LE REGARD DE CHARLES: Charles Aznavour’un Omzundan Dünya

Charles Aznavour’un aramızdan ayrılışının ikinci yılında, içerisinde birçok kişisel görüntülerin bulunduğu Le regard de Charles (Aznavour by Charles – 2019), bize sanatçının hayatına dair toplamda 83 dakikalık bir pencere açıyor. Yapım, İstanbul Film Festivali’nin Kasım seçkisi arasında yegâne belgesel filmi olarak yerini aldı. Marc Di Domenico‘nun yönetmiş olduğu belgeselde hem şarkıcı hem de aktör olan Charles Aznavour’un kendi yaşamına, aile hayatına, kariyerinin inişli – çıkışlı zamanlarına ve dünyaya bakış açısına dair insani ve derin izler bulabilirsiniz.

“Beni gördün, ama bilmediğin şey, benim de seni gördüğüm …”

“Görmek” ve “hissetmek” fiillerinin vücut bulmuş halini Le regard de Charles’da tatmanız mümkün. Belgesel boyunca çok iyi anlıyoruz ki Charles, gördüklerini onu sevenlerle paylaşmak için soluk alıyor. Yaşadığı her anı ki bunlara en hüzünlüler de dahil, paylaşmaktan hiç çekinmiyor. Bu belgesel doğrudan sanatçının kendisine dair saf, bozulmamış bir nüfuz içeriyor. Bunun yanı sıra çekime alınan görüntüler ise sinematografik açıdan dikkat çekici bir estetiğe sahip. Charles Aznavour ile görüntü hiçbir zaman tek taraflı olmuyor. Biz onu senelerce televizyonda, gazetelerde, sinema filmlerinde gördük ancak sanatçının kendisine göre bu bir haksızlık, bizim onu gördüğümüz gibi onun da bizi nasıl gördüğünü görmemizi, deneyimlememizi istiyor. Bu açıdan Le regard de Charles belgeselinin yegâne amacının da bu olduğunu söyleyebiliriz.

Aktör Romain Duris‘nin sesinden de dinlediğimiz belgeselin anlatısı, sahip olduğu dinamikler dolayısıyla oldukça davetkar bir yapıda ilerliyor. Duris‘nin sesi Aznavour’un görüntülerinde hayat buldukça onun ölümsüz anlarıyla daha çok iletişim kurabiliyoruz. Bu yönüyle seslendirme açısından Duris‘nin çok iyi bir tercih olduğunu söyleyebiliriz. Sanatçının oğlu olan Mischa Aznavour tarafından da onaylanan belgeler eşliğinde Charles Aznavour ile Edith Piaf’ın o naif dostluğuna bile dokunabiliyoruz. İkisi arasındaki sıcak ilişki belki de belgeselin en kırılgan noktalarından biri.

Bunlar dışında belgesel boyunca etnografik birçok unsurla karşılaşıyoruz. Belgeselin anlatım kronolojisinin dağınık olmaması ve her bir görüntünün ve görsel belgenin birbiriyle olan uyumu bizi sesli-sessiz bir iletişim içine sürüklüyor. Belgesel boyunca gördüğümüz ve dikkat çeken en önemli yerler ise Afrika, Latin Amerika ve Asya diyebiliriz. Bu mekanlarda en dikkat çekici unsur Aznavour’un insanlara karşı duyduğu arzu ile baş başa kalmamız. Ona göre insanın her hali eşsiz. Bazen etrafındaki insanların haberi olmadan yaptığı plansız, rastgele çekimler bunun en önemli göstergesi.

Hiçbir şeyi yoktu ama Her şeyi vardı

Belgeselin anlatısı boyunca bu ifade karşımıza defalarca çıkar: “Hiçbir şeyimiz yoktu ama her şeyimiz vardı”. Charles Aznavour kariyerinin zirvesine tırmandıkça geçmişini daha çok deşmeye başlayan bir sanatçı. Onun için “hiçbir şey” kelimesi ona her zaman daha çok şeyi ifade etmiş. Bu yüzden yaş aldıkça kazandığı maddî şeyler onda, geçmişteki “hiçbir şey” olana dair özlemi daha da arttırmış. Bunun yanı sıra sanatçı hep zamanın hızlı geçişine vurgu yaparak, adeta onu canlı canlı izleyen bir tanık gibi karşımıza çıkar. Bu da bize bir sanatçının zamana dair salt tanıklığını gösterdiği için özel bir düzlem açar.

Belli bir yaştan sonra kariyerinin basamaklarını çok hızlı bir şekilde çıkan sanatçı için yaşadıklarını kendi gözünden kameraya almak belki de tüm yaşadıklarının gerçek olup olmadığını anlama çabasıydı. Onun için her şeyin bu denli hızla gelip geçmesi onu inanılması güç noktalarda dolaştırsa da kamerası her zaman onun yerine, yaşananların gerçekliğinin bir temsili olarak kaldı.

Tanıdık Yabancılar

Belgeselde Edith Piaf dışında François Truffaut, Barbra Streisand, Jean-Pierre Mocky, Dalida ve Anouk Aimée gibi isimleri de görüyoruz. Ünlü isimler dışında Charles Aznavour’un hayatına dokunmuş isimler de belgeselin önemli birer parçasını oluşturuyorlar şüphesiz. Bu derin ve büyüleyici çalışma, sanatçının bu zamana kadar çok da ön plana çıkartmadığı hayatına, kendine dair az bilinen yanlarının açığa çıktığı, durağan olmayan bir yapım. Belgesel boyunca tüm görüntülerin sıralaması ve seçkisi bizzat, yönetmen Marc Di Domenico’ya ait olsa da Charles Aznavour’un daha önce göstermediği sanatsal yanına da tanıklık ettiğimiz için Aznavour’un öznelliğinin çok ağır bastığını söyleyebiliriz. Ayrıca belgesel boyunca karşılaştığımız geniş ve dar çekimler izleyiciyi bizzat anın kendisine götürmekte yetkin bir görev üstlendiklerinden, yapımın tanıdık belgesellere benzemeyen bir havasının olduğunu eklemekte de fayda var.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın