Michelangelo’nun Hayatı Etrafında Bir Plastik Sanatlar Şöleni: IL PECCATO

39. İstanbul Film Festivali’nin Haziran seçkisi içinde yer alan Il Peccato / Günah adlı film, tam anlamıyla festival seyircisine hediye niteliğinde. Festivali yaklaşık 25 yıldır takip eden birisi olarak hediye nitelemesini bu güzel etkinliğin tamamı için de gönül rahatlığıyla kullanabilirim elbette ancak kast ettiğim, usta yönetmen, hatta hakkında araştırma yaptıkça yaşayan bir efsane olduğunu düşünmeye başladığım Andrey Konchalovsky’nin (aslında Kiril alfabesi nedeniyle dilimizde “Konçalovski”) 2019 tarihli bu filminin, festivalin bana verdiği en büyük hediye olduğu. O kadar ki, eleştiri yazısı kaleme alan birisi olarak genelde en sonda söyleyeceğim bilgiyi en başta paylaşmakta sakınca görmüyorum: Kesinlikle (mümkün olsa sinemada) deneyimlenmesi gereken, muhteşem bir sanat eseri, Il Peccato.

Her yazıda olduğu gibi bu yazı için de araştırma yaptıktan sonra gördüm ki, “kısaca” edatıyla dost olmazsam, bu kısa inceleme yazısı gün yüzü görmeyecekti. Çünkü hem yönetmen Konchalovsky, hem de üstad Michelangelo (1475-1564) hakkında söylenebilecek veya söylenmesi gereken o kadar çok şey var, özellikle de Michelangelo hakkında günümüze o kadar çok bilgi ulaşmış ki, söz konusu film üzerine kitap yazılsa yeridir. O nedenle şimdilik yönetmenden, kısaca bahsetmeye çalışacağım. Michelangelo üzerine yazılmış kitapları bitirdiğimde belki başka bir yazıda, filmin biyografik tutarlılıklarına da değinebilirim.

Andrey Konchalovsky ve Reddedilen Unvan

20 Ağustos’ta 83 yaşına basacak olan yönetmen Konchalovsky, 1937 yılında SSCB’de, Mikhalkov soyadıyla Dünya’ya gelmiş ancak kökenleri Büyük Litvanya Dukalığı’na dayanan bu aristokrat ismi kullanmayı reddederek anne tarafından büyükbabasının adı olan Konchalovsky’yi sahne soyadı olarak kullanmayı tercih etmiştir. Mikhalkov isminin tanıdık gelmesi çok doğal, çünkü yönetmenin babası SSCB’nin ve Rusya’nın milli marşlarının sözlerini tam üç defa yazabilmek gibi az bulunur bir üne sahip olan, aynı zamanda çocuk kitapları yazarı Sergey Mikhalkov, küçük kardeşi ise yine tanınmış başka bir yönetmen: Nikita Mikhalkov.

Andrey Konchalovsky
Andrey Konchalovsky

Dediğim gibi yönetmenin hayatı inanılmaz zengin ayrıntılara sahip, yine kısa tutmaya çalışarak eğitiminden bahsedelim. Öncelikle müzik aşkıyla Moskova Konservatuarı’nda eğitim almaya başlayan Konchalovsky, bu kurumda tam 10 yıl piyano eğitimi alarak kendini geliştirmesinin ardından, ilgisini kaybedip sinemaya yönelir. Bu noktada yönetmenin İstanbul Film Festivali Direktörü Kerem Ayan’a verdiği röportajı da anmak gerek, zira yönetmen, bu röportajda söylediğine göre, Mikhail Kalatozov’un çektiği Leylekler Uçarken (Letyat Zhuravli / The Cranes are Flying) filmini 1957’de izler izlemez, metaforik olarak “ben daha iyisini yaparım!” demiş ve senaryo yazmaya, kısa filmler çekmeye başlamış. Yazdığı ilk senaryolardan biri de Andrei Rublev (1966). Evet, Tarkovsky’nin çektiği ve 1969’da Cannes’da FIPRESCI ödülünü alan o meşhur filmden bahsediyoruz.

