Geçtiğimiz günlerde Küçük Şeyler adlı bir film izledik, salondan çıkarken aklımızda şu düşünce vardı: “Keşke böyle başarılı, insana kendini hem iyi hem tuhaf, kısacası değişmiş hissettiren yerli yapımlardan daha fazla olsa da izlesek!”. Yapımın nadir oluşu bir yana, kısa süre sonra filmi sinemada izlemiş olmamızın bile büyük şans olduğunu öğrenince, hem ilgimiz, hem de tepemiz attı! Hemen kâğıda kaleme, yani telefona klavyeye sarılıp sorduk soruşturduk, tüm bu bilgi kovalama sürecinde filmin yönetmeni, üstad Kıvanç Sezer ile de internet ortamında kısacık konuşma şansı yakaladık. Sorularımızı kendisine yöneltsek nasıl olur diye düşündük ve uzun lafın kısası kendisi, büyük incelik göstererek bizlerle e-posta yoluyla bir röportaj gerçekleştirmeyi kabul etti. Kendisine hem bu ince davranışı, hem de sorularımıza verdiği içtenlikli yanıtlar için ne kadar teşekkür etsek azdır. Sağolun, varolun.

Küçük Şeyler, Kıvanç Sezer’in ikinci uzun metrajı, tüm sinemaseverlere, ayrıca okuma listelerinde Camus, Sartre, Gogol, Borges, hatta Sait Faik bulunanlara, hayata baktıklarında gördüklerini çok da beğenmeyen herkese şiddetle tavsiye edilir. Yakın gelecekte seriye katılacak başka bir filmle üçleme oluşturacakları için, elbette yönetmenin (ve üçlemenin) ilk filmini, Babamın Kanatları’nı da izlemenizi öneririz. Röportajın sonuna, Türkiye çapında filmin gösterimde olduğu salon sayısının azlığına inat, Küçük Şeyler’i hangi şehirde hangi sinemada izleyebileceğinizi belirten küçük bir liste ekledik. Şimdiden iyi seyirler!
Sorularımıza cevap vermeyi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederiz. Öncelikle filmin bizde uyandırdığı duygu durumuyla ilgili bir soru ile başlamak istiyoruz. Bir dönüşüm olarak hayatımıza giren ve insanları da kendi kalıplarına sokarak beraberinde dönüştüren evler, siteler, plazalar, tüm bunlar insanın kendi gerçeklerinden kaçtığı birer yaşama alanı olarak mı ortaya çıkıyor sizce de?
Bu güvenlikli siteler kentsel kapitalizmin, toplumsal adaletsizliğin ve ekonomik büyüme modelinin sonucu olarak hayatımıza girdiler. Sokağı, mahalleyi ve farklılıkların bir arada durma ihtimalini yok ederek yeni bir kentsel alan oluşturdular. Çoğunlukla kirli, fazlasıyla tek tip ve soylulaştırılmış uydu-kentler ufkumuzu beton rengine boyadılar.

Filmde Onur karakterinin bir ilaç firmasında çalışıyor olmasının özel bir nedeni var mı? Yani bu elbette tesadüfî bir şey değildir ama demek istediğimiz, Onur’u bir sahnede ilaç kutusunun içinden çıkarken görüyoruz mesela, dolayısıyla ilaç firmasını ve bu ilaç kutusu sahnesini filmde nasıl konumlandırabiliriz?
Nasıl isterseniz konumlandırabilirsiniz bence. İlaç firmaları çalışma şartlarının çok zor olduğu sektörlerden birisi olduğu için seçtim. Ayrıca olmazsa olmaz bir sektör. Her daim ilaçlara ihtiyacımız olacak. Özellikle antidepresanlar… Bence bizi hasta eden şeyle deva olan şey aynı, Onur’un çelişkisi de burada başlıyor. Hayalle kâbus arası bir sahnede ilaç kutusundan çıkıyor ve çok önemli bir toplantıya giriyor. Hangimiz güne ilaç kutusundan çıkarak başlamıyoruz ki?

Üçlemenin ikinci filmi olan Küçük Şeyler’in ilk taslağını oluşturmaya ne zaman başladınız? Sizi bu filmi veya bu üçlemeyi yapmaya iten fikir neydi?
Bir ilişki draması yazmak istiyordum. İşsizliği ve evliliği aynı potada çarpıştırmak ve hayatımızdaki küçük şeylere ve onların iki kişi arasında büyüyerek nerelere gelebileceğine değinmek istedim. Bu hikâye Babamın Kanatları’nı yazmadan evvel aklımdaydı. Üçlemeye dahil oluşu da Babamın Kanatları’nı yazarken oldu.
Bu noktada filmin isminin hikâyesinden de bahsedebilir misiniz? Özellikle filmin uluslararası adının “La belle indifférence” olması birer frankofon olarak bizi meraklandırdı, bu ismin de harika olduğunu belirtmek isteriz naçizane. Hatta çeviri denemesi de yapalım okurlarımız için, “Şu Tatlı Kayıtsızlık”.
Teşekkür ederim. Ben Güzel Aldırmazlık olarak çeviriyorum. Bir psikiyatrik hastalığın semptomlarından. Onur’un gerçeği reddedişini çok güzel anlattığını hatta giderek bir toplum olarak özellikle de Yeni Orta Sınıf’ın durumunu iyi yansıtan bir ifade olduğunu düşünüyorum.

Filmdeki karakterlerin oluşturulması aşamasında yakın çevrenizden ya da bizzat deneyimlediğiniz olaylardan ilham aldınız mı? Onur gibi bir karakterle hiç tanıştınız mı mesela?
Onur gibi insanlar çevremizde bolca mevcut. Benim çevremde de var. Kendimden de şüphesiz bir şeyler taşıyor. Her yazdığım karakter benden bir şeyler taşır. Gözlemlerim, sevdiğim, sıkıldığım bazen tahammül etmekte zorlandığım insanlar bunlar. Günün sonunda hepsinin de sevdiğim yönleriyle birlikte eleştirdiğim yönlerini bir arada bulabilirsiniz.
Onur’un bir anlamda hayatının belirleyicisi olan Fataraks ilacının halüsinasyonlara neden olduğu ima ediliyor. Bu ilacı kullananlar aksini iddia etse de, Onur ilacın işe yaradığını, onu kullanmaya devam ettiğini söylüyor. İlaç gerçekten işe yarıyor muydu merak ettik. Bir de bu aşamada, kendimizi olması gerekene inandırdığımız bir imge miydi bu öğe, yoksa Onur’un bütün film boyunca sanrılar gördüğü sonucunu mu çıkartmak gerek?
İlacın halüsinasyona yol açtığı iddiası var. Filmde de halüsinasyonlarını görüyoruz Onur’un. Ama bu halüsinasyonlar basitçe sanrılardan ziyade sistemin absürtlüklerini hikâyenin içine sızdırdığımız sahnelerden oluşuyor. Burada hem işsizliğin hem de ilacın etkilerini gördüğümüzü düşünüyorum.

Bu sorumuza büyük ihtimalle “her izleyici filmi kendine göre anlamakta özgürdür” diyeceksiniz ama yine de dayanamadık, soralım dedik; filmde Müfit Kayacan’ın hayat verdiği Hikmet karakteri gerçekten var mıydı yoksa Onur’un sıkıntılı dönemlerinde yardımına koşan bir hayali karakter miydi?
Hikmet Çiçek, D blokta oturan bir site sakini. Haksızlığa sesini yükselten bir adam olmakla birlikte biraz da tuhaf bir adam. Üstelik de yalnız. Onur’un geleceği için bize bazı ipuçları veriyor. Hikmet gerçek olmakla birlikte Onur’un sanrılarının da bir parçası oluyor giderek ve bence filme özgün o hüzünlü tonu taşıyan bir karakter. Ben Hikmet’i seviyorum ona çok benzeyen komşularım olmuştu. Onlarla muhabbet etmeyi de seviyordum.

