DEUX: Anti-natüralist Bir Dünya

39. İstanbul Film Festivali’nin bu yılki ikinci online seçkisinde yer alan ve İtalyan asıllı yönetmen Filippo Meneghetti tarafından yönetilen 2019 yapımı Deux (İkimiz), varlıkları dış dünya tarafından istila edilen iki kadının anti natüralist yaşantısının kapısını aralıyor. Filmin senaryosunu ve hikayesini Malysone Bovorasmy, Florence Vignon ile birlikte ele alan yönetmen Meneghetti, hassas dinamikleri olan bir anlatıyı şehrin ortasına bir ateş gibi düşürüyor.

Kariyerine belgesel tabanlı kısa filmlerle başlayan yönetmen Meneghetti’nin eğitim arka planında sinema olmasının yanı sıra antropoloji gibi farklı bir disiplin de yer alıyor. Yönetmen Deux filminde iki kadının toplum tarafından 21. yüzyılda bile rahatlıkla, açık bir şekilde yaşayamadıkları bir hayata ve o hayatın gerekliliklerine ışık tutarken anlaşılan o ki, antropoloji eğitiminin kendisine getirdiği katkılarından da oldukça beslenmiş.

Filmin başrollerinde sinema tarihinde yakından tanıdığımız iki isim yer alıyor: Barbara Sukowa ve Martine Chevallier. Sukowa, 1980 yapımı olan ve Alman Sinema Tarihi’nde önemli bir yere sahip olan Rainer Werner Fassbinder tarafından yönetilen Berlin Alexanderplatz’da Mieze karakterini canlandırmıştı. Ayrıca Hannah Arendt, Atomic Blonde, 12 Monkeys gibi yapımlarda da yer almıştır. Molière ödüllü Chevallier ise Le bourgeois gentilhomme, L’impromptu de Versailles ve Mozart gibi Fransa’nın özellikle komedi alanında önemli yere sahip olan yapımlarında boy göstermesinin yanı sıra 2006 yapımı Julie Gavras’ın La faute à Fidel! filminde de yer almıştır. Buradan da anlayacağınız üzere Filippo Meneghetti, ilk uzun metrajlı filmi için hem konu hem de beraber çalıştığı oyuncular bakımından sinemanın ağır toplarını yüklenmiş.

Gündüzün Karanlık Armonisi

Deux, içinde etik ve sosyolojik düzlemde barındırdığı karanlık yanıyla izleyende gündüz vakti dehşetengiz armoniler görmesine yol açabiliyor. Meneghetti, filmin dram yanının ağırlığını izleyiciye her sekansında hissettirirken evlilik, ilişkiler ve aile bağlarına yönelik; kendisinin de direkt olarak cevap vermediği sorular soruyor. İlişkiler arasındaki “gizlilik” durumunu huzursuzluk ve sevgi arasında bir yere oturtuyor. Bu da artık toplum tarafından içselleştirilmiş cinsiyet kavramlarına üzücü bir perdenin inmesine neden oluyor. Filmde Nina (Barbara Sukowa) ve Madeleine (Martine Chevallier) orta yaşta, birbirini seven iki kadın olarak karşımıza çıkıyor. Film boyunca onların ilişkilerine dair hiçbir olumlama görmüyoruz, Meneghetti kendi hikayesinde bu türden bir ilişkinin daha çok yıkıcı tarafının sonuçlarına yönelmiş gibi.

Filmin ana kurgusu her anıyla dram türüne hizmet etse de bu durum, yer yer bir nevi kedi-fare ilişkisine dayandırılan, karakterlerin köşe kapmaca eylemleriyle trajikomik öğelerin ortaya çıkmasını engellememiş. Bir nevi “gözetleme” mantığıyla filmin bir kısmını direkt olarak Nina’nın bakış açısından izleyip, yorumluyoruz. Onun sürekli kendi dairesinin kapısının ardından Madeleine’in takibini yapması izleyicide diğer yandan korku ve gerilim öğelerinin de ortaya çıkmasına zemin hazırlıyor. Bu bakımdan filmi türler düzleminde, yapımda kapladığı alan bakımından büyükten küçüğe üç ana kategoride dağıtmak mümkün: Dram, korku ve komedi.

