönetmenin 2008 yapımı Birdsong (El cant dels ocells) filmine tam anlamıyla zıt bir kompozisyon çizen, Türkçe’ye “Ölümümün Hikayesi” olarak çevrilebilecek Story of My Death, hikayesinin arka planında kullandığı kostüm, makyaj ve dekor ile estetik ayrıntıları ön plana çıkartıyor. 2013 Locarno Uluslararası Film Festivali‘nden evine Altın Leopar ile dönen yönetmen, ödülü aldıktan sonra Arte ile yaptığı bir röportajda bu film için önceden çok fazla çekim hazırlığı yapmadığını, filmin hikayesinin ana hatlarını çizdikten sonra hemen her şeye çekim esnasında karar verdiğini ve tamamen sezgilerine güvendiğini dile getirmişti.

Naif Kuşların Şarkısından Dehşet Geceye Yolculuk

Daha önceki röportajlarında oyuncu seçiminde de böyle bir yol izlediğini belirten Serra, her filminde farklı farklı tipolojileri hikayesinde başat noktaya taşırken, bu yöntemiyle de filmlerinde estetik algısı konusunda çığır açıyor. Bütün bu hissiyat ve sezgiye dayalı çekimler dahilinde Story of My Death filminin diyaloglarının büyük bir özveriyle yazılmış olduğunu, ayrıca neredeyse her birinin düşündürücü yanlarının da bulunduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Story of My Death’in inkâr edilemez yıkıcı ve aynı eşitlikte de hüzünlü bir yanı var. Serra filmde gerçek hazza yönelik açıklamalar getirmeye çalışsa da onu ne iyiliğin ne de kötülüğün yanına tam olarak yerleştirebilmiş. Bu da, Serra’nın filmlerinde aslında “haz” meselesine sık sık tanıklık etsek de ondaki bu kavramın neliğine dair bir açıklama yapmanın kesinliğini de yıkmış oluyor.

Masumiyeti de Yıkarsak, Geriye Ondan Daha Yıkıcı Ne Kalır?

Çürümüş bir ortam görseli Serra’nın filmlerinde her zaman öncelik verdiği bir arka plan olsa da Story of My Death, teatral dokunuşlarla yine bunu süsleyerek, kendince çürümüşlüğe bir filtre getirmiş. Bu da bir bakıma, yönetmenin kendi deyişiyle tam anlamıyla çürümüşlüğe hizmet eden bir kötülüğü yayma politikası kapsamında, yardımcı olmuş. Yönetmenin genel filmografisine baktığımızda belki her filmi için böyle bir yorum getirmek çok yerinde olmayabilir ancak Story of My Death’de şiirsel bir anlatım hâkim ve hiç kuşkusuz görüntüler de bu şiirsel anlatımla kol kola girmiş dans ediyor.

Yaklaşık 150 dakikalık filmin başrollerinde Casanova karakteriyle Vicenç Altaió, Pompeu karakteriyle Lluís Serrat ve Dràcula karakteriyle de Eliseu Huertas yer alıyor. Filmdeki diyaloglar konusunda her zaman yapının olabildiğince uzun olmasını tercih eden Serra bu filminde de karakterler arasındaki diyalog sürecini yine oldukça uzun bir kompozisyonda hazırlamış. Story of My Death’i çekerken diyaloglar konusunda özellikle yaratıcılık konusuna eğilen Serra, film boyunca oyunların aralarında çalıştığı doğaçlama diyalogları da anlık olarak çekimlerine ekleyerek aslında sadece yarattığı anlatı evreninin yaratıcılığına güvenmiyor aynı zamanda anlık olarak başka yaratımların da doğmasına izin veriyor. Diyaloglar her zaman Serra için anlamı, anlam psikolojiyi, psikoloji de gizemi çağırdığı için Story of My Death tam anlamıyla determinist düzlemde poetik bir duruş sergiliyor.

