American Animals : Adalet ve Mülk

Adalet mülkün temelidir: Tüm mahkeme salonlarında duvarda kocaman harflerle yazan cümle. Mülk burada “devlet” anlamında kullanılıyor ama bunun farkında olan çok az kişi var. Garip olansa, o sözcüğün gerçekten “malvarlığı” anlamına geldiğini zannetsek bile, çok azımızın “bir saniye, neden mülkün temeli, ne alaka?” diye soruyor olması. Öyle bir durumda “Adalet, yaşama hakkının temelidir” daha mantıklı bir cümle olmaz mıydı? Kanıksama söz konusu sanırım, kapitalist bir dünyada, mal ve mülkün temelinde adaletin yattığı bilgisinin zihinlerde meşrulaşması bir anlamda. 

Sinema salonundan çıktığımda sırf aklıma tüm bu düşüncelerin hücum etmesini sağlaması bile, American Animals (Amerikan Soygunu) filmini küçük sinemasal dünyamda çok iyi bir yere yerleştiriyor. İlk bakışta yönetmen Bart Layton’ın ilk filmi gibi görünse de aslında belgesel türünde yedinci filmi olarak yorumlanabilir. Bundan önce altı belgesel çekmiş olan Layton, sinemaya hiç yabancı değil, üstelik Amerikan Soygunu bir belgesel olmasa da, aslında belgesel mantığıyla çekilmiş, gerçek bir hikayeyi anlatan bir yapım. 

2004 yılında Kentucky / ABD’de yaşanmış bir sanat hırsızlığını anlatan filmde oyunculuklar (özellikle Evan Peters ve Barry Keoghan), yönetim ve dramatik gerçekçilik öne çıkıyor ve bu üç özellik de gerçekten ustaca yansıtılmış beyazperdeye. Yeri olmasa da söylemeden geçemeyeceğim, filmin bir diğer harika özelliği de kullanılan müzikler! Kendisi gücenmesin, bu noktada filmin müziklerini besteleyen Anne Nitkin’den bahsetmiyoruz, ne var ki farklı sanatçılardan seçilen eski parçalar muhteşem.

 Yönetim konusu öne çıkıyor ve kendini hissettiriyor, çünkü Bart Layton anlatımın içine küçük oyunlar, değişik kamera açıları ve eğlenceli replikler eklemiş. Fazla spoiler vermeden verebileceğim bir örnek: İki karakterin bir konuyu ilk defa arabada giderken mi yoksa barda otururken mi konuştuklarını hatırlayamamaları üzerine sahnenin her iki versiyona göre çekilmiş olması ve bir noktada araba / bar mekanlarının karışması sonucu barda otururken bir karakterin diğerine “burada yavaşla” demesi. Bunun yanı sıra filmde inanılmaz derecede fazla sinema referansı veriliyor, bu da her sinefil için bulunmaz nimet. Aklıma gelenlerden birkaçı JawsReservoir Dogs ve Ocean’s Eleven

Dramatik gerçekçilik konusuna geldiğimizdeyse yönetmenin belgesel geçmişi kesinlikle çok işine yaramış gibi görünüyor çünkü bazı noktalarda gerçekten de “sözün bittiği yer” izlenimini edinmeniz hiç de zor olmuyor, Layton da bu anlarda belgesel kartını çok iyi oynamış. Filmde, gerçek hayatta soygunu gerçekleştiren kişilere de yer verilerek bazılarının oyunculuk yapmasına da izin verilmesi kesinlikle harika bir dokunuş.

Son olarak filmin bir sanat soygunu üzerine olduğunu söylemiştik, bu filmin sanatsever seyircilere armağanı da elbette soygunun konusu olan çizimlerin sahibi, ressam ve ornitolog John James AUDUBON (1785-1851). Eserlerine kesinlikle göz atmanızı tavsiye ederiz.

Başta da söylediğim gibi salondan zihninizde birçok soruyla ayrılmanıza sebep olması muhtemel olan Amerikan Soygunu kesinlikle bu yılın en iyilerinden. Genç oyuncularıyla eğlenceli bir havaya sahip gibi görünse de aslında hem kendisini hem de anlattığı olayı son derece ciddiye alan ve çok yerinde sorular soran, ağırbaşlı bir film ile karşı karşıyayız. İyi seyirler.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın