Gerçekliğin Üzerindeki Perde: ABRE LOS OJOS ve VANILLA SKY’da Aldatma, Kimlik ve Özdüşünüm Üzerine

1996 yapımı Tesis (Tez) ile oldukça ünlenen Alejandro Amenábar’ın hemen ertesi sene yönetmenliğini yaptığı ve Tesis’de de yer almış Eduardo Noriega ve Fele Martínez’i başrollerinde gördüğümüz Abre Los Ojos (Open Your Eyes / Aç Gözünü, 1997) insanın kolay kolay unutamayacağı türden bir film. Bu yazıda, Penélope Cruz ve özellikle La Casa de Papel (Money Heist, 2017-2021) dizisindeki Alicia Sierra rolüyle tanıdığımız Najwa Nimri’nin yer aldığı filmi hem inceleyecek hem de 2001 yapımı Hollywood versiyonu Vanilla Sky (Sıradan Gökyüzü) ile karşılaştırmasını yapacağız.

DİKKAT: Bu yazının tamamında, Abre Los Ojos (1997) ve Vanilla Sky (2001) filmlerinin sonlarını ve kilit noktalarını açık eden bilgiler mevcuttur.

Bütün erkeklerin yerinde olmak istediği César (Eduardo Noriega) karakteri dışarıdan bakıldığında her şeye sahip olan genç bir adamdır. Ailesinden kalma büyük bir mirası, istediği kadını her an etki altında bırakabilecek bir görünüşü, sevdiği ve güvendiği bir arkadaşı (Pelayo rolünde Fele Martínez), çok güzel bir evi ve de işi vardır. Tabii sinemada, hele de bir Amenábar filminde tahmin edebileceğimiz üzere bu kadar “mükemmel” ve herkesin imrendiği bir karakterin mutluluğu çok da uzun süremiyor. Adeta tüm bu sahip olduğu şeyler sebebiyle cezalandırılırcasına, César çok kızdırdığı partnerlerinden birisi tarafından ölüme sürükleniyor. César’ın başka bir kadınla (Sofia rolünde Penélope Cruz) ilgileniyor olmasını sindiremeyen Nuria (Najwa Nimri),César’ın da içinde bulunduğu arabayı bilerek ölüme doğru sürüyor. Nuria ölüyor ancak César’ın güzel yüzü geriye dönüş olmayacak şekilde bozuluyor.

Eduardo Noriega & Penélope Cruz

Burada César için inanılmaz yoğun bir “vicdan azabı” ve “suçluluk” hissi söz konusu. Daha Sofia ile tanıştığı ve ona âşık olduğu gecenin sabahında Nuria’nın arabasına binmiş olmanın ve her iki kadına birden sahip olmak istemenin verdiği suçluluk belki de bu kazayı hak ettiğini düşündürüyor César’a. Bu suçluluk hissi de çoğu insanda olduğu gibi, dışarıya yönelik bir agresyon şeklinde vücut buluyor. César’ı yiyip bitiren suçluluk duygusu, seyircinin üzerine de bir karabasan gibi çöküyor: “her şeye birden sahip olamazsın”, “bu kadar varlık ve mutluluk en sonunda yalnızca acı getirir”, “parayla mutlu olunmaz” vb. gibi inançları daha ilk bakışta yakalamak mümkün. Yine de filmin ana teması gerçeklik-hayal-sanrı ekseninde gerçekleşen çatışmalar olduğu için, filmin özümsediği ve yansıttığı bu inançlar üzerindeki odağımızı yitiriyoruz.

Chete Lera

Korkunç Bir Kâbus mu Yoksa Muhteşem Bir Rüya mı?

Başına gelenlerden ötürü Nuria’yı suçlu tutan César cinayetle suçlanırken, hapishanede onun için bir baba figürü hâline gelen adli psikoloğa ruhunun gizemlerini açmaya başlıyor. Bolca flashback’e tanık olduğumuz sahneler, geçmişle gelecek arası bir köprü görevini üstleniyor. Bu sahneler sayesinde César’ın hapishaneye nasıl düştüğünü görme imkânı buluyoruz ancak filmin yaptığı bu “açıklamalar” César’ın mental sağlığıyla alakalı çok daha fazla soru doğuruyor yalnızca. Nitekim filmin sonunda her şeyin yalnızca César’ın zihninin kendisine oynadığı çok kötü bir oyun olduğu ortaya çıkıyor – gerçi mental hastalıklar da böyle değil midir sorusu akıllara Memento (Akıl Defteri, 2000) ya da Shutter Island (Zindan Adası, 2010) filmlerini getiriyor – ve böylece aslında ortada herhangi bir cinayetin olmadığını, her şeyin yalnızca kazadan sonra hayatı tepetaklak olan César’ın bir kurtuluş umuduyla rüya aleminde yaşamayı seçmesi olduğunu anlıyoruz.

Eduardo Noriega

Psikoloğun filmin sonunda kendinin gerçek olduğunu ispatlamaya çalışması, ancak en sonunda kendisinin yalnızca César’ın zihnindeki karakterlerden biri olduğunu fark etmesi, buna verdiği tepki ve varlığındaki amaçsızlık, yalnızca başka bir kişinin hayatında bir figüran olmanın verdiği umutsuzluk, sinema tarihinde eşi benzeri zor görülen türden. Bu sahnenin Vanilla Sky’daki versiyonuysa maalesef ki kötü bir kopya ve basit bir bulmacanın cevabıymış gibi görünüyor. Abre Los Ojos’taki derinlik ve psikolojik yıkım asla Hollywood versiyonunda mevcut olamıyor.

Fele Martinez & Eduardo Noriega

Filmin sonuyla ilgili akıllara gelen bir başka soruysa şu: César’ın rüyası kâbusa dönüşmeseydi o zaman César bunun bir rüya olduğunu ve aslında kendini kandırmakta olduğunu anlamayacaktı. O zaman da sonsuza dek bu rüyanın içinde yaşayabilecekti. Dolayısıyla rüya güzel kalsaydı, César’ın kandırılıyor olmasında bir problem yoktu. Sorun sadece hem kandırılmayı seçmesi hem de bu sebepten acı çekmesi miydi? Bir başka soru da şu: İnsanların César’a bakışı ve davranışı – en azından kendisini sevip benimseyen insanların- gerçekten de César’ın yüzü kazada mahvolduğu için mi değişiyor yoksa Pelayo’nun da dediği gibi, yüzü artık eskisi gibi olmayan César kendisini itici bulduğu için buna uygun davranıyor ve kendini gerçekleştiren bir kehanet mi geliyor meydana?

Najwa Nimri

Vanilla Sky ve Haşmetli “Baba” İmgesinin Ezici Ağırlığı

Tom Cruise’lu Cameron Crowe filmi Vanilla Sky’da ise “daddy issues” yani “baba problemleri” inanılmaz belirgin. Bir Amerikan filmi olduğu için Vanilla Sky’da bu tarz görsel ipuçlarını daha kolay bulabiliyoruz. Filmde baba portresi Cruise’un canlandırdığı David karakterinin evinin ortasında gözdağı verircesine duruyor. Baba karakterinin personası o kadar kuvvetli ki ölmüş olması bile David’in üzerindeki etkisini yitirmesini sağlayamıyor. Hatta aksine, ölümüyle daha da devleşen ve neredeyse bir mit haline gelen babasının David üzerindeki etkisi gittikçe artıyor. Baba karakterinin çıkarmış olduğu kitap, kendi sektöründe bir öncü olması ve hatta bir “Tanrı” gibi görülmesi bu baba mitini hepten kuvvetlendiriyor. Baba kişisi bu sözü geçen kitapta David’den ancak tek bir cümleyle bahsetmiş ve David’in de filmde sözünü ettiği gibi babası onun yüksekten korkuyor olmasını asla kabullenememiş (ki filmin sonunda David’in tüm bu ağırlıklardan, üzerine yapışan etiketlerden ve korkulardan nasıl sıyrıldığını göreceğiz).

Tom Cruise

Filmin IMDb sayfasında yer alan özette David için kibirli ve zevk düşkünü bir karakter denmesine katılmak güç. Aksine, babasının inşa ettiği imparatorluğun ağırlığı altında ve kendisine biçilen rollerin etkisi altında kalan bir adam David. Amerika’da yaygın olduğu üzere Tom Cruise’un David’i kendi babasıyla birebir aynı isme sahip (David Aames Jr. – David Aames), bu da filmde ekstra önem kazanıyor zira David babasının yalnızca bir uzantısı olarak görünüyor. Her ne kadar aynı kadınla birden fazla kez görüşmüyor olmakla övünüyor olsa da bu onun zaten insani ilişkiler ve bağlanmada sorun yaşadığının, buradaki girdabı da bu (yakışıklı, genç, zengin, insanların ilgisini çeken adam) personasıyla örtmeye çalıştığının bir kanıtı.

Penélope Cruz & Tom Cruise

Toplumsal Buhran ve Beyaz Perde

Vanilla Sky özelinde filmlerin vizyona giriş tarihiyle izleyicide bıraktığı izlenimler arasındaki bağdan söz edebiliriz belki de. 9/11’dan (11 Eylül saldırıları) 3 ay sonra vizyona giren Vanilla Sky, oldukça karanlık ve acı, soğuk gerçekleri insanın yüzüne çarpan bir film. Hâliyle izleyicinin Vanilla Sky’ı aynı zamanlarda vizyona giren ilk Yüzüklerin Efendisi filmi Yüzük Kardeşliği (The Lord of the Rings: Fellowship of the Ring, 2001) kadar sevmemesi normal sayılabilir. Zira insanlar “fantezi edebiyatı” diye nitelendirdikleri LOTR’da (Lord of the Rings) gerçeklikten bir kaçış yolu buldu – tabii bunun doğruluğu oldukça tartışmalı: Gerçeküstü öğeler taşıyan her filmi gerçeklikten kaçış olarak görmek maalesef çoğumuzun düşebildiği bir hata. Halbuki LOTR dünya tarihinden de fazlasıyla örnek içeren, aslında oldukça gerçekçi ve karanlık bir yapım denebilir. – Yine de LOTR’un insanın sadece kendi en büyük korkularıyla ve yalnızlıklarıyla baş başa kaldığı ve kâbus üzerine kâbus görmekten başka çaresinin olmadığı Vanilla Sky’dan daha çok umut içerdiği de aşikâr.

Tom Cruise

Penélope Cruz’un oyunculuğu orijinal filmde ne kadar doğal, içten ve inandırıcı ise, maalesef Vanilla Sky’da durum bunun tam tersi. Orijinal film de tıpkı Cruz’un oyunculuğu gibi daha doğal, sakin ve de inandırıcı. Vanilla Sky ise Amerika’dan bize gelmiş her şey gibi yapay ve plâstik bir tat bırakıyor ağızda. Yine de Tom Cruise’un oyunculuğu sayesinde filmin acısı ve histerisi izleyiciye geçebiliyor. Tabii Tom Cruise’un Tom Cruise oluşu ve onu çok daha farklı filmlerde ve rollerde görmüş olmak bize bir film izliyor olduğumuzu sık sık hatırlatıyor. César’ın yakışıklılığı göze batmıyor zira o bir o kadar da incinebilir, tecrübesiz ve de “bizden” biri. Ancak Tom Cruise’un yıldız personası öyle büyük ki, izleyici o kaza geçirdiğinde ve görünümü tamamen bozulduğunda onun bu sebepten ortaya çıkan öfkesi ve de kendini kaybetmesinde boğuluyor. César ise karakter yönü ve psikolojik derinliği biraz daha ağır basan biri. Cameron Diaz’ınsa Julia rolüne oturmadığını söylemek mümkün. Bu şekilde materyalist ve tabiri caizse her daim “sarışın bomba” olarak yansıtılan bir karakterin filmdeki gibi histerikleşip kendine ve de sevgilisine zarar verebilecek bir karaktere dönüşebildiğini düşünmek çok güç.

Cameron Diaz

Bu satırları okuyan sinemaseverleri farklı düşüncelere sevk etmek amacıyla Vanilla Sky ve Abre Los Ojos’un ortak olarak sordurduğu bir başka soruya gelelim: Hayatımızdaki her şeyin çabasız şekilde mükemmel olmasını ister miydik yoksa bu mükemmelliğe zorluklarla ve çabayla ulaşmak mı onları değerli kılıyor? Ya da rüyada olanı gerçekte olandan daha aşağı kılan nedir? Döneminin Mulholland Drive’ı (Mulholland Çıkmazı, 2001) ile aynı tarzda bir gerilime sahip olan bu iki film, yine aynı şekilde “yanlış” hatıralar, insan zihninin yaşadığı acı verici olayları maskelemek için kendine yalan söylemesi ve rüyalar, paralel senaryolar uydurması üzerine. Tabii David Lynch’in Mulholland Drive’ının aksine bu iki filmdeki ana karakterlerimiz gurur verici bir şekilde gerçeği seçiyor, hem de en korkulu rüyaları olan yüksekliğe yaklaşmak ve hatta oradan atlamak pahasına da olsa…