Normlar ve Yaşlılık

Hayatta herkesin kendine ait kapılarının olduğu düşünülünce Meneghetti’nin kapı, ev, daire, yaşanılan ev gibi metaforlar üzerinden “modern” diye adlandırdığımız şehir yaşamına göndermeler yapması kaçınılmaz oluyor. Biz Deux filminde Nina ve Madeleine ile sadece Fransa’da bir apartmanın iki dairesinde gerçekleşen olaylara tanık olurken, yönetmen film boyunca kullandığı mekanlar doğrultusunda “minimalist” bir “alan anlatısı” da yaratıyor: Ev, dar sokaklar, çamaşırhane ve bakımevi. Filmin kilit noktalarının, anlatının alana dahil olduğu mekanlar buralarda kendilerine bir kimlik kazandırıyor adeta. İlginçtir ki Meneghetti, kendi hikayesini sunarken doğadan değil de tamamen şehir hayatının beton duvarlarından besleniyor. Aslında bir noktada bu tip sorunların tam göbeğinde doğurtuyor olayları ve bir anlamda “doğada bu tip sorunların olmaması gibi, insan doğasında da bu tip sorunların yer alıp almamasının gerekliliğini” tartışıyor.

Röntgencilik / voyeurism konusunun sinema dünyasında özellikle ete kemiğe büründüğü filmler sinema tarihi boyunca izleyicileri peşinden koşturmuştur. Bunların arasında en belirgin olanı Michael Powell’ın 1960 yapımı Peeping Tom filmi olmuştur. Sinemanın elini değdirdiği ve izleyici olarak gözümüze soktuğu “röntgencilik” mevzusu bize filmdeki olayları sanki biz yönetiyormuşuz hissi verir. Bu hissiyat da bizi bire bir filme ortaklığa çağırır. Meneghetti, tamamında olmasa bile Deux’nün önemli bir bölümünde izleyicisine bu hissiyatı aktarmaya çalışmıştır.

Prolog mu Yoksa Bir Rüya mı?

Filmin başlangıcından beri adeta “cennet” gibi çizilen bir yerde yeniden hayata başlama düşünceleri olan Nina ve Madeleine, adeta saydam bir düşüncenin etrafında zengin bir gerçeklik çiziyor. Anlatıdaki derinlik, film ilerledikçe bize başlangıçta verilen cennet vaadinden bizi uzaklaştırıyor. Deux’deki gibi sosyal konulardan beslenip norm dışı olarak etiketlenen ilişki biçimleri, belki de seyircide hayali bir ortam yaratmaya elverişli bir çerçeve çiziyor olabilir. Elbette bunda en büyük etken, filmde kullanılan dekor ve tasarımların anlatı kadar büyük bir yoğunluğa sahip olmaması. Deux, hikayesini bir bakıma nesneler, hatta mekanlar olmadan sürdürüyor. Bir bakıma film, sizde eski bir fotoğrafınıza bakıyor olma hissi uyandırabilir. Etrafında herhangi bir süslemeli çerçeve olmaksızın, içerisinde sadece sizden ve hayattaki kendi kimliğinizden bir parça barındıran anılarınızın bir karede sımsıkı sıkıştırıldığı bir an.

Burcu Meltem Tohum

İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan’ın oyuncu Barbara Sukowa ile yaptığı röportaja (YouTube, Türkçe altyazılı) buradan ulaşabilirsiniz.

Voyeurism bağlamında ilgili yazılar:

Lives of Others (2006)

Venedik’te Ölüm (1971)

Bir Cevap Yazın