Farklı Bir Dracula Yorumu

Vampir konusu Serra için bu filmde tarihte bilinen anlamıyla yer etmemiş. Yönetmen aksine, vampir kavramının özellikle taşıdığı şiirsel unsurları filme yerleştirmeyi tercih etmiş. Bunlar arasında “gece”nin kullanımı elbette mevcut. Gece kavramı hem poetik olarak hem de yönetmenin zihnindeki “karanlığı” dağıtma, yayma ve ondan başka karanlıklar çıkartma yolunda önemli bir koşuk olmuş gibi. İkinci unsur ise vampir sembolüyle açığa çıkan ve Serra’nın çok iyi bir şekilde yönettiği “arzu” kavramı. Elbette yönetmen vampir temasını bir “zevk merkezi” olarak resmetmemiş, aksine onun naif, yer yer de dehşet yanlarını kullanmayı tercih etmiş.

Casanova’nın Ezoterik Yaşamı

Filmde Casanova, kesinlikle bildiğimiz ve anladığımız anlamda bir Don Juan karakteri değil. Tahmin edeceğimiz üzere tarih boyunca “Casanova” dendiğinde onun kadınlarla olan ilişkisinin ne kadar ön planda olduğunu aklımıza getiririz. Story of My Death’de bu durum tamamen yok diyemeyiz ancak baskın bir rol de oynamıyor. Serra bu konuyla ilgili olarak, film boyunca izleyicideki merak duygusunu hep canlı tutuyor. Kan ile koproyu yer yer birleştiriyor ancak onun ne açıkça kan ne de kopro olduğunu gözümüzün içine sokarak belli etmiyor. Bu iki unsurun alegorik olarak cinselliği çağrıştırdığı konusu aslında Serra’nın filmlerine baktığımızda konudan uzaklaşmadan yorumlayabileceğimiz bir unsur. Bir anlamda “kötülük dağıtma” konusu, bu tip unsurların film boyunca nesne olarak kullanılmasıyla eyleme dönüşüyor.

Story of My Death filminde fiziksel temelli cinselliğin ötesinde bir “cinsellik” anlayışı hakim. Bu yüzden cinsellik unsurunun çağrıştırdığı her gösterge yine bu filmde de başka başka yollarla karşımıza çıkıyor. Bu anlamda filmdeki vampir arketipini üstlenen Dràcula da tam olarak bildiğimiz anlamda bir Dràcula değil. Serra adeta onu kendi dünyasındaki Dràcula’ya evriltiyor. Hatta öyle ki Serra’nın sinema anlayışına göre vampirin ağzındaki kan lekesi bir tecavüzü dahi aklımıza getirebilir ancak yönetmen bunu hiçbir zaman açıkça dışarı vurmaz, yoruma açık bırakır. Bu noktadan baktığımızda Albert Serra, filmlerinde yorumlamaya açık o kadar gösterge bırakıyor ki bilinen anlamdaki kalıpları bile yıkabiliyor.

Çürümüş Bir Dünyada Altın Arayışına Çıkmak

Filme atmosferik bir gizem ve görünüm kazandırmak için kamerada 2.35 lens kullanmayı tercih eden Serra, filmdeki karakterlerin kostümlerinde, havasında, davranışlarında kusurlu olanı ön planı çıkartmaya çalışırken teknik olarak da ön planda tuttuğu çekim teknikleriyle elindekileri harmanlamaya çalışmış. Story of My Death bu anlamda bir edebiyat metni gibi diline, gramerine sadık kalmaya çalışıyor. Ölümün hikayesini çok da soyutlamaya düşmeden, onu imgelerle ve felsefi ifadeleriyle açığa çıkartmaya çalışıyor. Bu bir anlamda yönetmenin, sinemanın geneline yaptığı bir yorumu, eleştiriyi ve düşünceyi de doğuruyor: Sinema kendi ölümünden sonra da hayatına kaldığı yerden devam edecek mi yoksa kendisine başka ölüm formlarında mı hayat bulacak?

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın