TRIANGLE of SADNESS : Kızgın Ateşte Közlenmiş Beden Dili

İsveçli yönetmen ve senarist Ruben Östlund’un son filmi Triangle of Sadness (2022), yönetmenin özellikle Snow Therapy (2014) ile The Square (2017) filmlerinden sonra en çok beklenen yapım oldu. Geçtiğimiz Cannes Film Festivali’nde açılışını yapan film, bu yıl 28. L’Étrange Festival’in de odağı altında izleyicilerle buluştu. İlişkiler arası güç ve temsil edilen etiketler arasında belli bir hiyerarşi sisteminin bir nevi tablosunu çıkaran filmin başrollerinde Harris Dickinson (Carl), geçtiğimiz günlerde (29 Ağustos 2022) kaybettiğimiz Charlbi Dean (Yaya) ve Woody Harrelson (Tekne Kaptanı) yer alıyor. Toplamda 3 bölüme ayrılarak aktarılan kompozisyonda güzellik, para ve bireysel konum odaklı kıyaslama etmenleriyle karşılaşmak mümkün. Bölümleri “gemiye varmadan önce”, “lüks gemi” ve son olarak da “gemiden ayrıldıktan sonra” şeklinde değerlendirebiliriz. Festivalde filmin açılışında konuşma yapan Ruben Östlund, filminde Luis Buñuel’den etkilendiğini, eski Avrupa filmlerindeki algıyla günümüz toplumunu bir araya getirmeye çalıştığını söyledi. Kuşkusuz Triangle of Sadness’da Buñuel’in Le Charme discret de la bourgeoisie (1972) adlı filminin esintileri yoğunlukla rastlayabileceğiniz bir durum. Buna ek olarak Marco Ferreri’nin La Grande Bouffe (1973) filmine yönelik öğelerle de karşılaşabilirsiniz. Özellikle yemek eylemi statü gösterme noktasına vardığında, filmin bu iki yapımla olan ilişkisini ve eleştiri yapısını anlamak kolaylaşıyor.

Charlbi Dean & Harris Dickinson

Bir Tasarım Hatası Olarak Hayal Kırıklığına Uğramak

Yönetmenin Snow Therapy ve The Square adlı filmlerini takiben Triangle of Sadness’ı keder üçgeninin son halkası olarak değerlendirecek olursak, eleştiri oklarının “güzellik klişeleri” ve “en iyisi olma” kültlerine yöneldiğini söyleyebiliriz. Bu da bize bu “üst insan” başlığı altında tasarımsal veyahut yanlışlıkla yapılmış olması muhtemel insan modellerini karşımıza çıkarıyor. Böylece sentetik yargılar, birer ilkeymiş gibi, kendi içlerinde belli bir kesim adına temel yasalara dönüşüyor. Görünümün güce bağlı olarak potansiyel taşıyabilmesi Triangle of Sadness’da “güzellik” kavramının kolaylıkla öldürülebileceğine işaret ediyor. Her ne kadar başlangıçta güç yasası güzelliğe bağlı olup kendi endüstrisinin kapılarını aralasa da kompozisyon ilerledikçe gücün güzellik ile ilişkisi paramparça oluyor ve bu da “çirkinlik” kavramının tekrar kendini göstermesine olanak tanıyor. Bu şekilde en iyi markanın, provası yapılmış güzellik algısının, pazarlaması kısık ateşte bekleyen reklam dünyasının balonunun patlaması için sadece küçük bir iğne yeterli oluyor. Ruben Östlund, bu iğneyi her seferinde doğru yere batırıyor. Sonuç olarak metanın içinde bir başka meta daha doğmuş oluyor ve onun iğnesi de diğerleri tarafından elden ele dolaştırılıyor.

Woody Harrelson (sağda)

Kendi Hüznümü Satın Aldım, Artık Dans Edebilirim

Özellikle The Square ile karşılaştırırsak incelikten ve derin bakıştan uzakta kalan Triangle of Sadness, gücünü daha çok hicvindeki mizahından alıyor. Böylece filmin ritmi birkaç kez izleyicinin algısına takla attırabiliyor ve tahmin oyununa açık bir boş alan yaratıyor. Sığ bir dünyanın penceresini diliyle temizlemeye çalışan film, günümüzün küçük kapanık dünyalarına “merhaba” diyor. Besin zincirinde hangi insanın hangi kategoride yer aldığı ise tamamen filmin ikinci bölümünde ortaya çıkan lüks gemi / yat ile yelpaze gibi açılıyor. Bu şekilde ilk bölümde yalnızca tek yönlü bir eleştiri krizinin ortasındayken ikinci bölümle birlikte her kategorinin kendi içinde meta bir dünya barındırdığını görebiliyoruz. Mütevazı olmanın bedeli ise burada sadece ucuz bir temele hizmet ediyor, görünmeyen dibi perdeliyor. Hayatta kalma mücadelesi bireysel olarak bir toplumun içine mâl olduktan sonra nezaketin rolü de oyundan çıkıyor, tıpkı maddiyatın sergilediği gücün hızlıca sönüşü gibi. Bu da “endüstrileşmiş paraya” dayalı sektörün imha edilip “yalan”dan ibaret olan eşitlik ilkesinin yazılmaya başladığı an olarak yansıtılabilir.

Harris Dickinson & Charlbi Dean

Faturası Kesilen Bedenler

Fransa’da, sosyal medyada paylaşılan fotoğrafların altına yazılan ibareye gönderme olarak Sans filtre (Filtresiz) adıyla gösterime girecek olan Triangle of Sadness (“Hüzün Üçgeni”), adının anlamına filmin hemen ilk bölümünde açıklık getiriyor. Carl‘ın model seçimlerine katıldığı bir salonda, jüri üyelerinin kendisine kaşlarını çatarak yürümesini önerdiğini görüyoruz. Jüri üyelerine göre bir yüzde beliren çatık kaşlar, doğrudan kişinin alın bölgesinde ortaya çıkan bir “hüzün üçgeni” şeklinde ifade ediliyor. Hüzün üçgeninin bu şekilde hemen her bedende potansiyel bir varlık olarak dolaştığını düşünecek olursak filmin ikinci kısmında, yatta patlak veren olaylar silsilesi içinde, Kaptan’ın yemeği sırasında ortaya çıkan yüz ifadeleriyle bahsi geçen üçgenin iyi bir uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz. Bu ayrıntı ise filmde “derin” sayılabilecek tek yanı oluşturuyor. Bunun dışında, Ruben Östlund’un hiciv modellemesinde tekdüze dışavurumlarla karşılaşmak mümkün.

Senaryo yazımındaki doğrudan, açık ifade biçimleri olası tüm ipuçlarını yıkarken abartılmış mizah nüansları ise dozundan ötürü dikkat çekiyor. Toplumsal değerlerdeki ağır topların yerlerinin değiştirilmesi ve tam tersi yönde bir akışta aynı karakterlerle oluşabilecek bir toplumsal yapının değerlerini tekrar hayata geçiren filmde olup bitenler, güç bir kez yer değiştirdiğinde şiddetinin ağırlığından suskunlaşan ve katılaşan bedenler için bir nevi şölen niteliğinde. Öte yandan Kaptan’ın yemeğinde de tüm beklenti bu yönde ilerleyen bir kırılma evresini atlatıyor çünkü “pislik”in tanımı ihtişamın eteğine bir kez dokunduğunda ihtişam artık en baştaki varlığından çok uzakta kalıyor. Bu da “değiş-tokuş” eyleminde istençsiz kabullenme ile yapı bozukluğunu uyandırıyor. Ancak yapının bozulması noktasında neler yapılabileceğine dair herhangi bir “el kitabı” olmadığından, sergilenen tüm eylemler bütünü, çevresindeki herkesi kendine bağımlı kılıyor.

Sunnyi Melles & Alicia Eriksson

Besin Zincirinin Son Halkasının Hanımı Sarışının Kölesi Olmayacak

Triangle of Sadness ile görüyoruz ki bazı karakterlerden bazı nesneler alınıp diğer karakterlere verilse dahi sistematik yasaların varlığının içeriği ve net ağırlığı değişmiyor. Bir şekilde roller başka şekilde dağıtılabiliyor ancak güzellikte, mükemmellikte veyahut herhangi bir maddeye sahip olmaktaki eşitsiz duruş, hiçbir şekilde yön değiştirmeden yoluna devam ediyor. Bu da kendi içinde sonsuz bir döngü doğuruyor. Hatta zenginliğin hiçbir işe yaramadığı en ücra köşede dahi “zenginlik”, görünmez bir pelerin gibi kendini savurma yolunu bulabiliyor. Dolayısıyla arayışında olunan “eşitlik” sadece satılmayı bekleyen bir marka olarak havada süzülüyor. Bu da bir ceylanın gözünden akan maskaraya benziyor. Eşitlik ile eşitsizlik birbirine sağlam bir şekilde tutunmuş ve ortak sevgilerini son ana dek her şeyin ilk sırasına yerleştiriyor. Her ikisi de birbiri için var ve bu da onların sonsuzluk yemini olarak lanetini koruyor.

Burcu Meltem Tohum

28. L’Étrange Festival hakkındaki tüm yazılar burada.

Bir Cevap Yazın