Gerçek Yalan Söylemeye Başladığında

Eğer iki filmin de ilk sahnelerini hatırlarsak hem César’ın hem de David’in alarmında iki ayrı Penélope Cruz karakterinin “abre los ojos” yani “aç gözlerini” dediğini duyuyoruz. O sırada daha Cruz’un canlandırdığı karakterlerle tanışmadığımızı düşünürsek, filmin en başları da pekâlâ birer rüyaya ait olabilir. Her iki film de gerçeklik algımızla bu şekilde dalga geçiyor. Buna ek olarak, daha önce de kısaca sözünü ettiğimiz üzere filmin yayımlandığı zamanın ruhuna paralellik gösterir şekilde karakterlerin içinde sonsuz bir şüphe ve “bana zarar vermek istiyorlar” ve “izleniyorum, takip ediliyorum” paranoyası mevcut. Abre Los Ojos ve Vanilla Sky pek çok farklı janraya birden değiniyor. Özellikle filmin orijinalinde inanılmaz belirgin olan o femme fatale imgesi, suç unsurları ve az önce lafı geçen sonsuz paranoya bize Film Noir’ı anımsatıyor. Bazen de etik olana vurgu yapan, çok görünür olmasa da ahlaki bir tınısı olan yapımlar olduğunu söylemek mümkün bu iki film hakkında. Yaptıklarının sonucunu çok ağır olsa da yaşamak zorunda kalan erkek ana karakter/ler insana adeta ne yapılmaması gerektiğini öğütlüyor. Bu didaktik tınının biraz rahatsız edici olduğunu söylersek abartmış olmayız.

Tom Cruise

Sürekli bir ikilik kurarak (güzellik-çirkinlik, zenginlik-fakirlik, delilik-aklıselimlik, geçmiş-gelecek, gerçek-kurmaca, kâbus-rüya, hayal-gerçek) derdini anlatmaya çalışan filmde hayat felsefesi anlamında bile bir ikilik bulmak mümkün: Hayat gerçekten de bu kadar rahat yaşanması gereken bir şey mi yoksa basit olarak nitelendirdiğimiz karşılaşmalar ya da sevişmeler aslında bizi bağlayan sözleşmeler mi yaratıyor? Yine de bu ikiliğin ima ettiği sonuç çok da kabul edilebilir bir sonuç değil zira Julia / Nuria karakterleri ruhsal bozuklukları olan ve yaptıkları hiçbir şekilde savunulamayacak karakterler. Bu davranışların normalize edilmesi ve bir erkeğin / kadının sırf düşüncesiz davrandı diye bu kadar ağır sonuçlarla karşılaşması bu tarz patolojik davranışları maalesef ki destekliyor.  

Sonuç olarak her iki filmin de birer kez izlenip yorumlanabilecek filmler olmadığını söyleyebiliriz. En az 3-4 kez izlenmiş olsa bile izleyicinin sindirmesi, kendisini duygularından arındırıp objektif gözle bakması çok zor. Öyle ki izleyici filmi izlerken hem olayları anlamaya çalışırken inanılmaz bir enerji sarf ediyor, ikinci ve üçüncü izleyişlerinde de hissettiği kırgınlıklardan ve kendi kayıplarından, hayatın da acı yüzüne dair hislerinden ötürü duygularının altında eziliyor ve yine gerekli zihinsel berraklığı edinemiyor. Vanilla Sky’da muhtemelen izleyicinin tembel olduğu düşünülerek çok daha fazla görsel ipucu verilirken – örneğin David karakterinin favori ressamı Monet’nin gökyüzü tasviri kullanılmış David’in yapay gerçekliğinde – filmin orijinalinde ipuçlarını yakalamak biraz daha izleyiciye kalıyor. Tekrar tekrar izleyip yeni detaylar keşfedilmesi dileğiyle: İyi seyirler!

Ece Mercan Yüksel

Bir Cevap Yazın