Filmin tanıtım afişine baktığımızda çok başarılı bir çalışma gözümüze çarpıyor, filmdeki mizah unsuru kâğıda çok güzel aktarılmış, naçizane görüşümüzce. Afişte ve filmde kullanılan zebra motifinin anlamı üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Teşekkür ederim. Afişimizi ben de çok beğeniyorum. Zebra filmi özetleyen bir imaja dönüştü. Onun üzerinden bir çok şey anlatmak mümkün oldu. Gittikçe absürtleşen bir kullanımı var. Onur’un kendini konumlayışını, farklı görünüşüyle siyah beyaz çizgileriyle bize anlatan bir maske. Başkaca birçok çağrışıma da açık.
Küçük Şeyler’de hem absürt hem de gerçeklik ön planda ve her ikisi de çok güzel işlenmiş kanımızca, bu oldukça zıt iki öğeyi filme yedirmenin zorlukları var mıydı?
Benim açımdan bu filmin en zor tarafı absürt bir komedi anlayışıyla gerçekçi tespitlerin birbirinin içine geçişiydi. Bu daha önce yapmadığım bir şeydi. Güvenli alanımı terk edip tamamıyla bu karakterlere ve onların dönüşümüne odaklanmaya çalıştım. Hikâyeye, karakterlerime ve onların kendini ifade ettiği gerçekliğe müstehzi bir bakış atmak istedim. Hem hüzünlü hem de komik bir film olsun istedim. Şimdi bu iki farklı ucu birleştirmek konusunda kendimi geliştirmiş oldum. Bu anlatım biçimini ileride de daha farklı hikayelerde kullanmak istiyorum.

Son sorumuza geçmeden önce, sakıncası yoksa filminizin Türkiye’deki sinema salonlarındaki serüveninden de bahsedebilir misiniz? Açılış haftasında bazı salonlarda sınırlamaya gidildiğine tanık olduk, sonra neyse ki sinefiller filme sahip çıkarak bu durumun iyileşmesine katkıda bulundular. Buradan hareketle ülkemizdeki sektörden biraz bahsedebilir misiniz?
Bu uzun bir konu ve başlı başına bir röportaj yapılabilecek boyutları var. Biz 100 salonda vizyona girdiğimiz için seviniyorken ikinci haftada 4 salona düşürüldük. Bazı salonlarda seyirci filme gitmediği için bazı salonlarda da filmi bulamadığı için (sabah seansları, afişimizin asılmaması gibi birçok şikâyet aldık) böyle dramatik bir düşüş yaşadık. İkinci haftasında sosyal medyada başlayan kampanya sayesinde 10 kopyaya çıktık. Bunun dışında birçok şehirde özel gösterim için çağırıyorlar bizi. Dağıtım ve salon tekelinin bağımsız sinema üzerindeki bu şans tanımayan tutumu bizi seyirciyle buluşmaktan ciddi ölçüde alıkoydu. Olsun biz bu filmi dayanışma ile çektik ve yine dayanışma ile seyirci ile buluşturmaya devam edeceğiz.

Üçlemenin ilk filmi olan Babamın Kanatları’nda evleri inşa eden işçilerin hikâyesine tanık olduk, Küçük Şeyler’de ise bu evlerde yaşayan insanlarla tanıştık. Üçüncü film projenizden de mümkünse biraz bahsedebilir misiniz? Çok teşekkürler.
Üçüncü filmde ise ilk iki filmde adeta bir diğer baş rol olan lüks sitenin müteahhidini görecek ve onun bambaşka olan hikayesine tanık olacağız. Böylelikle bu üçlemeyle alt, orta ve üst sınıfın inşaat kapitalizminin neresinde olduğunu inceleyen bir tür sosyolojik bir çalışma gibi olan halini anlatmış olacağız. Dilerim en kısa sürede senaryoyu bitirip seyirciyle buluşturabiliriz yeni filmimi.
Sorular: Burcu Meltem Tohum ve H. Necmi Öztürk
KÜÇÜK ŞEYLER filmini izleyebileceğiniz sinemalar:
İstanbul:
- Kadıköy Rexx
- Beyoğlu Cinemajestic
- Beylikdüzü Migros Cinema Pink
- Mecidiyeköy Cinetech Torun Center
- Başakşehir Cinetech Mall of İstanbul
Ankara:
- Büyülü Fener Kızılay
- Ankara Kızılırmak
- Ankara Bilkent Prestige
İzmir:
- Cinemaximum (Konak Pier)
Kocaeli:
- İzmit Symbol AVM Cinemarine