Alfred Hitchcock tarafından 1940 yılında yönetilen ve Oscar ödülüne de layık görülen psikolojik gerilim türündeki Rebecca filminin kökleri, İngiliz hikayeci ve romancı Daphne du Maurier‘nin 1938 yılında kaleme aldığı, filmle aynı isimli postmodern gotik tarzındaki kitabına uzanır. Daphne du Maurier‘nin eserlerindeki biçemi, esrarlı atmosferlere ve derin psikolojik tahlillere dayanır. Yazar, hikayelerini gotik edebiyatın dinamiklerini yeniden şekillendirerek kurmayı seçer. Tüm bu yönlerden Daphne du Maurier‘nin Rebecca eseri Hitchcock için beyazperdeye uyarlanması gereken bir yapıt haline gelir. Esrarlı ve gerilim dolu kurmacanın edebiyattaki temsili du Maurier iken sinemada bu isim hiç şüphesiz Alfred Hitchcock‘tur.

2020’de ise Ben Wheatley tarafından yönetilen ve Hitchcock‘un klasiğinin gölgesinde kalmamak adına modern bir adaptasyondan çok, büyük farklılıklar ile yeniden yaratılan bir Rebecca filmi karşımıza çıkar. Özünde filmin konusu aynı kalır; saf genç bir kadın zengin ve dul olan Maxim de Winter ile tanışır. Birbirlerine aşık olup evlendikten sonra Maxim de Winter’ın görkemli Manderley evine dönerler ve burada Mrs. de Winter kendisinden önceki Mrs. de Winter’ın (Rebecca) hala evde kalmış ezici ve korkutucu etkisi ile baş etmeye çalışır. Söz konusu iki filmdeki karakterlerden de yazımızda bahsedeceğimiz için oyuncular düzleminde küçük bir tablo eklemekte fayda var.

Hitchcock uyarlamasında çok daha saf ve çok daha çocuksu, kendine güvensiz olarak karşımıza çıkan isimsiz protagonistin Wheatley uyarlamasında ayakları yere daha sağlam basan bir “kadın” olarak karşımıza çıkması ilk dikkat çeken farklılıklardan. Joan Fontaine‘in Mrs. de Winter‘ı evin etrafında bir yabancı gibi gezer ve ev düzeni hakkında söz söyleme yetkisi bulunan Rebecca‘nın en yakın arkadaşı Mrs. Danvers‘a karşı çıkmaktan korkar. Lily James‘in Mrs. de Winter’ı kendinden daha emindir ve genel olarak Manderley‘i Mrs. Danvers’ın avcunun içinden çekip almak ister. Bu sebeple de filmde sık sık Mrs. Danvers ile Mrs. de Winter arasında süregiden psikolojik bir soğuk savaşın izlerini görmek mümkündür.

Fontaine‘in Mrs. de Winter tasvirinde Manderley‘e geldikten sonra yüksek sınıflı Maxim‘in eşi olarak oldukça rahatsız olan bir genç kız vardır. Maxim‘in sözünden çıkmaz ve aralarındaki mesafe hep korunur. Ancak Lily James‘in Mrs. de Winter tasvirinde kendini Maxim ile eşit gören ve onun hakimiyeti altına girmeyi reddeden bir kadın vardır. Fontaine‘in tasvirindeki gibi çocukça ve utangaç davranmaz. 2020 yapımında Mrs. de Winter, Jack Favell ile garaj yolunda karşılaşır ve onunla at binip çeşitli konular hakkında sohbet eder. 1940 yapımında ise Mrs. de Winter ile Jack Favell‘in tanışması, Mrs. Danvers ile Favell’in konuşmasını kapının arkasından korkakça dinlemesi sonucu gerçekleşir. Favell onu saklanırken yakalar ve bu utanç dolu anı Mrs. Danvers, Mrs. de Winter’ı aşağılayarak daha da utanılası bir hale getirir.

Hitchcock‘un yapımında Mrs. de Winter -tabiri caizse- kalbi sürekli boğazında atan ve bir kuş kadar ürkek bir kızdır. Bundan dolayı evde ve çevresinde olup biten her şey onu endişelendirip korkutur. Bu durum da filme özel olarak daha gergin bir atmosfer atar. Wheatley‘nin yapımında kendine güvenen Mrs. de Winter ile birlikte hikayenin en önemli noktalarından biri olan sürekli tetik halinde olma durumu ortadan kaldırılmıştır. Bu ortadan kaldırılan nokta ile de film daha stabil bir atmosfer ile devam etmektedir. Fontaine’in Mrs. de Winter‘ı en sonunda “I am Mrs. Winter now.” dediğinde oluşan başkaldırı duygusu James‘in Mrs. de Winter’ında söz konusu değildir çünkü James’in tasvirinde Mrs. de Winter başından beri başkaldıran bir kadındır ve bu yüzden herhangi bir kırılma noktası yaşamasına gerek yoktur.

James‘in Mrs. de Winter’ı böylesine güçlüyken Armie Hammer‘ın Maxim’i de Hitchcock klasiğine göre bir o kadar sakin, yumuşak dilli ve romantiktir. Laurence Olivier‘nin Maxim’i Mrs. de Winter’dan yaş olarak oldukça büyüktür, çabuk sinirlenir, serttir ve Mrs. de Winter‘a aptal bir çocuk muamelesi yapar. Olivier‘nin tasviri yanına yaklaşılması daha zor ve daha hasarlı bir karakterdir. Hammer‘ın tasvirinde ise aşkla birlikte daha da nazikleşen ve kendisinin kırılma anlarıyla birlikte Mrs. de Winter‘ı daha da büyüten bir karakter karşımıza çıkar. Hammer’ın tasvirinde Maxim en sonunda yaralarını göstermekten ve bu sayede Mrs. de Winter‘ı yüceltmekten çekinmez, bunu simbiyotik bir ilişki haline getirerek kendi iyileşmesini de sağlar. 1940 yapımında Maxim de Winter ile Mrs. de Winter‘ın ilişkisi daha toksik ve daha sorunlu görünürken 2020 yapımında bu ilişki daha sağlıklı işlenmiştir. Yeni yapımda karakterler birbirlerine zaman ayıran, yeni deneyimler yaşayan ve birbirlerine iyi gelen iki aşık olarak yaratılmıştır.

Mrs. Danvers karakteri ise Rebecca‘nın hayaletini hem kendi zihninde hem de Manderley‘de korumaya çalışan, Mrs. de Winter ile sürekli çekişme halinde olan ve onu asla beğenmeyen evin hizmetlisidir. Hitchcock, Mrs. Danvers tasvirini oldukça düz ve salt şeytani olarak yaratsa da Wheatley bu durumu tersine çevirerek Mrs. Danvers tasvirine çeşitli boyutlar katarak onu daha katmanlı bir hale getirir. Hitchcock filmin gizem ve gerilim atmosferine odaklandığından dolayı bu karakter tasvirinin üzerinde durmamış gibi görünmektedir.

Wheatley ise gerilimden daha öte olarak karakterlerin psikolojik arka planları üzerinden filmi yapılandırdığı için Mrs. Danvers karakteri 2020 yapımında daha derinlikli olarak izleyiciyle buluşur. Yeni yapımda ayrıca Mrs. Danvers kendisini Rebecca‘nın ölmüş olduğu sulara atarak intihar eder. 1940 yapımında böyle bir olay söz konusu değildir, Mrs. Danvers evden kovulduktan sonra Mrs. de Winter hala evdeyken evi ateşe verir, Mrs. de Winter Maxim sayesinde kurtulurken Mrs. Danvers Rebecca‘nın odasında ateşler içinde görülür. Bunların yanı sıra her iki filmde de Mrs. Danvers‘ın Rebecca’ya duyduğu sevgi ve bağlılığın cinsel bir alt metin okuması yapılabilmektedir.

Rebecca‘nın ölümü her iki filmde de farklı şekillerde ele alınmıştır. 1940 yapımında Maxim, Rebecca’nın cesedi bulunduktan sonra sorguya ve incelemeye alınır çünkü kanıtlar onun cinayete karışmış olabileceğini göstermektedir ancak Maxim, Mrs. de Winter‘a Rebecca’nın ölümünden söz ederken kendisinin bu ölümle bir alakası olduğundan bahsetmez. Kazayla öldüğünü ve orada masum bir adam olduğunu söyler. 2020 yapımında ise Maxim, Mrs. de Winter‘a; Rebecca’nın kendisine doğrulttuğu silahın tetiğine, yine Rebecca’nın isteği sonucu bizzat bastığını söyler. Hitchcock‘un filminde Maxim, Rebecca‘nın ölümünün esrarengiz yapısından sadece masumiyet kıstasıyla kurtulurken, Wheatley‘nin filminde Maxim ve Mrs. de Winter çifti cinayetten sıyrılmak için çabalarlar. Filmin düğümlerinden biri olan Rebecca’nın ölümü olayında Wheatley‘nin yapımı Daphne du Maurier‘nin kitabına sadık kalır. Hitchcock filmi çektiği yıllarda var olan Hays Code[1] sebebiyle orijinal hikayeden -bu noktada- kopmak durumunda kalmıştır.

Wheatley, Rebecca‘ya kitaptakinden ve Hitchcock‘tan daha somut bir rol vermiştir. Hitchcock’un yapımında Rebecca ile ilgili hiçbir geri dönüş yaşanmaz ancak Wheatley birçok kez Rebecca’nın varlığını Maxim‘in rüyaları ve geriye dönüşler ile seyirciye kanıtlama çabası içine girmiştir. Filmin başrol oyuncularından Armie Hammer bu yeni yapım için “hayaletsiz bir hayalet hikayesi” söylemini kullanır ancak Wheatley hayaletin gerçekten oralarda bir yerlerde olduğunu göstermek istemiştir.

Tüm bu ortak noktaların ve farklılıkların kesin bir nedeni ve amacı yoktur. Farklılıkların sebebi olarak yalnızca yönetmenlerin sinematografik bakış açıları ve hangi tür üzerinden film yapmak istedikleri söylenebilir. Benzerliklerin sebebi ise basitçe bağlı oldukları kökün aynı olmasıdır. Beslendikleri yer aynı olsa dahi aldıkları ve bıraktıkları dinamikler ile birbirinden farklı onlarca ürün verilebilir. Yeniden yapımlar bir bakıma bir ağaçtaki meyvenin yanındaki ya da sağındaki veya solundaki hiç olmadı altındaki veya üstündeki bir diğer meyvedir. Aynı yerde yetişirler, aynı köke bağlılardır fakat ikisi de kendine özgü bir varoluş gösterirler. Bu sebeple daha iyi veya daha kötü olan yoktur. Konu meyve olunca seçici faktörü ortaya çıkarken, söz konusu sinema ve film olunca da izleyici faktörü ortaya çıkar. Bu faktör de iyiyi veya kötüyü belirleyen bir unsur olmak yerine her iki yapımın da kendi özellerinde değerlendirilmeleri gerektiğini hatırlatmalıdır. Rebecca her zaman aynıdır, farklı olan şey Rebecca’yı görme açımızın değişmesidir; ne mutlu ki bu değişim ile en sonunda Rebecca‘yı tüm boyutları ile görüp anlayabiliriz.
[1] Amerikan Film Yapım ve Dağıtımcıları Kurulu’nun (MPPDA) 1922-1945 arasında başkanlığını yapan Will H. Hays’in adıyla anılan, çekilen tüm filmlerde uyulması gereken kuralları dikte eden bir sansür yasası. Yasa 1930’da yürürlüğe girer ve 1960’a kadar uygulanır. Özellikle 1935-1955 arası çekilen filmlerde yasanın ağırlığı hissedilebilir. 1930 öncesinde ABD’de çekilen filmler için bu nedenle “Pre-code Hollywood” (yasa öncesi) tabiri kullanılır.

Alfred Hitchcock hakkındaki diğer yazılar için:
