Soylu İntikam Komedisi: YUMUŞAK KALPLER

Senaryosu Roy Horniman’ın romanına ve filmin yönetmeni Robert Hamer’ın senaryosuna dayanan Kind Hearts and Coronets (1949) inanılmaz bir intikam hikâyesi sunuyor. Ancak filmden “normal” bir intikam hikâyesi beklemek çok güç, zira filmdeki tüm hikâye seyirciye bir komedi perdesi altında sunuluyor. Türkçe’ye Yumuşak Kalpler olarak geçen film, birçok filmin sahip olduğu “ismi Türkçe’ye oldukça alakasız çevrilen filmler” kaderinin azizliğine uğramış gibi görünüyor. Çünkü filmde yumuşak bir kalp namına bir şey görmek pek mümkün değil.

Filmin içeriğine geçmeden önce birkaç özelliğine değinmek gerek. Öncelikle Dennis Price’ın hem Louis karakterini hem de onun babasını canlandırması önem taşıyor. Star Wars’un ünlü Obi Wan Kenobi’si Alec Guinness ise filmde tam 8 karakteri birden canlandırarak inanılmaz bir işe imza atıyor. Oyunculuk, makyaj ve kostümler öyle başarılı ki, bazen bunun ayırdına varmak gerçekten çok güç, Guinness bir kadın olan Lady Agatha’yı canlandırdığında bile…

İdama Saatler Kala

Filmin içeriğine geçecek olursak, hikâye bir hapishanede açılıyor. Soylu birini idam edecekleri için pek heyecanlı ve ne yapacağını bilemez hâlde olan görevlilerin ardından, Chalfolk Dükü Louis’nin yanına geçiyoruz izleyici olarak. İdamına saatler kalmış olan Louis oldukça sakin görünüyor ve de asaletini asla bozmuyor. Böyle görünen birinin suçunun ne olduğunu ve asılmasına neyin sebep olabileceğini düşünürken kendimizi bir anda dükün anılarında buluyoruz. Ölmeden önce itiraflarını yazmaya karar veren dükün tamamladığı sayfalardan geçmişe yolculuk ediyoruz bir anda. Hikâye anlatım tercihi olarak böyle bir yolun seçilmiş olması günümüz seyircisine bayağı gelebilir, ne var ki filmin çekildiği dönemde yenilikçi bir yöntemdi ve ana karakterin anlatıcı olduğu bu tarz durumlara oldukça sık başvurulurdu. Bu üslubun izleyiciyle anlatıcıyı yakınlaştırdığı da bir gerçek…

Dükün oldukça nazik ve asil birisi olduğunu da hesaba katarsak, kendisine sempati duymak işten bile değil. Filmin devamında kendisinin azılı bir katil olduğunu, üstelik de inanılmaz bir şekilde soğukkanlılığını koruyarak bu cinayetleri gerçekleştirdiğini öğrendiğimizde aramıza az da olsa bir mesafe giriyor. Yine de kendimizi onun tarafını tutmaktan ve başardığını görmeyi arzulamaktan alamıyoruz.  

Louis’nin anlatımıyla öğreniyoruz ki kendisinin soyluluğu annesinden gelmekte. Annesi (Audrey Fildes) Louis’nin bir sanatçı olan babasıyla evlenince ailesini karşısına almış. Eşini çok erken kaybedip yeni doğan oğlu Louis ile bir başına kalan anne bir süre sonra gururunu görmezden gelerek ailesine mektuplar yazmış ancak bir türlü aileye geri kabul edilmemiş. Gözlük alamadığından etrafı olması gerektiği gibi göremeyen anne, bir kaza sonucu yataklara düşüp ölmüş. Akabinde Louis’nin hapishanede idamını beklemesine sebep olacak olaylar dizisi başlamış.

Hedef Tahtası mı Yoksa Aile Ağacı mı?

Annesinin ölümüyle intikam almaya ant içen Louis, çareyi D’Ascoyne ailesinin tamamını, ki bu ailenin tamamını daha önce belirtmiş olduğumuz gibi Alec Guinness canlandırıyor, temizlemekte buluyor. Kendi soyluluk haklarını bir şekilde geri almayı gurur meselesi yapmasında sevdiği kadın olan Sibella’nın da (Joan Greenwood) önemli bir katkısı bulunuyor. Sibella’ya femme fatale denebilir mi diye düşünülebilir ancak kendisi daha çok kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutan, en çok da cahil ve kurnaz bir kadın olarak göze çarpıyor. Louis’nin soylu akrabalık bağlarıyla ve beş parasız olmasıyla dalga geçerken, zengin bir kişi olan Lionel (John Penrose) ile evleneceğini belirtiyor. Hâliyle bu durum Louis için bir kamçı görevi görüyor.

Mağazada satış görevlisi olarak hayatını kazanmaya çalışan Louis işinde gittikçe yükseliyor, Sibella’nın ailesinin yanından ayrılıyor, kendine bir ev kuruyor ve daha iyi bir mağazaya geçiyor. Bu mağazada da bir dük olmasının önündeki engellerden birisi olan genç Ascoyne ile karşılaşıyor. Kendisinin akrabası olduğunu bilmeyerek Louis’ye oldukça kötü davranan Ascoyne’un hareketleri Louis’nin hâli hazırda artmakta olan kinine tuz biber ekiyor. Aile ağacındaki herkesi göz önünde bulundurarak bir plan hazırlamaya çalışan Louis, işe bu genç Ascoyne ile başlıyor. Ascoyne’un sevgilisi ile birlikte gittiği yere şık kıyafetiyle giden ve çifti takibe alan Louis daha geçen gün karşılaşmış olmalarına rağmen çift tarafından tanınmıyor. Anlaşılan o ki bir “tezgâhtar” olarak ezdikleri kişiyi bugün dinlenmeye çekildikleri yerde görünce hiçbir şekilde zihinlerinde parçaları birleştirmiyorlar. Daha da ötesi, bir tezgâhtarın yüzüne bile bakmamış olabilirler. Genç Ascoyne böyle itici bir karakter olduğu için ölümü hem Louis hem de bizim için kolay oluyor. Genç çifti boğulmaya terk eden Louis, böylelikle listesinden bir kişiyi eksiltiyor.

Akabinde ailenin yine Alec Guinnes tarafından canlandırılan diğer üyeleriyle bir bir tanıştırılıyoruz. İkinci olarak tutkusu fotoğraf çekmek olan kuzeniyle karşı karşıya gelen Louis, bir fotoğrafçı taklidi yaparak onun sevgisini ve de ilgisini kazanmayı başarıyor. Onun evine girdiğinde, eşi Edith’ten (Valerie Hobson) gizli gizli alkol alabilmek için fotoğraf atölyesindeki kimyasal şişelerine içki koyduğunu öğrenen Louis, bunu kendi lehine çevirmeye karar veriyor. Atölye adeta bir patlayıcıya çevriliyor ve genç kuzen bu şekilde hayata veda ediyor. Kuzeninin nispeten konservatif olan eşinin ilgisini de “dürüstlüğüyle” çekmeyi başaran Louis onunla kalıcı bir dostluk kurmayı başarıyor.

Masal Gibi Sunulan Bir Cinayetler Dizisi

Ailenin içine yavaş yavaş sızmakta olan Louis bir yandan ailenin büyüğü olan bankacı Ascoyne’un yanında işe kabul ediliyor. Kendisine oldukça iyi davranan bu akraba, Louis’nin iş ahlakını gördükçe onu banka işinde yükseltmeye karar veriyor. Gittikçe daha da iyi kazanmaya başlayan Louis’nin evini bir yandan evli olan Sibella sık sık ziyaret etmeye başlıyor ve Louis’nin gittikçe yükselen hayat standartlarıyla birlikte Sibella’nın davranışlarının da oldukça değiştiğini fark ediyoruz.

Ailenin kalan üyelerini de sırasıyla ortadan kaldırmak için planlar yapan Louis, yola din adamı olan amcasıyla devam ediyor. Ailenin en düşük zekâya sahip olan üyesi olduğu için din adamlığına yönlendirildiğini öğrendiğimiz amca karakteri filmin komediyle gelen eleştirisi bağlamında büyük önem taşıyor.  Akabinde kadın hakları savunucusu olan halasını ve generali de öldüren Louis’ye zaman zaman şans da gülüyor. Mesela amiral olan Ascoyne tamamen şans eseri bir biçimde gemisiyle birlikte batıyor. Geriye bankacı Ascoyne kaldığında Louis istediği ünvâna her şeyden çok daha yakın olduğunu biliyor.

Seyirciye Konuşan Filmler: Alaycılıkla Bezeli Bir Eleştiri

Tüm bu cinayetler ve de ölümler devam ederken Edith’le git gide yakınlaşmayı başarıp ona evlenme teklif eden Louis yerini sağlamlaştırıyor. Zekâsı ve ince düşünebilme kabiliyeti sebebiyle Louis başarıya doğru emin adımlarla koşuyor olsa da, sırf intikam almak uğruna oynayıp durduğu ve kendisinin de cahil olarak adlandırıp ezdiği Sibella sebebiyle bu başarı çok da kalıcı olmuyor. Sibella’nın sorun çıkaran, git gide gözden düştüğü için kendini içkiye verip borca batan kocası, Louis ile kavgaya tutuşup akabinde intihar ediyor. Ayrıca çocuğu olmayan ancak evlenip soyunu devam ettirmek isteyen Ethelred Ascoyne’u da tıpkı onun avlanmayı sevdiği gibi avlayan ve kaza süsü veren Louis, bu cinayetten de kolaylıkla sıyrılıyor. Ailesi olmayan Ethelred’in evlenmek için “bir inekten farksız” olan birini seçmiş olması ve asıl olanın soy olduğunu söylemesi dikkate değer noktalardan.

