EVERYTHING EVERYWHERE ALL AT ONCE : Bir Palimpsest Kaç Defa Kullanılabilir?

“Bir Marvel filmine kaç süper kahraman sığdırabiliriz?” sorusunun cevabı niteliğindeki Avengers: Infinity War (2018) ile Avengers: Endgame (2019) filmlerinin yönetmen koltuğunda oturan Joe ve Anthony Russo kardeşlerin prodüktör ekibinde bulunduğu ve Nisan 2022’den beri de adı gibi “heryerde” olan Everything Everywhere All at Once (2022), A24 şirketinin en çok hasılat yapan filmi oldu ve gişe rekoru üstüne rekor kırdı. Tabii bir filmin yüksek hasılat getirmesinin, o filmin kalitesi hakkında hiçbir anlam ifade etmediğini söylemek gerek. Dolayısıyla bu çok konuşulan, gösterime girdiği hafta sinemada izlerken yarısında çıktığım, ikinci izleyişimi küçük ekranda yaptığım film hakkında konuşmamız şart oldu.

Ke Huy Quan, Michelle Yeoh ve James Hong

Filmin senarist koltuğunda oturan Dan Kwan ile Daniel Scheinert çok iyi bir iş çıkartmışlar ancak aynı ikiliyi yönetmen koltuğuna aldığımızdaysa bazı sorunlar ortaya çıkıyor. Öncelikle yoğun bir şekilde gönderme yapılan film meselesi, bir türlü dozunda yapılamamış. Hayır, filmin de espriyle üzerini örtmeye, paçayı kurtarmaya çalıştığı gibi Ratatouille (2007) filminden bahsetmiyoruz, elbette izleyen herkesin fark ettiği gibi, 1999 tarihli Matrix söz konusu. Andy Warhol’un meşhur “çalacaksan en iyisinden çal” sözüyle dahi açıklanamayacak bir göndermeler bütünü, daha da doğrusu Matrix senaryosunun hafifçe değiştirilerek, farklı oyuncularla tekrar çekilmesi gibi bir durum ortaya çıkıyor. Yönetmenler elbette bunu bilinçli bir şekilde, seyircinin gözüne sokarak yapıyorlar ki güldürü unsuru varlığını korusun. Ama gerçekten de, aldığım notlar üzerinden şöyle bir saydığımda bile 14-15 adet Matrix göndermesinin, neredeyse orijinal filmdeki sırasıyla gözlerimizin önünde peyda olması, komik veya eğlenceli sıfatlarından fersahlarca uzak. Birkaç örneği not düşelim:

  • “Seni bu evrenden [Matrix’den] çıkartmak için herşeyi tehlikeye atıyoruz.”
  • “Jobu Tupaki [Agent Smith] ile dövüşen herkes öldü.”
  • “Kimse ilk evren sıçramasını başaramaz.” [verse jump / Neo’s first jump]
  • “Kahvenin tadı bile değişik geliyor.” [Mouse: Tavuğun tadı herşeye benzer.]
  • “Jobu Tupaki’yi [Agent Smith] sadece sen alt edebilirsin.” [“The one” göndermesi]
  • “Bana jimnastikçiyi ver” (Evelyn) – [Şu helikopteri kullanabilir misin? (Trinity)]
  • Ofis ortamında söylenen “dediklerimi harfiyen uygula” cümlesi.
  • Telefon [Matrix] gibi, Bluetooth ile “geçiş” yapılması.
  • Tupaki’de Evelyn’in, Smith’de de Neo’nun DNA’sının bulunması.
  • Kurabiye göndermesi [The Oracle] vs. vs. vs.
Jamie Lee Curtis

Bir filmden önemli ve sevilen bir sahnenin başka bir filmde tekrarlanması, ona şapka çıkartılması hep hoş sahneler doğurur, kişisel olarak çok beğendiğim, metinlerarası veya filmlerarası bir paylaşımdır söz konusu olan. Örneğin Bertolucci’nin Dreamers (2003) filminde Godard’ın Bande à part (1964) filmindeki Louvre sahnesinin tekrarlanması, Ming-Liang Tsai’nin Goodbye, Dragon Inn (2003) filminde King Hu’nun Dragon Inn (1967) filmine saygı duruşunda bulunulması gibi. Ancak adı üstünde “saygı duruşu” ise dozunda, “hırsızlık” ise de çaktırmadan yapılması amaçlanmaz mı? Everything Everywhere All at Once söz konusu olduğunda, Matrix göndermelerini bu iki sınıftan birine sokmak imkansız. Dolayısıyla filmin ilk yarısı boyunca, “neden bu göndermelerin bir sonu gelmiyor?” sorusuyla boğuşmaktan kendimizi alamıyoruz. Filmin sonunda Wachowski kardeşler çıkıp bir konuşma yapsalardı tüm taşlar yerine oturacaktı ama öyle bir şey de olmadı.

Michelle Yeoh (burada çekim açısı dahi gönderme yapılan filmle tamamen aynı)

Bu son derece bariz Matrix göndermeleri sona erdikten, daha doğrusu azaldıktan sonra (zira filmin sonuna dek sağda solda birkaç gönderme daha görmek mümkün) film yavaş yavaş kendi yolunu bulmaya, iyi yazılmış olan senaryo daha egemen bir şekilde görselliğe hükmetmeye başlıyor. Bu noktada Evelyn’in (Michelle Yeoh) kızı Joy (Stephanie Hsu) ile olan ilişkisinin şekil alması ve filme yön verme konusunda üzerine düşeni yapıyor olması önemli. Waymond’ın (Ke Huy Quan) boşanma davasını sırf eşiyle konuşabilmek için açtığının anlaşılması, Evelyn’in hiç göstermese de hep ailesini hayatının merkezine koyması, Joy’un kırılgan yapısının görünür kılınması gibi dokunuşlar filmi dramatik düzlemde yükselterek senaryoyu ön plana çıkartıyor. Sonsuz evren geçişleri içinde Budist öğretiye şapka çıkartan, Evelyn ile Joy’un varoluşlarını birer kaya parçası olarak sürdürdükleri sahne ise çok başarılı, gerçekten de hiçliğin ortasında boşluğa bakarak kahkaha atan iki taş, “görülmeye değer”.

Dediğimiz gibi senaryo filmin kendisinden çok daha iyi, “I can walk through you” gibi replikler veya boşanma “kavgasının” kung-fu kavgasıyla karıştırıldığı konuşmalar çok iyi yazılmış ve oyuncular tarafından da çok iyi kotarılmış, ne var ki filmin Matrix başta olmak üzere diğer filmlere veya film türlerine yapmış olduğu göndermelerin aşırılığı, dikkat dağıtmaktan başka bir rol üstlenemiyor gibi. Bir de meşhur “entertainment” kaygısı var tabii. Edebiyat tarihini neredeyse baştan sona, “varolan konuların sonsuz defa yeniden yazılması” olarak ele alan görüşü hatırlarsak, benzer bir şey sinema için de söylenebilir, belki aynı çekim açısı veya aynı dekor söz konusu olmaz ancak 1890’larda çekilen bir film ile 2022’de çekilen bir film arasında benzerlikler bulmak hiç de zor değildir. Hep benzer konular tekrar tekrar ele alındığı için sinema sanatını türlere, alt türlere vs. ayırabiliyoruz aslında, kategorileştirme gereğini duyuyoruz.

Michelle Yeoh

Demek istediğim, bir filmde başka filmlerden izler görmekten daha normal bir şey olamaz, ne var ki bu göndermelerin nasıl gerçekleştiği, referansların nasıl uygulandığı hayati önem taşımakta, zira “şeytan / sanat ayrıntıda gizlidir” sözü içi boş bir aforizma değil. Everything Everywhere All at Once onlarca filme ve türe göndermelerde bulunurken, asıl anlatmak istediğini net bir şekilde ortaya koyamıyor, filmde gerçekten de “herşey” var, ne yazık ki bu durum da “hiçlik” kavramıyla yakınlık gösteriyor: Bir dilde kullanılan tüm sözcükleri bir kitapta topladığınızda ortaya bir roman çıkmaması gibi, elimizde bir “sözlük” kalıyor sadece, sanatsal bir yaratım değil. Everything Everywhere All at Once için de senaryosu hayata geçirilirken, “seyirciye hoşça vakit geçirtmek” pahasına, içinde yüzdüğü göndermeler denizinde boğulduğu söylenebilir. Filmin “çoklu evreni” üç farklı çizgide ilerliyor:

  • Paralel evrenler ve bunlar arasında yapılan geçişler.
  • Joy’un büyüme sancıları ve intihardan vaz geçmesi.
  • Evelyn’in, sahip olduğu ailesinin değerini anlaması.
Stephanie Hsu & Tallie Medel

Bu üç konu da filmde işleniyor, ancak Joy’un büyüme sancıları temasının filmi özetlemeye yetebileceğinin de altını çizelim, zira baştan sona dek herşey Joy’a bağlanıyor, biraz Timur Bekmambetov’un Night Watch / Day Watch filmlerindeki duvar yazısı sembolü gibi. Hatta Everything… filmini, psikolojideki meşhur “her insan kendi evreninin merkezidir” saptamasının harfiyen uygulanarak sinemaya aktarılması şeklinde bile özetleyebiliriz. Belki bu üç konu dozunda işlenseydi, sürekli olarak birbirinin üzerine (superposition) düşmeseydi, filmin hayata dair felsefi duruşu daha ön plana çıkabilirdi. Bu da önemli bir ayrıntı çünkü sonda ortaya çıkan “herkes birbirine iyi davransın, nazik olsun” temennisi, gerçek hayatta herkes tarafından anında ret yese de aslında üzerine düşünülmesi gereken, altı dolu bir sav. Filmde altı pek doldurulamıyor çünkü sürekli olarak bir aksiyon koşturmacası içinde buluyoruz kendimizi. Yoksa daha önce bahsettiğim taş sahnesi oldukça iyi bir noktadaydı filmin felsefi altyapısını temellendirmede, ne yazık ki devamı gelmedi.

Satoshi Kon’a (Paprika, 2006) selam edilmiş.

Senaryo iyi olsa da, bu “çoklu evren” veya “paralel evren” fikrinin yeni olmadığını söylemeye de gerek yok sanırım. Film bu “başka evrenlere geçiş yapabilme” fikrini kesinlikle büyük bir buluş gibi sunuyor olmaktan kaçamıyor, bu da seyirciyi (en azından beni) filmden uzaklaştırabiliyor. Örneğin Fassbinder’in, bir bakıma Matrix’in fikir babası olan (Ghost in the Shell’i unutmadan) birkaç filmden biri sayılan 1973 yapımı World on a Wire’ı insanların simülasyon içinde yaşadığı fikri üzerine kurulu olsa da, 212 dakikalık süresi içinde sadece bu konuya odaklanmaz, dahası bu konuyu arkaplanına alarak, onu varoluşsal sorular sorabilmek için kullanır. Everything Everywhere All at Once ise paralel evrenler konusunu sunduktan sonra onu hem arkaplanı hem de ana konusu haline getiriyor, Joy’un ortaya çıkarak bir “cep evren” yaratması neredeyse filmin sonlarına doğru gerçekleşiyor.

Stephanie Hsu, Michelle Yeoh ve Ke Huy Quan

Kısacası bir anlatı içine birçok şey sıkıştırmaya, sığdırmaya çalışırken filmin ana çizgisi silikleşiyor. Sunduğu onlarca paralel evrenin bir toplamı haline gelen yapım, yeni bir şey sunamamış oluyor. Bu anlamda Everything Everywhere All at Once, “Hiçbir bütün, parçalarının toplamıyla eşdeğer değildir” saptamasının aksini ispatlar gibi adeta, çünkü normalde öyle olmaması gerekirken, tam olarak bir araya getirdiği parçalardan ibaret bir yapım. Tüm bu parçaların birleşimi sayesinde ortaya yepyeni bir duruş, diğer bir değişle makinedeki hayalet çıkamamış. Oyunculuklar, senaryo ve bazı sahnelerde öne çıkan aksiyon ritmi sayesinde rahatlıkla izlenebilir olan film baştan aşağı bir kayıp değil, dediğimiz gibi güzel ve anlamlı sahnelere ev sahipliği yapıyor, ne var ki kaldırabileceğinden çok daha fazla mürekkep yiyen bir palimpsest sayfası gibi, filmin anlatı iskeleti, daha fazla gönderme yapabilmek uğruna temel işlevini tamamen yitiriyor.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın