Dial M for Movie olarak, festivalin incelik göstererek sağladığı basın kartı sayesinde bu sene “resmen” katıldığımız 28. L’Étrange Festival’in programında, dikkatimizi en çok çekenlerden biri de Masahiro Shinoda retrospektifi oldu. En son restorasyonlarıyla beraber beyazperdede izleme şansı bulduğumuz yönetmenin retrospektif seçkisinde My Face Red in the Sunset (Yûhi ni akai ore no kao, 1961), Pale Flower (Kawaita hana, 1964), Assassination (Ansatsu, 1964), Samurai Spy (Ibun Sarutobi Sasuke, 1965), Double Suicide (Shinjū: Ten no Amijima, 1969), Silence (Chinmoku, 1971), Himiko (1974), Under the Blossoming Cherry Trees (Sakura no Mori no Mankai no Shita, 1975), Ballad of Orin (Hanare goze Orin, 1977), Demon Pond (Yasha-ga-ike, 1979) ve Gonza the Spearman (Yari no gonza, 1986) adlı filmleri yer almakta.

Japon Yeni Dalgası’nın (Japanese New Wave / Nihon nūveru vāgu) ustalarından 91 yaşındaki Masahiro Shinoda, günümüzün yaşayan sinema devleri arasında yerini alıyor. Kendisinin üstad Yasujirō Ozu’nun yanında yardımcı yönetmen olarak da çalıştığını hesaba katacak olursak Shinoda’nın kesinlikle keşfedilmeye değer çalışmaları olduğunu söyleyebiliriz. Erotizm ve şiddet temalarını narin bir aksiyon silueti altında sunan yönetmenin filmlerinde Nagisa Oshima yansımaları da bulmak mümkün. Bizim ise bu retrospektiften ilk olarak izlediğimiz film Under the Blossoming Cherry Trees (“Çiçek Açan Kiraz Ağaçları Altında”) oldu. Sadizm tonlarını sembolizm unsurlarıyla ortaya seren Shinoda, tutkunun en derin katlarını ziyaret etmemize olanak sağlıyor.

Makine Kontrol Altında
Ango Sakaguchi’nin Sakura No Mori No Mankai No Shita: Hoka Jūnihen adlı kitabından uyarlanan Under the Blossoming Cherry Trees’in senarist koltuğunda Masahiro Shinoda’nın yanı sıra yönetmenin diğer filmlerinde de ismine sıklıkla rastlayacağımız Taeko Tomioka bulunmakta. Filmde Dağ Adamı’nın (Tomisaburô Wakayama) konumsal durumu; adının dahi bilinmemesi, ne geçmiş ne de gelecekte yer almaması, onun başıboş bir şekilde hayat sahasının içine atılmış olduğunu gösteriyor. Daimî olarak sürüklenişi ve bir anlamda örtük bir tutkunun kölesi olarak kullanılması, içinde nefes aldığı bedenin varlığını inkâr ediyor. Senaryonun tüm akışı varlığı bilinmez, kimliksiz olan Dağ Adamı’nın yıkılışını işaret ediyor. Ancak onun yıkılışı dışsal değil daha çok içsel olarak gerçekleşiyor. Erkek merkezli toplumun sıklıkla mercek altına alındığı Under the Blossoming Cherry Trees’de manipülasyon yetisi yumuşak dokunuşlarla uyanmaya hazır bir sadizm akışını doğururken, aynı zamanda karakterler arasında belli bir körlük noktası da açıyor. Hiroko Isayama’nın canlandırdığı karakter, Dağ Adamı’nın uyandırılmaya hazır yanını temsil ederken filmin kompozisyonunda izleyici için hazırlanmış olan bir oyunun parçası haline geliyor.

Tepenin Gözleri Hipnotize Edilmiş Güçlerin Elinde
Masahiro Shinoda’nın gözünde Under the Blossoming Cherry Trees’deki dağların dili kesilmiş bir halde, gözleri ise çoktan yerlerinden çıkartılmış. Öyle ki yoğun bir sessizlik her yeri kapladığında kişi kendini engin bir düşsellik içinde buluyor. Tepelerin üzerine tünemiş meyveleri elde tutmak güç, onlardan tek bir iz görmek dahi imkânsız. Tekinsiz dağların ardında ağlayan dizler, hiç var olmamış bir geminin ışıkları hâkim. Shinoda’nın kamerasında eğer Hiroko Isayama’nın hayat verdiği karakter bir dalga olsaydı Dağ Adamı’nı çoktan çalıp savaşa götürürdü diyebilirdik. Yönetmen vahşi diye nitelendirilebilecek unsurları bu anlamda şiddetli şiirsel türe çevirip kendi nefes alışını hissettiriyor. Bunun yanında “tepelerin” birer “güç kaynağı” olarak sunulması yine birtakım temel benzetme ve kalıplarla ilgili göstergeler şeklinde karşımıza çıkıyor. Filmdeki derme çatma ev modelleri, mekânın kurulumu ve şehir ile olan vahşi yaşamın karşılaştırılması arasında kalan tüm aksesuarlar Shinoda’nın tiyatro temelli eğitiminin bir yansıması olarak kendini gösteriyor. Yönetmenin sembolizm ile iç içe geçmiş şiirsel aurası ise Shūji Terayama ile olan yakın çalışmalarına dayanmakta. Özellikle Pastoral: To Die in the Country (Den-en ni shisu, 1974) adlı filmi Under the Blossoming Cherry Trees üzerine okuma yapabilmek için yol gösterici olabilir. Buna karşın Masahiro Shinoda’nın isyancı yanının daha yüksek seviyede olduğunu söyleyebiliriz.

Şartlandırılmış Ceset
Film boyunca her anlamda “ölü” varlıklar görmek mümkün, bu bağlamda Under the Blossoming Cherry Trees bir tablo gibi karşımıza çıkıyor. Her ne kadar içinde suç ile sadizm arasındaki ince çizgide giden dalgalanmalar olsa da, bunu fırçasının en sanatsal yanıyla resmetmeyi başarıyor. Doğanın “vahşi, kültürsüz mekân” olarak çizilmesi ve buna karşın şehrin tam tersi olarak izleyiciye sunulması büyük bir ikiliği, ayrıca “şartlandırılmış” olanın hangi kalıplar halinde varlık gösterdiğini yansıtıyor. Oysa “kültür” kelimesi, etimolojisine baktığımızda tarımı, doğayı, ekme eylemini işaret eder. Shinoda, bunun farkında olacak ki Dağ Adamı’na, anlatının sonunda tam bu ikiliklerin ortaya çıktığı noktada ayrımın şiddetini vurgulatıyor. Sosyo-tarihsel olarak yönetmenin kendi hayatından da kişisel yaklaşımlar yakalanabilecek olan film, doğası gereği içsel bir depremin dışavurumunu taşıma konusunda bir görev üstleniyor. Tezatlıklar teması üzerinden ilerleyen yapımın adı dahi içeriği ile olan zıtlığa methiyeler yağdırıyor gibi.

Kiraz Çiçekleri Ölü Bedenlerin Yanaklarını Okşar
Film, uyarlandığı eserden izler taşıyarak dağlara, tepelere terk edilen ölü bedenleri de çağrıştırıyor. Bedenler dağlardan başka dağlar yaparken onları kamufle edebilecek tek şey olarak geriye kiraz çiçekleri kalıyor. Bir nevi delilik ve şiddetin temizleyicisi, masumiyetin ifadesi olarak maske niteliği taşıyan bu çiçekler tarihe, yaşanmışlığa perde çekmek için kullanılıyor. Adeta bir bütünlüğün parçası haline gelen eylemin kendisi, kötülüğü unutturmak için varlık gösteriyor. Under the Blossoming Cherry Trees’de aynı şekilde kötülük en görünür vaziyette saklanmış, gizlenmiş olarak etrafta dans ediyor. Aynayı en narin biçimde çatlatabilecek derecede nazik bir tutumun, bir ses tonunun insan üzerinde açtığı derin çukurun boyutlarında bizi gezdiren Shinoda, yalnızlık gibi kişisel ruh hallerini çeşitli bedenlere yansıtıp insan durumlarını (condition humaine) sergiliyor. Tamamen dualitenin hâkim olduğu film L’Étrange Festival’de, yüksek kalitede restore edilmiş haliyle izleyicilerin üzerine görünmez kiraz çiçekleri serpiştirdi.
28. L’Étrange Festival hakkındaki tüm yazılar burada.
