WOLFWALKERS: Özgürlüğe Uluma

2020’de Tomm Moore ve Ross Stewart tarafından Cartoon Saloon çatısı altında üretilen yapım, aynı yıl AppleTV+’ta gösterime girdi. Wolfwalkers, Moore’un “Irish Folklore” adını verdiği üçlemenin son filmi. Yönetmenin tabiri ile önceki iki filmde öğrendiklerini bu filmde tek bir noktada toplayıp elmadan son bir ısırık almışlar. Önceki filmlerde olduğu gibi İrlanda mitolojisinin derinliklerinde dolaşılmış. Fakat üçlemenin ikinci filmi Song of the Sea’nin (2014) aksine burada yoğun bir tarihsel anlatı bulunuyor. Hikâye 1650’ler İrlanda’sının Kilkenny adlı kasabasında geçiyor. O yıllar İrlanda‘yı etkileyen ve etkileri günümüzde dahi görülmeye devam eden olaylar silsilesi filmin odak noktası olmuş. 1650 yılında Oliver Cromwell’in İrlanda’ya gelmesi ve kendini “Koruyucu Lord” olarak tanıtarak bir taraftan halkın özgürlüklerini kısıtlarken diğer taraftan doğaya, tabiata hükmetme arzusu ekibin kaleminden gerek senaryoya gerekse görselliğe yansımış.

Oliver Cromwell o yıllarda, filmde olduğu gibi ormanları yakmaya ve kurtları yok etmeye çabalamış. Bunun sebebi olarak Cromwell yönetimine karşı çıkan isyancıların ormanlarda gizlenmesi öne sürülüyor. Cromwell yalnızca isyancıları yakalamak için ormanları yakıp kurtların neslini tüketecek bir hareketi başlatmakla kalmamış aynı zamanda halkın inançlarını da değiştirmek için çabalayıp baskı altına almıştır. Bu durum filmde de ikili düzlemde (kurtlar / insanlar) karşılık bulmakta. Film tarihi olaylara yüksek ölçekte bağlı kalsa da sonuç olarak bir animasyon olmasından ve hayali bir dünya kurmasından ötürü gerçeklerle bağını bir nebze olsun koparabilmek için Oliver Cromwell’in gerçek ismini kullanmak yerine tarihteki lakabını yani Koruyucu Lord ismini kullanmış. Tarihte Cromwell dini olarak çok özgürlükçü biri olarak görünse de aslında çok katı biri olduğundan bahsedilir. Zaten gerçeklere dayalı olan Protestan baskısını filmde de görüyoruz. Halkı yönetme arzusunu, doğayı ehlileştirme(!) çabalarını daima dini bir amaca bağlıyor.

Yönetmen Ross, Cromwell’den İrlanda halkının ulusal olarak sevmediği bir kişilik olarak bahsediyor. Bunda haksız sayılmazlar sonuç olarak Cromwell öncesi dönemde daha anaerkil bir sistem ve doğa ile iç içe, ona saygı duyar biçimde süregelen bir yapı bulunmaktaydı, Cromwell bunun bozulmasına öncülük etmiştir. Film, eskinin anaerkil düzenini, Maria Doyle Kennedy’nin seslendirdiği Moll karakteri üzerinden anlatıyor. Moll’ün bedeni hâlâ orada olsa da ruhu istilacılar, sömürgeciler tarafından esir edilmiştir, aynı İrlanda halkının kültürel değerleri gibi. Fakat film hâlâ o değerlere bağlı kalmanın önemini dile getirirken; annesini bırakamayan hatta bırakmak istemeyen Mebh (Eva Whittaker) aracılığıyla, sömürü ne kadar şiddetli ve uzun sürse de bir yerlerde toplumun özünü içinde barındıran tohumların gelecek nesillerin ellerinde olduğunun altını çiziyor.

Sömürgeciliğe ve insanların bireysel özgürlüklerine ket vurulmasına karşı çıkan film, bu konuları insan-doğa arasındaki ilişki özelinde inceliyor. İnsan-doğa bağlantısı bir taraftan orman yangınları (ki yönetmenin dediğine göre yakın dönemde meydana gelen Avusturalya yangınından bir hayli etkilenmişler) doğal düzeninde huzur içerisinde yaşayan hayvanlara zarar vermek ile gösterilse de diğer taraftan mitolojik bir anlatı tercih edilerek therianthropy ile (insanların mitolojide veya kurgusal metinlerde hayvana dönüşme / dönüşebilme durumu) anlatılıyor. Therianthropy, kurt ile insan arasında bir bağ kurarak kullanılmış: İnsan bedeni uyurken ruhunu serbest bırakarak bir kurt formuna dönüşüyor. Bedeni ise uyur vaziyette yatağında kalıyor. Ruhun beden uyurken özgür kalması ve özgürlükleri ile bilinen kurtların formuna bürünmesi, insanın mutlak özgürlük için uyurkenki hâli gibi kendisini tamamen serbest bırakması ile mümkün olacağına bir gönderme.

Sonuç olarak çevrenin baskısı olmasa dahi kimi zaman kendimiz ile mücadele ederek kendi kendimizi kısıtlıyor, özgürlüğümüzün önüne engeller koyuyoruz. Robyn (Honor Kneafsey) ormanları özgürlük olarak tanımlarken aslında İngiltere’ye, yuvasına olan özlemini dile getiriyor. Ormanların özgürlüğünü İngiltere’nin özgür ortamına benzetiyor. Bu durum filmin bir noktada seyirci üzerinde kafa karışıklığı yaratmasına sebep olabilir. Wolfwalkers sömürgeyi İrlanda üzerinden anlatıp İngilizlerin 1650’lerdeki baskıcı tutumunu gösterirken merkezine İngiliz bir karakteri koymuş. Bu duruma iyimser bir şekilde bakacak olursak gelecek nesillerin birbirlerini dinleyerek, zor da olsa seleflerine sözlerini geçirerek sömürgeciliği ortadan kaldırabileceklerini söylemek istemiş olabilirler pekâlâ. Sonuç olarak Robyn ile babası Goodfellowe (Sean Bean) arasında en ihtiyatlı ve barışçıl yol izleyen Robyn idi. Ayrıca Goodfellowe’un ismini Shakespeare’in A Midsummer Night’s Dream oyundaki Puck karakterinden aldığı düşünülürse bu çıkarım pek de yanlış olmayacaktır.

Hikâye içerisinde karakterlerin özgürlükleri sıklıkla başka bir karakterin onu koruma isteği ile engelleniyor. Lord Protector halkı korumak ister bu yüzden Goodfellowe üzerinde baskı kurar, Goodfellowe kızını korumak ister bu yüzden onun üzerinde baskı kurar ve bir anlamda onu kafese hapseder. Robyn ise Mebh’i korumak için filmin bir noktasında onu kafese kapatır. Bu durum adeta zincirleme bir hiyerarşi ortaya koyuyor. İnsanlar sürekli karşı taraf için, sevdikleri için iyi olduğunu sandıkları şeyleri yapıyorlar fakat bu onlara daha fazla zarar veriyor, özgürlüklerine engel olmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu bağlamda kendimiz için neyin iyi olduğuna ancak kendimiz karar verebiliriz. Başka insanların bizim için yaptığı gelecek planları bize ancak zarar vererek hem bize hem de yardımcı olmak isteyen insanlarla olan ilişkimize zarar verecektir. Wolfwalkers bunu hem hikâyenin yüzeyinde hem de alt metninde işliyor fakat esas etkileyici olan bunu görselliğine de yansıtması. Moore üçlemenin ilk iki filminde olduğu gibi bunda da karakterlerin esaretini çerçeveyi daraltarak yapmayı ihmal etmemiş. Karakterler ne zaman sıkıntılı bir durumla karşılaşsalar ya da bireyselliklerine engel olunsa çerçeve daralıyor, renkler daha karanlık tonlara evriliyor.

Peki özgürlüğe ket vurulmasından ve sömürgecilikten bu denli yakınan bir film bunların önüne geçmek için bir çözüm ya da tavsiye veriyor mu? Hem evet hem hayır. Filmin sonunda kendi yurtlarını terk etmek zorunda kalan, çiçekli karavanlarıyla İrlanda kültüründeki gezginlerden biri olan karakterler düşünülürse aslında pek de bir cevap vermiyor. Fakat kapanıştan önce hepsinin birlik olarak mutlu bir tablo çizmesi ve özgürlüğe olan hasretlerinin uluması da diyebileceğimiz haykırışlarının uzaktaki kasabalılar tarafından güzel bir müzik olarak tanımlanması düşünülürse cevap apaçık ortada. İnsanların kavga etmeyi bırakıp çok geç olmadan birlik hâline gelmesi ile bizi kısıtlayan zincirlere ve sömürgeleştiren kişilere karşı koyabiliriz.

Film stilize bir görsellik kullanarak son zamanlarda sıradanlaşan Disney, Pixar filmleri gibi görünmeyi reddediyor. Artık bağımsız stüdyoların bile 3D “ultra-gerçekçi” çalıştığı şu yıllarda takdir edilesi bir iş ortaya çıkmış. Zaten üçlemenin ilk filmi olan The Secret of Kells (2009) zamanında da diğer stüdyolar yeni yeni 3D alanına yönelmişken Moore’un bu tarzda ısrarcı olması, az emek değil. Her bir karesi el emeği olan filmin çizim tarzında Kelt düğümleri kullanılmış. Bütün atmosferin bu düğümler üzerinden oluşturulması insanların birbirleri ile sıkı bağlar kurması gerektiğini bir kez daha hatırlatır nitelikte. Gördüğümüz karakterlere daha da yaklaşmamızı sağlayan unsurlardan birisi de, hafif silik kılavuz çizgilerin bazılarının çizim üzerinde bırakılması olmuş.

Son söze geçmeden önce müziklerden de bahsetmek gerek. Şu anda bu satırları yazarken arkada Wolfwalkers albümünü dinliyorum. Uzun bir süre de dinlemeye devam edecek gibiyim. Bruno Coulais ve Kila her parçada inanılmaz bir iş ortaya koymuş. Fakat özellikle Aurora’nın 2016’da çıkan Running With the Wolves adlı eseri gerek bulunduğu sahne gerekse Aurora’nın pürüzsüz fakat bir o kadar saldırgan sesi ile bana kendini en çok dinleten, beni en fazla etkileyen parça oldu. Moore müziğin çaldığı sahne üzerinde çalışırken tesadüfen bu parçayı keşfettiğini söylüyor. Fakat sırf bu müzik için kasıtlı olarak tasarlanmış bir sahne gibi adeta. Sonuç olarak elimizde son dönemde üzerimize yağdırılan Pixar tarzı filmlerin aksine, daha farklı bir animasyon var: Aziz Patrick’den Étaín’e kadar İrlanda’nın en derinlerine dalacağınız bir film. Tarihsel anlatısı da yabana atılmamalı. Gerek çocukların gerek yetişkinlerin keyif alacağı bir yapım olan Wolfwalkers özellikle animasyon severlerin mutlaka izlemesi gereken bir film.

Ömer Faruk Orhan

Bir Cevap Yazın