Tarkovsky ile olan arkadaşlığı Tarkovsky’nin 1986’daki ölümüne dek devam eden, 1980 ile 1990 arasında Hollywood’da birçok film çeken (Tango & Cash filminin Konchalovsky’ye ait olduğunu biliyor muydunuz?) Konchalovsky, yine yukarıda bahsettiğimiz röportajda, Postacının Beyaz Geceleri (The Postman’s White Nights) adlı 24. filminden itibaren (2014) farklı yapıda filmler çekmeye yöneldiğini söylüyor. Evet sözü daha fazla uzatmadan yazımızın konusuna, yönetmenin 2019 tarihli Il Peccato / Günah adlı filmine dönelim.

Il Peccato / “Sin”

Biyografi söz konusu olduğunda “bir yazarı kitabını yazarken, bir ressamı resim yaparken veya bir heykeltıraşı heykel yaparken göstermek kadar saçma bir şey olamaz”, diyor Konchalovsky. Elbette birkaç sahnede sanatçıyı “iş üstünde” göstermek kaçınılmaz, ne var ki bütün filmi “bakın işte böyle çalışıyordu” düzlemine indirmek son derece basite kaçmak olur gerçekten de. Sanatçının yaratım süreci, kafasında, gözlerinin arkasında neler olup bitiyor, onu anlatmak istediğini dile getiriyor Konchalovsky, İKSV röportajında. Michelangelo’nun hayatı üzerine çok sayıda kitap okumuş ve “filmi çekmek ne kadar zamanınızı aldı” diye soranlara da “altmış yıl” cevabını veriyormuş, yönetmene göre bir sanatçı bütün benliğini, bütün birikimini dökmeli ortaya koyduğu her yapıta.

O nedenle de oldukça “gündelik” bir sahneyle açılıyor film, Michelangelo ve ailesi yemek yiyorlar: Kuru ekmek yerken, bir yandan da keselerden çıkan paralar sayılıyor, finans danışmanı da sanatçının yanında. Parasının, kendisi dışında hiçbir üyesi çalışmayan ailesi tarafından çarçur edildiğini anlayınca hüzünleniyor, öfkeleniyor Michelangelo. Bu gündelik gibi görünen, içinde sözde medeniyetler kurulduğundan beri yeryüzünde olan para gibi en yüzeysel konulardan birini barındıran sahne, aslında filme tüm ağırlığını vermeyi de pekâlâ başarıyor. Para kavramı üzerinden, Michelangelo’nun kendi çalışma temposunu, hemen ardından da sanatsal yaratımlarını sorgulamasına tanık oluyoruz, Alberto Testone’nin Michelangelo’nun burnundan düşmüş fiziği (sanatçının otoportresi kıstas alınırsa) ve derinlikli oyunculuğu sayesinde.

Bu noktada Konchalovsky’nin sayısız başarısı arasında komedi ile dram arasındaki dengeyi muhteşem bir şekilde kurmasından da bahsetmek gerek, zira dediğimiz gibi film başlangıçtan itibaren birçok defa, karakterler arasında hızlı tempoda ilerleyen tartışmalara sahne oluyor ve konuşulan dilin İtalyanca olmasının da katkısıyla, kolektif belleğimizde var olan, bu dile ait sinemasal miras sayesinde bu tartışmalar kolaylıkla komedi cephesine kayabilirdi. Filmin sahip olduğu dramatik ağırlığı tüm bu sahnelere rağmen, hatta yer yer bu sahneler sayesinde korumayı başaran Konchalovsky, sadece güldürmeyi değil, bu son derece gerçekçi sahnelerin altında yatan trajediyi de hissettirmeyi amaçladığını açıkça ortaya koyuyor.

Filmin siyah beyaz olarak çekilmesi, yapımın neredeyse hiçbir dijital oynama yapılmadan, bir anlamda tamamen analog olarak tamamlanması, ünlü oyuncular yerine Rönesans dönemi insanlarını andıran yüzlere sahip kişilerin özel olarak aranıp bulunmuş olması gibi etmenler Il Peccato’yu dönem filmleri içinde kesinlikle ayrıcalıklı bir yere oturtuyor. Zaten biraz da sette ve çekimler sırasında gerçekçiliğe verilen bu müthiş özen sayesinde; usta fotoğrafçı Sasha Gusov’un film setinde çektiği fotoğrafların Quattrocento dönemini anımsattığı söyleniyor. Yönetmen Konchalovsky, tahmini 15 Milyon Euro’luk bütçeyle çektiği film için Rönesans dönemini üstün bir gerçeklikle yansıtan bir set oluşturmayı başarmış. Yüzlerce figüranın görev aldığı ve bazı sahneler için bir o kadar kişinin daha çalıştığı bu büyük prodüksiyonda tuvalet ihtiyacının giderildikten sonra bir kovayla ikinci veya üçüncü kattan aşağı sokağa boşaltılması, o dönemde ne tür taslarda yemek yendiği, ne giyildiği gibi bilgilere kadar her ayrıntı düşünülmüş.

Michelangelo ve Filmdeki Günah Kavramı

Michelangelo’nun hayatının ayrıntıları, filmde hangi kısımlarının resmedildiği veya üzerinde durulduğu gibi konuları hiç istemesek de bu yazının dışında tutmak zorundayız, çünkü başta da dediğimiz gibi Michelangelo hakkında, ölümünden itibaren üretilen ve elimize ulaşan çok sayıda biyografik veya sanatsal yapıt bulunmakta. Örneğin Giorgio Vasari (1511-1574), Michelangelo ve Rönesans dönemi sanatçılarının hayatlarını anlattığı yapıtını 1550’de kaleme almış. Bahsi geçen yapıtlardan birkaç tanesini okuyup filmi Michelangelo’nun hayatı üzerinden o şekilde değerlendirmek gerekir, kitaplardan birini şu sıralarda yarılamış olsam da, bu değerlendirme yazısını daha fazla geciktirmek istemiyorum. Yazının sonunda Michelangelo üzerine yazılmış yapıtlardan oluşan küçük bir kaynakça bulabilirsiniz. Rönesans sanatını neredeyse tek başına omuzlamış olan bu büyük ustanın eserlerine ve hayatına bir davet, Konchalovsky’nin bu biyografik filmi. Umarız izledikten sonra sizlerde de aşağıdaki kitaplardan birkaçını okuma isteği uyanır.

Son olarak filmin adından bahsetmek yerinde olacaktır, açıkçası kişisel olarak “günah derken ne demek isteniyor?” sorusu benim kafamı hiç kurcalamadı ancak bazı eleştirmenlerin kendi teorilerini öne sürmesi dikkatimi filmin adına çekmiş oldu. Aslında filmin İtalyanca afişine baktığımızda günahın ne olduğu son derece açık: Il Peccato – Il Furore di Michelangelo / “Günah – Michelangelo’nun Öfkesi”. Öfkenin altında da elbette sanatına olan tutkusu, sanatını herşeyin önüne koyması yatıyor. Buradan da doğal olarak kibir kavramına gidiyoruz. Tabii Dünya’nın en güzel eserlerini yaratırken bir yandan da “ben çok güzel eserler ortaya koydum” diyen bir sanatçıyı nasıl kibirli olmakla suçlayabiliriz bilemiyorum ancak konu günah olunca, öfkenin yanında kibir de akla geliyor. Sonuç olarak dediğim gibi izleyeni Michelangelo hakkında bilgi edinmeye, bu büyük sanatçının eserlerine daha yakından bakmaya, hatta belki de heykel sanatıyla ilgilenmeye itebilecek düzeyde bir film, Il Peccato. IKSV’ye bu filmi seçkisine dahil ettiği için bir kez daha teşekkür ediyor, plastik sanatlarla ilgilenen herkese de şimdiden iyi seyirler diliyoruz.

H. Necmi Öztürk

Bibliyografya

  • The Lives of the Artists – Giorgio Vasari
  • The Agony and The Ecstasy: A Biographical Novel of Michelangelo – Irving Stone
  • Michelangelo: His Epic Life – Martin Gayford
  • Michelangelo: The Artist, The Man and His Times – William E. Wallace
  • Michelangelo: A Life in Six Masterpieces – Miles J. Unger
  • Michelangelo and the Pope’s Ceiling – Ross King
  • Michelangelo and The Sistine Chapel – Andrew Graham-Dixon
  • Michelangelo: Complete Works – Frank Zöllner
  • Michelangelo: Andrei Konchalovsky’s Journey Back In Time – Sasha Gusov

Bir Cevap Yazın