Bankacı yaşlılığına ek olarak ailesindeki kayıplarla gelen üzüntüsü sebebiyle öldüğünde Louis, Edith ile birlikte hüküm sürmeye başlıyor. Tam da bu törende ortaya çıkan dedektif Louis’yi işlediği cinayetler için değil de, Sibella’nın eşinin cinayeti sebebiyle tutukluyor. Sibella ile olan ilişkisi mahkemede açığa çıkan Louis jüri üyelerince suçlu bulunuyor ve hikâye günümüze dönüyor. Sibella olası bir intihar mektubunu bulması ve mahkemeye teslim etmesi karşılığında Louis’den Edith’i terk edip kendisiyle evlenmesini istiyor. Bu hamlede ve olaylar zincirinin böyle gelişmesinde Louis’nin çocukluğundan beri sevdiği Sibella’yı tanımayıp hafife almasının mı yoksa Sibella’nın başarı hırsıyla gözünün dönmesinin mi etkisi var bilemiyoruz. Yine de Louis’nin intikam arzusuyla beslenirken pek çok hata yaptığı ve de Sibella yüzünden başına gelebilecekleri hesaba katmadığı aşikar.  

İdamını beklerken bize anlattığı her şeyi uzun uzun yazan, üstelik altına da imzasını atan yeni Dük Louis, idam saati geldiğinde hücresinden çıkmaya hazırlanırken bir haber geliyor. Ne şans ki, ortalıkta görünmeyen bir intihar mektubu ortaya çıkıvermiş. Dolayısıyla suçsuz olduğu anlaşılan Louis salıveriliyor. Sibella ile mi yoksa Edith ile mi gitmeli sorusuna içinden cevap vermeye çalışan Louis’nin yanına bir dergi çalışanı geliyor ve de anılarını yayınlamak istediklerini söylüyor. Seyirci unutmamış olsa da hücresinde cinayetlerine dair sayfa sayfa yazılı beyan bıraktığını fark eden Louis’nin şaşırmış yüzüyle birlikte sahne ışıkları yavaş yavaş sönmeye başlıyor.

Suçlarını Sevdiren Karakterler ve Ceza İlişkisi

Kind Hearts and Coronets çok farklı ve de yenilikçi bir film. Filmin tonu, oyunculuklardaki yer yer ortaya çıkan alaycılık, İngiliz aristokrasisine yapılan değinmeler ve asil, zarif ancak bir o kadar da eli kanlı bir anti kahramanın (yoksa villain mı demeliyiz) yaratılması filmi özel kılan noktalardan. Dennis Price’ın varlığı, konuşma stili ve özellikle havası filme ve de hikâyeye kesinlikle ayrı bir değer katıyor. Kendisi, normalde çok şeytani bir karakter olabilecek olan Louis’ye kendini sevdiren ve hatta seyircinin onun tarafını tutmasını sağlayan bir zekâ getiriyor. Tüm bu cinayetlerin sebebinin aslında en başında Louis ve annesine yapılmış olan yanlışların olduğu düşünüldüğünde Louis’nin davası ince bir haklılığa bürünüyor. Bu sebepten kendisini sevmek o kadar da zor olmuyor.

Ancak açgözlülüğü ve çoğu yerde amacını aşması izleyiciyi kendisinden uzaklaştıran ögelerden. Buna ek olarak, zamanın filmleri düşünüldüğünde böyle bir karakterin cezalandırılması gerekiyor ve bu gereklilik karaktere sayfalarca beyanda bulunduğunu unutturabiliyor. Bu durum günümüzden bakıldığında filmin sonunun inandırıcılığını kaybettirse de, o dönem için filmlerin kötü bir örnek teşkil etmemesi bakımından önem taşıyordu. Dük olmak adına bunca suçu göze alan bir karakterin bütünüyle sevilebilir olarak yaratılması belki hem akıl dışı olduğundan hem de ahlaki-etik değerlere uymadığından kabul edilebilir bir şey değil, film de zaten bunu uygulamamış. Yine de Louis’nin serüveni hem toplumsal hem de bireysel birçok açıdan düşünmeye olanak sağlayan, olağan dışı bir hikâye. Seyirci olarak kısa süreliğine de olsa bunun bir parçası olduğunuz için mutlu oluyorsunuz.

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın