Drive My Car (2021) filmi ile 2022 En İyi Yönetmen Oscar Ödülü adayı olan Ryûsuke Hamaguchi’nin yine 2021 yapımı bir başka filmi olan Wheel of Fortune and Fantasy (Çarkıfelek), bizi içinde üç ayrı hikâyenin bulunduğu bir yolculuğa çıkarıyor. Farklı jeneriklerinden ve başlıklarından anladığımız kadarıyla birbirleriyle hiçbir alakası bulunmadığı ima edilen bu üç hikâyenin, aslında pek çok ortak noktası mevcut. Özellikle böyle parçalı anlatımları tercih ediyor ve onları “büyülü” buluyorsanız, Wheel of Fortune and Fantasy kaçırılmaması gereken bir yapım. Filmin adı direkt olarak nereden geliyor, bu konuda kesin bir bilgiye sahip değiliz, ancak filmin adını duyan ve Tarot desteleriyle uzaktan yakından alakası olmuş herkes klasik bir Rider-Waite destesindeki Kader Çarkı (Wheel of Fortune) kartını hatırlayacaktır. Kader Çarkı, Majör Arkana kartlarından olmakla beraber -yani gündelik ufak tefek olayları, karşılaşmaları ve tesadüfleri simgeleyen Minör Arkana gibi değil de gerçekten “kadersel” bir değeri olan, büyük, karmik ve anlamını ilk bakışta anlayamayacağımız olayları- temsil eder. Beklenmedik değişimler, gerçek olamayacak kadar büyük tesadüfler bu kartla birlikte gelir.

Bu açıdan düşündüğümüzde, filmin isminin aslen Tarot destesiyle uzaktan yakından bir alakası olmasa bile yine de “tesadüfen” oldukça uygun düştüğü açık. Zira filmdeki üç ayrı bölümde gerçek olamayacak kadar ilginç rastlantılar, dönüm noktaları ve karşılaşmalar görüyoruz. Buna ek olarak, bu üç bölümü de aynı çerçevede düşündüğümüzde fark ediyoruz ki üçü de rol içi rol içeriyor. Yani filmde yer alan oyuncuların rol icabı burada olduğunu biliyoruz ancak bu oyuncuların oynadıkları karakterler filmde de ya bilerek ve isteyerek ya da zorunda kaldıkları için rol yapmak durumunda kalıyorlar. Bu da ilginç bir ortak nokta olma özelliğini taşıyor. Bunun dışında, yine Drive My Car’da olduğu gibi karakterler oldukça karmaşık. İyi veya kötü diye aktarabileceğimiz herhangi bir karakter yok üç bölümde de. Bencillikleriyle, arzularıyla, hüzünleriyle ve pişmanlıklarıyla hepsi birer insan ve bundan daha doğal hiçbir şey yok. Filmin biçimsel karakteristik özelliklerine örnek olarak, yapılan ani zoom’ları verebiliriz. Bir aciliyet ve anilik hissi veren bu zoom’lar filmin aslında sakin ve “akışta” olan havasıyla olumlu ve filme enerji katan bir tezat oluşturuyor. Filmdeki üç bölümün ayrı ayrı incelemesine geçmeden önce son bir şey daha: Aslen kültürel olarak bize hem yakın hem de uzak olan Japonların farklı hayatlarından bambaşka kesitler görmek, insana eskiden “egzotizm” şeklinde nitelenen yapı içerisindeki tanıdıklığı anımsatıyor.

Büyü ya da Daha Az Güven Veren Bir Şey (Magic or Something Less Assuring)
Bu ilk bölümde iki yakın arkadaş Meiko (Furukawa Kotone) ve Tsugumi (Hyunri) ile birlikte bir taksinin içinde gidiyoruz. Hiç bitmeyecekmiş gibi görünen ve aklımıza Drive My Car’ı getiren bu taksi yolculuğunda Tsugumi yeni yeni görüşmeye başladığı ve muhtemelen âşık olduğu bir adamdan heyecanla bahsediyor. Yolculuk esnasında birbirine iyice açılan bu iki kadın, biz bunu daha sonraki sahnelerde anlayana kadar tam emin olamasak da aynı adama aşık. Meiko, Tsugumi’nin bu yeni tanıştığı adam hakkında anlatılanları en başta çok sevecen bir merakla dinlerken, zamanla yüzü düşüyor ve onun yüzüne geçmişin perdesinin yavaşça indiğini ve zihnen geçmişe gittiğini görüyoruz.

Hikâye gözlerimizin önünde yavaş yavaş açıldığından bu yüz düşmesinin sebebini tam bilemesek de, sonrasında Meiko’nun eski sevgilisinin ofisini neredeyse “basmasından” bu iki arkadaşın aynı adamla ilgilendiğini görüyoruz. Böylelikle hikâye basit bir arkadaş sohbetinden çok daha farklı bir yere gidiyor ve Meiko’nun geçmişte Kazuaki’yi (Ayumu Nakajima) aldattığını öğreniyoruz. Son derece sıradan ve gündelik bir sohbetten bir anda Meiko’nun pişmanlıklarla ve özlemle dolu dünyasına kısa sürede geçiş yaptıran kapıdan geçtiğimizde karakterlerle ani bir samimiyet kuruyoruz ve hayatlarına “seyirci” olduğumuz bu kısa süre içerisinde onlarla belki de çoğu filmde kuramadığımız bir bağ kuruyoruz. Filmdeki her üç hikâyenin de açık uçlu bir biçimde bitmesi karakterlerin zihnimizdeki anılarının havada asılı kalmasına yol açıyor. Ayrıca, iki yakın arkadaşın da aynı adamı birbirinden habersiz şekilde sevmesi durumunun imkânsızlığı insanın aklındaki “kadersellik” temasını güçlendiriyor. Buna ek olarak, Meiko’nun sevgilisiyle olan diyaloğunda insan ilişkilerinin ne kadar da çok yüzlü, anlaşılmaz ve karışık olduğunu ve aslında anlaşabilmenin imkânsızlığını görüyoruz.

Ardına Kadar Açık Kapı (Door Wide Open)
Bu bölümde anlatı tarzının biraz daha ilginç olduğunu, geçmiş, şimdi ve gelecek arasında kronolojik de olsa hızlı atlamalar yapıldığını görüyoruz. Nao (Katsuki Mori) kendinden yaşça daha küçük bir üniversite öğrencisi olan Sasaki (Shouma Kai) ile ilişkisi bulunan bir kadın. Evli ve bir çocuğu bulunan Nao ile Sasaki arasında yaşananlar daha çok fiziksel bir ilişkiye işaret ediyor. Bölümün en başında gördüğümüz karakterlerse Sasaki ve kendisini dersten geçirmesi için yalvardığı kayıtsız hocası Segawa (Kiyohiko Shibukawa). En başta öğrencilerden hiçbirini tanımadığımız bir sınıfa odaklanan kameranın “dikkati” dışarıdan gelmekte olan seslerle dağılıyor ve ne olduğunu anlamaya çalışan öğrencilerle birlikte biz de Segawa’nın ofisine doğru yöneliyoruz. Segawa’nın önünde diz çökmüş öğrenci ise elbette ki Sasaki’dir. Ancak Segawa’nın umurunda olan tek şey, önünde ağlayıp diz çöken öğrencisi değil, ofisinin kapısının açık kalmasıdır -ki dışarıdaki insanlar içeride yanlış bir şeylerin olduğunu düşünmesin-. Kameranın bu yolculuğu, olayların gösteriliş tarzı ve sıralaması oldukça sıradışı. Bölümün başında odak tamamen başka bir yerdeyken bir anda asıl olaya doğru çekilen izleyici, böylelikle hiç düşmeyen bir tempoyla karşı karşıya kalıyor.

Hikâyenin devamına gelecek olursak, Sasaki yeni romanıyla oldukça ünlenen Segawa’dan Nao aracılığıyla intikam almak ister. Öyle ki, amaç Nao’nun Segawa’yı baştan çıkarması, böylece Segawa’nın da saygınlığını kaybetmesidir ancak “kader” oyununu oynar ve Nao çok kritik bir hata yapar. Bölümün sonunda Sasaki ile Nao karşılaştığında görürüz ki Sasaki aslında vasıfsız birisi olmasına rağmen düzgün bir işte çalışmakta ve Nao’dan daha iyi bir konumda bulunmaktadır. Oysa yaptığı ufak bir hatayla Nao pek çok şeyini kaybetmiştir. Bu bölümde de pişmanlık ve kaderin ufak oyunları temasının ne kadar baskın olduğunu görebiliyoruz.

Yeniden (Once Again)
Moka (Fusako Urabe) lise buluşmasına gider ancak orada istendiğini bir türlü hissedemediği için orayı kısa sürede terk eder. Tren istasyonuna geldiğindeyse -oldukça sembolik bir tercih- ilk aşkıyla karşılaşır, daha doğrusu sonradan öğreneceğimiz üzere ilk aşkıyla karşılaştığını sanır. Bu bölümdeki en ilginç kısım ana karakterlerin sevdikleri ve özledikleri birileriyle karşılaştıklarını sanmaları değil, aksine, karşılaştıklarının “o” olmadığını anladıklarında dahi gülümsemeye devam edip, birbirleri için “o”ymuş gibi yapmaktan çekinmemeleri ve birbirlerine duygularını açmalarıdır. Nana (Aoba Kawai) ve Moka adeta katartik bir yaklaşımla birbirleri için gereken “o kişi” rolüne bürünürler ve bunu sonsuz bir samimiyetle yaparlar. Yetişkin olup kendi hayatlarını kurmuş ve ayaklarının üzerinde durabiliyor gibi görünen bu iki insanın aslında içlerinde senelerdir ne gibi özlemler ve hüzünler biriktirdiğini ve bunu çözebilmek için ne yapabileceklerini görmek izleyici için de en hafif tabiriyle “ufuk açıcı” bir deneyim olma özelliğini taşıyor. İkilinin kendi arasında yarattığı mucizeyle izleyici de adeta iyileşiyor ve samimi duygularla doluyor.

Sade renkleri ve anlatımıyla Wheel of Fortune and Fantasy hayatın farklı zamanlarında tekrar tekrar başvurulabilecek bir yapım. En az Drive My Car kadar yumuşak ve de sakinleştirici bir deneyim yaşatan filmin arka planında yine yoğun bir pişmanlık, hüzün ve de yalnızlık teması bulunsa da Drive My Car’da olduğu kadar yoğun veya gri tonlu değil. Zira Wheel of Fortune and Fantasy, Drive My Car’ın insanın şans eseri, belki de büyülü bir biçimde kendisini iyileştirebildiği, doğru olanı yapabildiği, iyileştiremese de bir şekilde yoluna devam edebildiği, hataların da o kadar acı olmadığı bir versiyonu. Filmin karakterleri öyle “hayatta” ki film bittikten sonra dahi bu karakterlerin bir şekilde yaşamlarına devam ettiklerini adeta biliyoruz ve düşündüğümüz zaman bu pek az filmde sahip olabildiğimiz bir lüks. 71. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Gümüş Ayı ödülünü kazanmış olan Wheel of Fortune and Fantasy, içindeki üç hikâyenin direkt olarak birbiriyle ilişkisi bulunmasa da bir araya geldiklerinde tek seferde anlaşılması güç ancak derin bir etki bıraktığı ayrıcalıklı bir yapım.
