Sinema ve Animasyonun Sınırlarında Bir Başyapıt: PAPRIKA

Satoshi Kon tam 10 yıl önce, 24 Ağustos 2010’da pankreas kanseri nedeniyle aramızdan ayrıldığında, 46 yaşındaydı. Sadece insan ömrü açısından değil, mesleki açıdan da son derece erken bir yaş bu. Örneğin Hayao Miyazaki, kendisinin geniş kitlelerce tanınmasını sağlayan ikinci uzun metrajı Nausicaa’yı (1984) çektiğinde 43 yaşındaydı ve henüz ne Totoro, ne Kiki, ne de Prenses Mononoke vardı ortada. 2006 tarihli Paprika, üstad Satoshi Kon’un bizlere veda hediyesi adeta. Animasyonun ve hayal gücünün sınırlarını zorlayan, Kon’un bizzat çizdiği 1046 sahne sayesinde her karesi en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, sinemasal ciddiyeti had safhada olan bir görsel şölen.

Satoshi Kon animelerinde genellikle hep ortaya çıkan, anime türüyle ilgili aklında belli bir stereotip bulunan seyircinin verdiği “bu animeden çok filme benziyor” tepkisini, Paprika da doğuruyor pekâlâ. Son derece grift bir senaryoyu, uyarlandığı aynı adlı kitabın yazarı Yasutaka Tsutsui’nin de dediği gibi başarıyla, romandaki hiçbir karmaşık kurgusal öğeyi atlamadan aktarmayı bilmiş, Satoshi Kon. Öte yandan, Perfect Blue’nun (1997) izleyenlerin yüzüne tokat gibi çarpan gerçeklik seviyesinden bu filmde bahsetmek çok zor. Ki bu iyi bir şey, çünkü konumuz baştan aşağı, rüyalar. “Çok gerçekçi bir anime olmuş” demek, Satoshi Kon’un 18 ay boyunca usanmadan tek tek çizdiği 1046 sahneye hakaret anlamına gelecektir.

Kısaca konuya değinerek başlayalım, yakın gelecekte geçen film, insanların gördükleri rüyaların görsel olarak bütünüyle kaydedilmesini, başkalarının rüyalarına ortak olunmasını veya doğrudan o kişinin rüyasına girmeyi mümkün kılan “DC Mini” adlı bir cihazın, dahi mucit Tokita Kohsaku (seslendiren: Toru Furiya) tarafından icat edilmesini, ardından da bu çok değerli buluşun kötü niyetli insanlar tarafından çalınmasını takip eden olayları konu ediniyor. Elbette roman da aynı kurguya sahip, yukarıda dediğimiz gibi son derece sadık bir uyarlama söz konusu. Bu arada konu bir yerden tanıdık geliyorsa, büyük ihtimalle Inception’ı (2010) hatırlamaya çalışıyorsunuz.

Çekime Başlarken

Söz konusu ister sinema veya animasyon, ister edebiyat olsun, yeni bir eser ortaya çıkartmak her zaman sancılı ve çok emek gerektiren bir süreç. Chaplin’in The Circus (1928) filmindeki ip üzerinde yürüme sahnesini tam 700 defa çektiğini veya Tolstoy’un Savaş ve Barış adlı yapıtını yaklaşık 7 yılda, ailesiyle sofraya oturduğunda “Natalya sessiz ol lütfen!” diyecek denli kendini kaptırarak bitirdiğini (Tolstoy’un Natalya adında bir kızı yok) biliyoruz. Animasyon ve özellikle de anime, prodüksiyon öncesi çalışma söz konusu olduğunda harcanması gereken emek bakımından yine ön plana çıkan sanat dalları arasında.

Normal / live action filmlerden farklı olarak, animasyon ustaları genellikle işe çizerek başlarlar. Başka nasıl olacaktı ki, dediğinizi duyar gibiyim. Ancak kast ettiğim, ortada ne senaryo, ne de uyarlanacak bir kitap olmasa bile işe çizimle başlamak. Örneğin Miyazaki, Küçük Denizkızı Ponyo filmi için karakter çizimlerine başladığında, kafasında sadece “insan suratlı bir balıkla arkadaşlık eden bir çocuk” cümlesi varmış. Bu kadar. Ne senaryo, ne de yan karakterler belli. Ancak Miyazaki her sabah 100’ün üzerinde çizerin çalıştığı atölyesine gidip, masasına oturup çizimlere devam etmiş, ta ki ana karakterlerin yüzleri kesin hatlarla belli olana dek. Bu süreç bazen yıllar sürüyor.

Satoshi Kon da aynı şekilde, henüz ortada uyarlanmış bir senaryo olmadığı halde, çizimlere başlamış. Paprika karakterini, izdüşümü olan Chiba Atsuko’yu (her ikisini de Megumi Hayashibara seslendiriyor) görsel olarak kafasında oturtmayı ancak sürekli çizerek başarmış. Sonrasındaysa senaryo belirginleşince, oturup tek başına, ekibiyle çok az paylaşım yaparak, 614 sayfaya yayılan 1046 sahneyi tek tek çizmiş. Bu “ön çalışma” tam 18 ay sürmüş. Ardından da ayrıntılar, renklendirme, replikler, çekim açıları derken müthiş yoğun bir tempo başlamış. Yaklaşık dört yıl sonunda film tamamlandığında ortaya çıkan sonuca hayran kalmamak, her sahnenin, her karenin üzerine ne derece düşüldüğünü fark etmemek çok zor.

Açılış: Sirk Sekansı

Filmi baştan sona özetlemeye kalkmayacağız elbette ancak açılış sekansı, kesinlikle özel ilgiyi hak ediyor. Sirke ait olduğu belli bir alan. Karanlık. Küçük bir ışık yanar ve bu ışığa doğru küçük, oyuncak bir araba tekerleri gıcırdayarak, yavaşça gelir. İçinden ise kocaman, oraya nasıl sığdığı belli olmayan bir palyaço çıkar. Bu açılışın bir diğer önemi de, Tsutsui’nin romanında yer almayan bir betimleme olması. Kitap bu şekilde başlamıyor, hatta senaryo bile ilk taslakta bu şekilde başlamıyormuş.

Columbia-Tristar’ın (Fransa) 2007’de yayımladığı, 700 sayfalık storyboard’u da içeren özel DVD edisyonunda Satoshi Kon, açılış sahnesi üzerine yaptığı açıklamada karanlığın içinden çıkıp gelen bu küçük sirk arabasını, insanın bilinçaltında varolan küçücük bir unsur olarak resmettiğini söylüyor. Sirkin karanlığı bilinçaltını, yavaşça ışığa doğru ilerleyen minik araba aklımıza takılıveren basit bir zihinsel enerji balonunu, arabanın içinden çıkan devasa palyaço ise, elbette sorunun aslında hiç de küçük olmadığını, boyutunun zihnimizde maskelendiğini anlatıyor. Yazınca elbette etkisini yitirse de, görsel olarak müthiş bir başlangıç. Devamındaki rüya sekansı da psikolojik açıdan tutarlı (rüyada her karakterin rüya gören kişinin suretinde / düşüncesinde olması, rüyadan uyanırken düşme hissi yaşanması gibi) bir yapıda ilerleyen, dahası önemli klasik filmlere göndermeler yaparak sinemaseverlere hitap eden eğlenceli bir kabul töreni adeta: Seyirci, rüya alemiyle tanıştırılır.

Sinemasal Göndermeler

Her filmde veya animede başka filmlere keyfi olarak gönderme yapılabilir elbette ancak Paprika’daki seçimler daha çok senaryonun gereği. Açılış sekansında rüyasına ortak olduğumuz Dedektif Kogawa Toshimi (seslendiren: Akio Otsuka), sinemadan hiç hoşlanmadığını, film izlemeyi sevmediğini söyler. O nedenle de ilginç bir şekilde, rüyalarında genellikle eski filmleri kendine fon edinir, hatta onların kahramanlarının yerini alır. Açılış sekansındaki yeniden canlandırmaları sıralayalım:

  1. The Greatest Show on Earth (1952) – Rüya sekansı bu filmdeki sirk sahnesiyle başlar, hatta palyaço kılığındaki Paprika “It’s the greatest showtime!” bile diyecektir (filmin Japonca orijinal versiyonunda).
  2. Tarzan the Ape Man (1932) – Ardından bu filmin klasik ağaçtan ağaca sallanma sahnesine harika bir geçiş yaparız.
  3. From Russia with Love (1963) – Bu en meşhur James Bond filmlerinden biri de trendeki amblematik sahneyle Paprika’ya konuk oluyor. Aslında tam olarak böyle bir sahne yok filmde ancak Kon, trende yaşanan mücadelenin havasını başarıyla yansıtabilmiş.
  4. Roman Holiday (1953) – Audrey Hepburn ile Gregory Peck’in başrolleri paylaştığı bu klasik yapım da animeye en eğlenceli sahnelerinden biriyle konuk oluyor; Hepburn’ün peşindeki saray korumalarından kurtulmak için birkaçının kafasına gitarla vurduğu sahne.

Bunlar dışında filmde birçok gönderme olsa da, yazımızın sınırlarını aşmamak adına sadece isimlerini vermekle yetinelim: Pinocchio (1940), The Big Sleep (1946), Peter Pan (1953), The Collector (1965), Monkey (1978) ve Blade Runner (1982). Bir de filmin sonuna doğru Satoshi Kon, yine senaryo gerektirdiği için, bu sefer kendi filmlerinden üç tanesinin afişlerini Dedektif Kogawa sahnesine, sinema salonlarının girişlerine yerleştirir: Perfect Blue (1997), Millennium Actress (2001) ve Tokyo Godfathers (2003).

Diğer Esinler ve Ana Esin Kaynağı: Rüyalar

Satoshi Kon’un Paprika’yı animasyon dünyasında yeniden yaratma sürecinde çok sayıda ilham perisi vardı şüphesiz, ancak yukarıda bahsettiğimiz DVD’de kendisi, Kurt Vonnegut Junior’ın yazdığı romanın aynı adlı sinema uyarlaması Slaughterhouse-Five’dan (1972) ve sirk sahnesindeki karakterlerden birisi için Japon şarkıcı Tony Tani’den esinlendiğini saklamıyor. Dedektif Kogawa ile Chiba Atsuko’nun ilk kez karşılaştıkları sahnede duvarda Oidipus ile Spynx’in tasvir ediliyor olması (harika, üstelik uzun soluklu bir easter egg), Shima Tora-taroh (seslendiren: Katsunosuke Hori) ile Chiba Atsuko arabada giderlerken rüyaların birleşiminden bahsetmeleri esnasında araba camındaki yağmur damlalarının birleşmesi gibi sonsuz ince ayrıntının yakalanabileceği Paprika’da, elbette ana esin kaynağı, rüya alemi.

Satoshi Kon’un filmografisine baktığımızda, rüyaların veya animasyon türündeki rüya benzeri geçişlerin, düşsel tasvirlerin yoğunlukta olduğunu görmek hiç de zor değil. Perfect Blue’da kurguyu şöhretin gölgesi altında neyin gerçek neyin hayal olduğundan emin olamayan bir karakter etrafında şekillendiren, Millennium Actress’da ise anıdan anıya, rüyadan rüyaya atlayan bir kadının hayatına odaklanan yönetmen, Paprika’nın (1993) yazarı Yasutaka Tsutsui’nin bizzat kendisine teklif götürmesi sayesinde tam anlamıyla yapmak istediğini yapabilmiş sonunda. Hatta ömrü el vermediği için tamamlayamadığı son projesinin adı da Dream Machine idi. “Önceki filmlerimde hep Paprika gibi bir film yapmaya çalışmışım sanki” der üstad, bir röportajında. Rüya alemi, düşlerin kaynağı veya anlamı, rüya görmenin bilincinde olmak (lucid dreaming) gibi konular Satoshi Kon’un zihnini her zaman kurcalamış. Bu bakımdan belki de Paprika’nın sinemaya uyarlanması söz konusu olduğunda Kon’dan daha iyi bir aday bulunamazmış demek hiç de abartı olmayacaktır.

Müzik

Son olarak müzikten bahsetmek gerekiyor, sadece harika bir müzik olduğu için değil, bir animeden bahsettiğimiz için. Sinemada müzik kullanımı elbette önemli, ancak söz konusu anime olduğunda, müzik neredeyse izleyicinin filmle ilgili ne hissetmesi gerektiğini buyuran, diktatoryal bir güce sahip. Ya da yönetmenin hangi duyguları vermek istediğini yansıtmalı, diyelim. Japon animasyonunda müziğe o kadar önem veriliyor ki, romanın yazarı Tsutsui bile prodüksiyonun daha başlarındayken müziği dinlemek istemiş. Müziği beğenince de, projeye yeşil ışık yakmış.

Paprika’nın o engin tınılara boğulmuş, türler arasında geçişler yapan müziğini, Satoshi Kon ile daha önce de Paranoia Agent (2004) ve Millennium Actress için beraber çalışan, 1954 doğumlu besteci Susumu Hirasawa üstlenmiş. Rock, elektronik, ambient, progresif ve genel anlamda deneysel bir müzik anlayışına sahip olan Hirasawa, adını birçok film müziği ile geniş kitlelere duyurmasının yanısıra, kişisel olarak da son derece üretken, özellikle Japonya’da büyük bir hayran kitlesine sahip bir müzisyen. Paprika ekibinin, aralarında “Güneş’in altındaki herşey geçidi” diye adlandırdığı meşhur geçit töreni sahnesi için bestelediği parça, Tsutsui için özellikle belirleyici olmuş. Filmin ve anlatılan düşsel evrenin aurasını çok iyi kavrayan bu parça, soundtrack albümünün kesinlikle en iyilerinden.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın