THE SHINING: Overlook Oteli’ne Hoşgeldiniz!

Haftalık film incelemelerimizin ve de yarattığımız ek serilerin yanı sıra, sitemiz çok daha uzun ve ayrıntılı inceleme gerektiren, kült diyebileceğimiz filmlerin dosya yazılarını da sizlere sunuyor. Bu yolla çeşitli kült filmler arasındaki bağlantıları tartışabiliyor, bu yoğun inceleme gerektiren filmlerin hakkını -naçizane- verebiliyoruz.  Stanley Kubrick’in tüm filmleri bu tarz ekstra bir emek gerektiriyor. Bu girişi takiben, bu yazımızın konusu olan The Shining’e (Cinnet) ek olarak ileride bir de Eyes Wide Shut (Gözleri Tamamen Kapalı, 1999) yazısının geleceğinin haberini verelim. Bu şekilde yönetmenin çeşitli alışkanlıklarına ışık tutmak ve bu iki film arasında bir sinerji yaratmayı amaçlıyoruz, umarız sizler tarafından da beğenilir ve aklınıza geldikçe açıp okuyabileceğiniz, zaman geçtikçe dönüp başvurabileceğiniz yazılar yaratmayı başarabiliriz bu şekilde.

Her zaman yaptığımın aksine, bu yazı için direkt olay bazlı gitmekten ziyade ayrıntılardan olaylara doğru gideceğim. Bu şekilde, sözcük kalabalığı olmadan, filmin derinine en kısa yoldan inmeyi amaçladığım söylenebilir. Filmin genel detaylarına geçecek olursak, ünlü yazar Stephen King’in yayımlanmış üçüncü romanı olan The Shining’ten – kitap Türkçe’de “Medyum” adıyla basılmış – beyaz perdeye uyarlanmış olan film 1980’de çekilmiş. King’in bu romanı, onun bestseller konumuna yükselmiş ilk yapıtıdır ve 1977’de basılmıştır. Usta yazar King’in pek çok romanının sinemaya veya dizilere uyarlandığından daha önceki bir yazıda bahsetmiştim. Kendisinin ürettiği malzemeler belli ki hem içeriği hem de uyandırdığı duygulardan ötürü yapımcılar tarafından el üstünde tutulmakta, izleyici tarafından da ayrıca sevilmekte.

Filmin yönetmeni Kubrick’e geçecek olursak, kendisinin ismi telaffuz edildiğinde akla ilk gelenler onun ne kadar detaycı, planlı ve de projeleri söz konusu olduğunda ne kadar emektar olduğu… Bu filmde de pek çok sahneyi onlarca hatta daha da fazla kez tekrar ettirmiş, kendince en mükemmeli bulana dek de tekrarı bırakmamıştır. Çok okuduğu ve çok araştırdığı bilinen Kubrick’in filmlerinin bu denli başarılı olması tabii ki sürpriz veya şans eseri değil. Bazı film çekme yöntemlerinin ise ciddi şekilde eleştirilebilir yanları bulunmakta. Bu konuya yazımız ilerledikçe değinecek, ayrıntılarıyla açıklayacağız.

“All Work and No Play Makes Jack a Dull Boy”

Film ve romanla ilgili genel bilgileri geçtiğimize göre filmin kendisine nihayet odaklanabiliriz. Filmin açılışını düşündüğümüz zaman fark ettiğimiz veya hatırladığımız ilk şey görüntüdeki manzara ve tekinsiz – şimdiden dikkat: bu yazıda tekinsiz lafı fazlasıyla kullanılacak – müzik oluyor.  Manzara normal şartlar altında düşündüğümüzde huzur verebilecek bir manzarayken, müzikteki tiz sesler ve ani yükselmeler bize çığlıkları, belki de bıçak darbelerini çağrıştırıyor. Hâl böyleyken filmin daha en başından huzursuz oluyor, olacaklara hazırlanıyoruz. Akabinde tanıştığımız Jack Torrance (Jack Nicholson) büyük otele görüşmeye gidiyor, hoş karşılanıyor ve bundan birkaç sene önce aynı pozisyondaki çalışanın cinnet geçirdiği işi alıyor, böylelikle kışın otele bakacak kişi olma görevini üstleniyor.

Otelde bu konuşmalar olurken ve biz önceki çalışanın neden ve nasıl cinnet geçirdiğini dinlerken, film bizi Jack’in eşi Wendy (Shelley Duvall) ile oğlu Danny’nin (Danny Lloyd) bulunduğu eve naklediyor. Gördüğümüz ilk anda Wendy bize tuhaf geliyor: Yetişkin bir insan için fazlasıyla zayıf, narin ve de kırılgan bir kadın. Yalnızca bedeniyle değil, konuşması, hareketleri ve de giyimiyle de oldukça tuhaf, adeta bir çocuğu andırıyor. Bir yandan stresli bir şekilde sigara içmesiyle oluşturulan kadın / çocuk zıtlığı tekinsizlik hissini güçlendiriyor. Buna ek olarak Danny hayali arkadaşı Tony ile konuşuyor, Tony ona babasının işi kabul ettiğini ve de bunun pek de hayırlı olmadığının haberini önceden veriyor. Akabinde kriz geçiren Danny için doktor çağrılınca, ev ahalisinin ilişkilerine dair pek çok şeyi doktorla aralarında geçen bu konuşmadan öğrenmeye başlıyoruz.

Beyaz Adamın Yükü

Wendy her ne kadar eşi için bahaneler üretse ve onu savunsa da anladığımız üzere Jack eski bir alkolik ve öfke kontrolü problemleri yaşıyor. Hatta bir keresinde Danny’ye şiddet uygulamış ve ona zarar vermiş. Eskiden öğretmen olduğunu öğrendiğimiz Jack’in neden işi bıraktığına dair bir şey söylenmiyor ancak adamın sorunlu, dengesiz ve de kendinden güçsüzlere şiddet uygulayabilecek tıynette biri olması bize okuldan haklı bir biçimde atıldığını düşündürüyor. Jack işi kabul ettikten sonra ailesiyle birlikte otele taşınıyor ve Danny otelin aşçısının tıpkı kendisi gibi bir “medyum” olduğunu öğreniyor. Bu adamın siyahi olması ve otelin eskiden oranın yerlisi olan insanların mezarlarının üzerine kurulmuş olduğu bilgisi bize yeterince şey anlatıyor. Jack’in daha sonraki sahnelerde hayali barmenle konuştuğu esnada “White man’s burden” yani “beyaz adamın yükü” şeklinde bir cümle kurmuş olması, Amerikan tarihindeki acılara ve acımasızlıklara ışık tutuyor.

Kış olunca ve oteldeki diğer herkes gidince yalnız başlarına kalan Torrance ailesi, en başlarda keyifli vakit geçirse de kısa bir zaman sonra gerçeklerle karşı karşıya kalıyor. Gün be gün deliren Jack kendi fantezi dünyasını otele yansıtıyor. Bu konuyu şöyle açabiliriz: Jack hayatında başaramadığı her şeyden eşi Wendy’yi sorumlu tutuyor ve bunun ipuçlarını filmin pek çok farklı yerinde görebiliyoruz. Jack yazar olmak istiyor ancak evine para götürebilmek için bu otel işini kabul ediyor veya yıllarca istemediği öğretmenlik işini yapmak zorunda kalıyor. Esasen genç kadınları arzuluyor ancak Wendy ile evlenmiş durumda. Alkolü seviyor ancak ailesi için içmeyi bırakmış. Özetle, Jack yapmak veya olmak istediği ne varsa bunlara ulaşamadığı için yalnızca ailesini suçluyor, onları büyük engel olarak görüyor. Zamanla, otel onu delirttikçe, tüm hayallerini ve fantezilerini otele yansıtıyor, otel de buna cevap veriyor ve ona istediklerini gösteriyor. Ancak otelin gösterdikleri bütünüyle güzel hayallerden ibaret olmuyor.

Otelin Kendine Ait Bir Hafızası Var

Jack’in otelin ünlü odası olan 237 numarayı ziyaret ettiği sırada banyodaki küvetten çıplak, genç ve güzel bir kadının çıktığını görmesi onun hayallerini tatmin eden, adeta müthiş bir olay. Ancak kadınla yakınlaşmaya başladıktan sonra kadının çürümüş bir cadıya dönüşmesi ve pis kahkahalar atması, bize belki de Jack’in evlilik anlayışını yansıtıyor: Genç ve güzelken evlenilen, birleşilen kadın zamanla bir cadıya dönüşüp yaşlanıyor ve adeta çürüyor, Jack’in gözünde tiksinçleşiyor. Bu esnada Danny ve Wendy de pek çok olaya tanık oluyor otelde.

Danny sürekli bir önceki çalışanın öldürülen ikiz kızlarını görüyor, onlardan adeta haber alıyor. Bu kızların ikiz olması ve mükemmel derecede simetrik bir kompozisyonda yer alması oldukça önem taşıyor zira filmdeki son derece milimetrik düzlemde tasarlanmış simetri, otelin tekinsizliğine ve tehlikesine doğru atıfta bulunuyor. Danny hem geçmişten görüntüler hem de gelecekten haberler veren vizyonlar görüyor. Böylelikle babasının annesi ve de kendisine neler yapacağını öğreniyor, babadan korkmaya başlıyor ve otelin aşçısından zihni yoluyla yardım istiyor.

Danny aslında babasından hep korkuyordu, çünkü filmin başlarından da hatırlayacağımız üzere Danny hep anneye doğru koşuyor, babayla hiç yakınlaşmıyordu. Buradan Danny’nin babayla alakalı pek çok travmasının olduğunu, ortada ciddi bir şiddet ve hatta cinsel tacizin bulunduğunu anlıyoruz. Bize bu cinsel tacizi anlatan kısımsa Wendy’nin otelin bir odasında ayı kostümlü bir adamın – çizgi filmden fırlamış gibi göründüğüne ve çocukluğu, çocuksuluğu çağrıştırdığına dikkatinizi çekerim – bir adama oral seks yapıyor gibi bir pozisyonda bulunması. Wendy’nin de sürekli olarak çizgi filmden fırlamış gibi görünmesi bu tarz düşünceleri kuvvetlendirirken, Danny’nin neden babasından çekindiğini ve ondan uzak durmak istediğini açıklıyor.

“Sizin Paranız Burada Geçmez, Bay Torrance”

Jack’in balo salonunda otelin çok kalabalık ve göz kamaştırıcı halini görmesi, ortaya birden bir barmenin çıkması ve Jack’in sınırsız alkol alabildiği sahneler, film seyri açısından kesinlikle derin, çok rahatsız edici ancak bir o kadar da muhteşem sahneler. Jack Torrance rolünü Jack Nicholson dışında kim oynayabilirdi bilemiyoruz ama onsuz bu film gerçekten The Shining olur muydu, orası çok şüpheli. Nicholson’ın mükemmel mimikleri ve deliliğin sınırındaki bir adamı çok iyi bir biçimde canlandırması bu sahneleri yıldız konumuna taşıyor. “Tekinsizlik” teması da filmde yaratılan atmosfer, kurgu, oyunculuklar ve de kompozisyon ile müthiş bir sinerjide ilerliyor. Hem kullanılan renkler ve yüz ifadeleri, hem de nesnelerin yerleştiriliş biçimi Kubrick’in bu temayı ne kadar iyi işlediğini gösteriyor.

Jack’in yine bu tarz balolardan birine tanık olduğu günlerden birinde baş garsonla karşılaşması filmin geriliminin pik yaptığı noktalardan. Kendinden önce otelde görevli olan ve eşini ve çocuklarını öldüren adamla karşılaştığını düşünen Jack ezelden beri bu otelden sorumlu olan tek kişinin kendisi olduğu cevabını aldığında her şeyin rengi değişiyor. Konuşmanın teması bir anda Wendy’yi ve Danny’yi “düzeltmeye” kayınca[1] her şey bir cinayet planına dönüşür ve garson Jack’i Wendy ile Danny’i cezalandırmaya iter. Ancak Wendy o kadar kolay lokma değildir ve Jack’i depoya kilitlemeyi başarır.

Bu noktada Jack’in otelin “güç”lerinden yardım alması gerekir. Wendy’yi alt edeceğine söz verince bu garson deponun kilitli kapısını Jack için açar. Bu noktada kapının kendiliğinden veya garson tarafından açılması her şeyin yalnızca Jack’in hayal ürününden ibaret olmadığını düşündürüyor. Zira Wendy ve Danny de tuhaf şeylere tanık olmakta ve Jack’e otel tarafından yardım gelebilmektedir. Film bu açıdan “gizemli” bir yolu seçmiş. Herhangi bir şekilde net sınırlar çizemiyoruz. Ayrıca filmin sonu bu gizeme katkıda bulunmakta, Stephen King romanlarından alışık olduğumuz üzere büyülü bir atmosfer katmakta her şeye. Filmin sonunda bırakılan açık kapı da bu gizemi sürdürmeye ve filmin / romanın akıllardaki etkisini korumasına yarıyor.  

Otelin aşçısı otelde iyi şeylerin olmadığını hissettiğinden ulaşım imkânsız olsa da otele geliyor ve delirmiş bir Jack tarafından öldürülüyor. Filmde ilk bu siyahi kişinin öldürülmesi ki kendisinden saygısızca “nigger” şeklinde söz ediliyor, genel olarak filmin başında da gördüğümüz yerli ve azınlık halka yapılan saygısızlık temasını güçlendiriyor. Jack’ten kaçmaya çalışan Danny ise labirente sığınıyor ve zekâsıyla babasını alt ediyor. Wendy ise yine kendi imkanlarıyla kendisini ve oğlunu savunmaya çalışıyor ve oradan “snowcat”[2] ile kaçıyor.

Mükemmele Ulaşma Kaygısıyla Neler Gözden Çıkarılabilir?

Kubrick’in yönetmenlik bağlamında çeşitli hamlelerinin eleştirilebilir olduğundan söz etmiştik. Bu konuya tekrardan dönecek olursak, Shelley Duvall’ın bu filmin çekimleri boyunca ve hatta öncesinde de oldukça yüksek türden bir psikolojik baskı yaşadığını söyleyebiliriz. Kubrick’in kendi filmleri için aklında daima bir plan ve beklediği spesifik sonuçlar bulunmakta. Oyunculardan beklediğini alamadığı zaman bunu alabilmek için oyuncuları o mantaliteye sokmak konusunda da çok başarılı olduğu aşikâr. Wendy karakterinin ne kadar zayıf, edilgen ve terörize olmuş birisi olduğu da açık. Shelley Duvall’ın bu karakteri iyi bir biçimde yansıtabilmesi için sürekli olarak sette bilinçli biçimde dışlanması, kötü hissettirilmesi, asla övülmemesi ve hatta bile isteye gerçekten ağlatılması böyle bir oyuncu için – aslında herhangi bir oyuncu için bile – oldukça travmatik olaylar. Romanın yazarı Stephen King’in de Wendy Torrance karakterinin portre edilişini hiç beğenmediğini ve romanda karakteri bu şekilde aktarmadığını söylediğini de ekleyelim.

Kubrick’in filmlerinde uyguladığı psikolojik baskı Duvall ile sınırlı kalmıyor elbette. Bir sonraki Kubrick yazımda değineceğim üzere, Eyes Wide Shut’ta da bu tarz eylemler mevcut. Ortaya her ne kadar güzel filmler ve oyunculuklar çıkmış olsa da sanat uğruna gerçek insanların gerçek hayatlarında bu denli sonsuza dek sürecek olan travmalar yaratmak ne kadar etik, tartışılır. Öte yandan tüm bu oyuncuların Kubrick ile çalışmaktan çok büyük mutluluk duyduklarını söylediklerini de ekleyelim tabii.

Umarız bu yazımızla The Shining ile ilgili olası sorularınızı cevaplayıp, keyifli bir okuma deneyimi yaşattık. Yazının başında bahsettiğim üzere, bu yazıya başlamadan önceki temel amacım seneler içerisinde bu film izlendikçe oluşan soruları tekrar tekrar cevaplayabilecek bir açıklamalar dizisi yaratmaktı. Bu konuda başarılı olunduysa, özellikle bu yazıdan sonra filmle ilgili bir tekrardan izleme arzusu yaratıldıysa ne mutlu! Tekrardan izleyecek olanlara ve hiç izlememişlere şimdiden keyifli seyirler diliyor, daha yeni izlemiş olmama karşın “Belki ben de tekrardan izlerim,” diyorum. Ne diyebiliriz ki, King ve Kubrick’in zihinlerinden çıkma filmin büyüsüne tekrardan hoş geldiniz!

Ece Mercan Yüksel


[1]  Jack garsona eşine ve de çocuklarına ne yaptığını sorunca garson “Onları düzelttim” der (I corrected them, Sir).  

[2] Karda ilerlemeye yarayan bir ulaşım aracı.

Bir Cevap Yazın