BİR BAŞKASININ YÜZÜ: Kimlik Sorunu ve Karakter Bunalımı

Kôbô Abe’nin aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan Tanin No Kao (Bir Başkasının Yüzü) yönetmenliğini Hiroshi Teshigahara’nın yaptığı bir Japon filmi olma özelliğine sahip. 1966 yılında çekilen film akıllara yine Teshigahara’nın yönettiği, bir başka Kôbô Abe romanı uyarlaması olan Woman in the Dunes’u (Kumların Kadını) getiriyor. Bu iki uyarlama arasında pek çok benzerlik bulmak mümkün. Zira hem yönetmen hem de romanların yazarı kendi stilini oldukça fazla oranda belli ediyor.

Woman in the Dunes

Kumların Kadını’nda, çıktığı bir keşif gezisi esnasında köydeki kişiler tarafından alıkonulan bir böcekbilimcinin Sisyphos’unkine benzer macerasına tanık olurken, Bir Başkasının Yüzü’nde bir iş kazası sonucu yüzünün eski hâlini tamamen kaybeden ve yeni bir “maske” edinen bir adama odaklanıyoruz. İki hikâye de tonalite olarak oldukça karanlık. Bu karanlığa ve de varoluşsal absürtlüğe ek olarak filmlerde pek çok felsefi öge de bulmak mümkün. Hayatın günlük aktivitelerini, ilişkileri ve kişiliği sorgulayan bu iki yapım birbirinden bağımsız gibi görünse de, bizce yazarın ve yönetmenin karakterini, tarzını anlama düzleminde oldukça benzer yapıdalar.

Bay Okuyama (Tatsuya Nakadai) az önce sözünü ettiğimiz üzere geçirdiği ciddi bir iş kazası sonucu gerçek yüzünü bütünüyle kaybetmiş bir iş adamıdır. Yüzü iyileşmiş olsa da bandajlarını çıkarmayı reddeder. Yüzünü kaybetmesiyle beraber adeta kimliğini kaybetmiştir ve pasif agresif davranışlar sergilemektedir. Gerek karısıyla gerekse ortağıyla artık eskisi gibi geçinemeyen Okuyama, yüzleri hâlen düzgün olduğu için adeta onlardan nefret etmektedir. Artık insanlardan bütünüyle uzak bir şekilde yaşamak isteyen Okuyama dünyadaki tüm ışıkları söndürmek istemekte, karanlıkta yaşamaktadır. Görüştüğü psikiyatrist ile (Mikijirô Hira) diğer insanlardan sakladıkları bir anlaşma yapan Okuyama, maske şeklinde takabileceği yeni bir yüze sahip olacaktır. Bunun karşılığındaysa psikiyatrist ondan her şeyi anlatmasını istemektedir. Bu maske işi psikiyatristin mesleği sebebiyle eğlenebileceği ilginç bir deney olacaktır. Çünkü psikiyatrist zamanla bu maskenin Okuyama’yı ele geçireceğini ve kendi kişiliğini edineceğini düşünmektedir.

Ruh, Zihin ve Yüz Üçgeninin Yarattığı Cehennem

Film pek çok felsefi alt ton barındırıyor demiştik. “Karakterimizin ne kadarı yüzümüze bağlı? Dış görünüşümüz, karakterimizi ve başka insanların bize olan davranışlarını ne kadar etkiler” gibi sorular çoğumuzun hayatı boyunca sorduğu sorulardandır şüphesiz. Film –ve tabii ki roman – bu soruları alıp ekstrem bir yere taşıyor ve uygulamaya koyuyor. İnsanların bandajlı yüzüne bile bakamadığı Okuyama’ya, karısı (Machiko Kyô) bile eskisi gibi davranamıyor. Onunla yüz yüze gelmekten çekinen karısının böyle yapmasına gerçekten de Okuyama’nın parçalanmış yüzü mü yoksa yüzü sebebiyle değişen davranışları mı sebep olmakta, bunun cevabını bilemiyoruz. Ancak film bu iki olgunun sonsuz bir döngü gibi birbirini beslediğini düşündürüyor.

Yeni yüzüyle birlikte insan içine karışmaya başlayan Okuyama, zamanla karısından intikam almak ve / veya onun sadakatini sorgulamak adına bir plan geliştirir. Yeni kıyafetleriyle, tarzıyla ve tabii ki yeni yüzüyle tanınmaz hâle gelen Okuyama karısını baştan çıkarmaya çalışacak ve de onu test edecektir. İlk denemesinde başarılı olan Okuyama, karısını bir kez daha elde etmiş olur – bu sefer başka bir yüzle tabi – ancak bu onu mutlu etmekten çok, deliye döndürür. Okuyama karısına her şeyi itiraf eder ancak kadının cevabı bizi de dehşete düşürür: kadın zaten bu yabancının kendi eşi olduğu bilmektedir ve tüm bunların yaşanmasına, eşinin yeni yüzüyle kendisini bir kez daha baştan çıkarmasına izin vermiştir. Bir kadın kaç yıllık eşini yüzü farklı olsa bile tanıyabilir, ancak Okuyama’nın maskesini fark eden tek kişi eşi değildir.

Benlik Savaşları ve Maskelerin Sürreel Evreni

Okuyama’nın yerleştiği otelin sahibinin kızı zekâ geriliği bulunan genç bir kızdır. Okuyama’yı bir kez bandajlı, bir kez de maskeli görmüş olmasına rağmen ikisinin de aynı kişi olduğunu direkt fark eder. Psikiyatrist ise bu konuda acı bir yorum yapar. İnsanlar bandajlı ve maskeli adamların aynı kişi olduğunu ayırt edecek güçte değildir. Bu iki adamın aynı kişi olduğunu belki – kokudan ötürü – köpekler fark edebilir. Bu kız da aynı şekilde, zekâ geriliğinden ötürü koku alma duyusu – veya daha “romantik” bir şekilde yaklaşacak olursak altıncı hissi – oldukça gelişmiş bir kişi olduğundan, Okuyama’nın kim olduğunu kolaylıkla ayırt etmiş olabilir. Film bu açıdan “yüz bir insanın kimliğidir” algısını yer yer hem yıkar hem de tekrardan inşa eder. Yüz bir yandan her şeydir, kişinin karakterini, özgüvenini ve davranış biçimini etkiler. Bir yandan da kişi üzerine nasıl bir yüz geçirirse geçirsin, onu gerçekten tanıyan kişi en ufak bir ayrıntıda onun kim olduğunu ayırt eder ve başka hiçbir şeyin önemi kalmaz.

Daha önce de bahsettiğimiz gibi bu film Kumların Kadını ile hem hikâyesinin tonu hem de sinematografik özellikler açısından benzeşiyor. İki filmde de hikâye kesinlikle klasik bir biçimde anlatılmamış. Özellikle Bir Başkasının Yüzü’nde sürreel elementler oldukça fazla. Bu da filmi sanki “cehennemin sınırındaki bir yer”den[1] izliyormuşuz hissini veriyor. Yüzdeki bölgeler, vücudun parçaları ve uzuvlar biyolojik anlamları bırakılarak korku ögesi yaratmak için kullanılmış sanki. Buna ek olarak Okuyama’nın hikâyesiyle kesişmeyen paralel bir hikâye de bulunmakta filmde. Yüzünün bir kısmında yara izi olan genç bir kız (Miki Irie) yarası görünmezken oldukça güzel gözükmektedir ancak insanlar – özellikle erkekler – yarasını görünce ondan iğrenmekte ve ondan kaçmaktadırlar. Sevgiyi ve beğenilmeyi arayan bu genç kız son çare olarak sevgiyi ağabeyinde arar, ancak en sonunda hayatını sona erdirmeye karar verir. Film boyunca yarasını kapatmak adına saçlarını yandan ayıran bu kişi, ölmeye giderken saçlarını ilk defa simetrik olarak ayırmıştır ve artık yarasını gizlememektedir. Sanki evlenir gibi, bembeyaz bir kıyafet içerisinde denize doğru yürür, yüzünün hem güzel hem de “korkunç” tarafı aynı anda görünebilmektedir.

Kendi Kişiliğine Sahip Olan Yüzler ve Plastiklik Kavramı             

Okuyama’nın maskesi onun karakterini gittikçe ele geçirmektedir. Karısını iffetsizlikle suçlayarak onu kendisine küstüren Okuyama, sokaktaki bir kadına saldırır ve hapse düşer. Psikiyatristi ise onun deliler koğuşundan firar eden bir hasta olduğunu ileri sürerek onu hapishaneden kurtarmayı başarır. Okuyama ise psikiyatristi – muhtemelen – bu “korkunç” yeni yüzünün sorumlusu olarak gördüğünden bıçaklar ve ölüme terk eder. Sokakta yüzü olmayan pek çok yüz imgesi Okuyama’nın elde hamur gibi yumuşayan maskesiyle birleşir ve film sona erer.

Yüz nakli ve sonradan edinilen karakterler bugüne kadar pek çok filmde işlenmiş bir konu. Humphrey Bogart’lı Dark Passage (1947), The Skin That I Live in (2011), Abre Los Ojos (1997) ve tabii onun Tom Cruise’lu uyarlaması Vanilla Sky (2001) akla ilk gelen filmlerden. Bu konu çok ilgi çekici olduğundan ve insan olmakla, sevilmekle, ilişkilerle ve daha pek çok şeyle ilgisi bulunduğundan daha birçok filmde ve romanda konusu geçecek gibi görünüyor. “Bir kişiyi o kişi yapan şey nedir?” sorusuna kesin bir yanıt alana kadar – ki bu imkânsız gibi görünüyor – insanoğlu ruh / beyin ikilemiyle ve yüzün anlamıyla alakalı sorular sormaya devam edecek. Bu da tabii ki biz seyirciler için iyi bir haber, yine de bu konunun kısmen rahatsız edici oluşunu belirtmeden de geçmeyelim.

Filmin teknik özelliklerinden kısaca bahsedecek olursak, bize gerçek bir evrende bulunmadığımızı söyleyen saf beyaz veya kömür karası arka planların sık kullanılmış olması, çeşitli diyalog sahnelerinde – mesela psikiyatrist ve Okuyama barda konuşurlarken – ortamın sesinin kesilmesi, yalnızca diyaloğa odaklanmamız, akabinde ortamın doğal sesinin bir anda gelmeye başlaması filme dair güzel teknik ayrıntılardan. Bir Başkasının Yüzü eğer bir Hollywood filmi olsaydı çok daha kısa bir süreye sahip olurdu ancak film bu hâliyle klasik bir Japon filminin yavaşlığına sahip. Buradaki yavaşlığı kötü bir anlamda kullanmadık, zira film seyircisine filmi ve konuyu sindirmek için iyi bir vakit tanıyor, biz de gördüklerimizi rahatlıkla özümseyebiliyoruz.

Sonuç olarak Bir Başkasının Yüzü ilginç kamera kullanımlarıyla, siyah ve beyazı ele alış tarzıyla, sese ve görüntüye dair yorumunda klasik olanın dışına çıkışıyla ve de tabii ki konusuyla “izlenecek filmler” listesine alınması gereken türden bir film. Teshigahara’nın, filmi adeta fotoğraf çeker gibi çektiğini ve pek çok durağan kare kullandığını da eklemeden geçmeyelim. Şimdiden keyifli seyirler!

Ece Mercan Yüksel


[1] İngilizce’deki limbo kelimesini kullanmak istediğimizden direkt çevirisi yerine geçen “cehennemin sınırındaki bir yer” kalıbını kullandık.

Yazıda adı geçen Kumların Kadını filminden, Temmuz 2020 Seçkisi‘nde kısaca bahsedilmektedir.

Bir Cevap Yazın