Sinemanın engin tarihinde gerçekleşmemiş birçok proje var şüphesiz. Kimisi bilgimiz dahilinde gelişirken, kimisinden haberimiz bile olmuyor. Ve genel olarak bu tür olaylara verdiğimiz tepki; doğal olarak “gerçekleşseydi güzel olurdu” gibi yapmacık bir iç geçirmeden öteye gitmiyor. Ancak geçtiğimiz şubat ayında 91 yaşına basan yazar, çizer, oyuncu ve yönetmen Alejandro Jodorowsky’nin 1974 yılında çekim hazırlıklarına başladığı Dune adlı yapımın hiç gün yüzü görmemiş olması, insanda “eh, yapacak bir şey yok” demek şöyle dursun, pencereyi açıp avazı çıktığı kadar bağırma hissi uyandırıyor.
Bu isyan etme duygusu projeyle ilgili yeni bilgiler edindikçe büyüyor doğal olarak. Bu bakımdan Jodorowsky’s Dune (2013) adlı belgeselin yönetmeni Frank Pavich’e büyük bir teşekkür borçluyuz. Kendisinin Jodorowsky, Michel Seydoux, H.R. Giger ve Chris Foss gibi efsanevi isimlerle yaptığı röportajlar sayesinde Hollywood, Jodorowsky ve genel anlamda sinema tarihi hakkında ufkumuzu açan bir yapım ortaya çıkmış. Kesinlikle en az iki defa izlenmesi gereken, hem ufuk açıcı, hem de hüzünlü bir belgesel bu. Konuyu elimizden geldiğince açmaya çalışalım.

Film Ne Kadar Hazırdı?
Evet bu son derece haklı bir soru aslında çünkü herhangi bir yönetmen çıkıp da “2005’te buna benzer bir film fikri gelmişti aklıma ama bir türlü gerçekleştiremedim” diyebilir, kimse de ona “senaryo nerede?” demeyecektir. Ne var ki söz konusu Jodorowsky’nin Dune projesi olduğunda, “çekimlere başlamak için eksik ne vardı?” sorusunun cevabı, koca bir hiç! Oyuncu seçimi, senaryo, filmin kare kare betimlendiği storyboard, müzik, kostümler, dekor, uzay mekiklerinin ve araçların, silahların tasarımları, her şey tamamlanmıştı.
Üstüne bir de filmi ayrıntılı bir şekilde betimleyen, üç bin kareden oluşan storyboard ile araç tasarımlarını ve kostüm çizimlerini de içeren devasa bir kitap hazırlanıp çoğaltılmıştı. Geriye sadece şirket şirket dolaşmak kalıyordu. Prodüktörler Michel Seydoux ile Jean-Paul Gibon, yapımın 10 milyon ABD dolarına yakın bir kısmını karşılayacaktı, ancak filmin bütçesi en az 15 milyon olarak tahmin edildiğinden, bir prodüktöre daha ihtiyaç vardı. Karşılaştırma açısından Godfather’ın (1972) 6 milyon, Star Wars’un (1977) ise 11 milyonluk bütçelerle çekildiğini hatırlatalım. Jodorowsky ve Seydoux, ellerinde devasa Jodorowsky’s Dune kitabı, Hollywood’un büyük şirketlerine teklif götürmeye başladılar.

Casting: Oyuncu Kadrosunda Kimler Vardı?
Burada işler gerçekten daha da sinir bozucu (!) bir hal almaya başlıyor, çünkü Jodorowsky, filmde rol vereceği tüm önemli isimleri kendi girişimiyle, tabiri caizse tek tek “avlayarak” ikna etmeyi başarmış. O dönemde 12 yaşında olan kendi oğlu Brontis Jodorowsky’ye uygun gördüğü rol için, Brontis’i iki yıl boyunca jujitsu ve dövüş sanatları eğitimine tabi tutmuş. Brontis’in dediğine göre dövüş hocası Jean-Perre Vignau, çok acımasızmış. Bu eğitim devam ederken de ağır toplarla tek tek görüşmeler, toplantılar yapılmış. 1970’lerde olduğumuzu da unutmayalım, o dönemde ünlü bir oyuncu veya ressama ulaşmak bugün olduğundan çok daha zor. Neden mi ressam örneğini verdim? Çünkü Salvador Dali!

Jodorowsky, deli bir karakter olan Galaksi imparatorunu, Salvador Dali’nin oynaması gerektiğini düşünmüş. Ve inanılmaz bir şekilde, üçüncü denemesinin ardından, Dali’yi ikna etmeyi başarmış. Başarılı olan denemede Dali, Jodorowsky’ye bir bilmece sorar: “Arkadaşlarımla sahilde yürürken neredeyse her gün bir kol saati buluyoruz. Sizin hiç saat bulduğunuz oldu mu?”. Jodorowsky de biraz düşündükten sonra “Hiç saat bulmadım ama, çok kaybettim” diye cevap verince, davet ettiği onlarca arkadaşının oturduğu yemek masasında Dali, filmde oynamayı kabul etmiş.

Diğer oyunculara geldiğimizde yine inanılmaz isimler bulunmakta: “Bir daha asla film yapmayacağım” diyen Orson Welles ve rock’n roll efsanesi Mick Jagger! Paris’teki bir partide Jagger, Jodorowsky’yi uzaktan görüp ona doğru ilerlemeye başlar ve tam karşısına gelip duruverir. Jodorowsky de “seni filmimde istiyorum” der ve iş o anda bağlanır. Rüya gibi geliyor değil mi? Sanki Jodorowsky içkiyi fazla kaçırıp hayal dünyasına dalmış gibi? Merak etmeyin, belgeselin yönetmeni Frank Pavich’e de öyle geldiği için birçok farklı kaynaktan aynı öyküyü doğrulatmış. Biz en iyisi oyuncu kadrosunu aşağıya özetleyelim:
- David Carradine
- Salvador Dali
- Mick Jagger
- Brontis Jodorowsky
- Udo Kier
- Amanda Lear
- Orson Welles

Müzik ve Set Tasarımı
Hollywood’un reddettiği bu rüya takımı oyuncu kadrosundan sonra, “filmin müziklerini de Pink Floyd yapsın bari, yok artık daha neler!” diyorsanız, “latife ediyorsunuz” şeklinde cevap vermeyi çok isterdim. Ancak şöyle ki Pink Floyd, gerçekten de Magma ile birlikte, Dune’un müziklerini yapmayı kabul eden iki efsanevi gruptan biri! Jodorowsky ile karşılaşmaları da son derece ilginç: Grubun Dark Side of The Moon albümlerinin kaydını Abbey Road stüdyosunda tamamlamalarının ardından Londra’da bir görüşme ayarlandığında, dört Pink Floyd üyesi bir fast-food mağazasında oturmuş hamburger yiyorlardır ve Jodorowsky onlara dönüp şöyle bağırmaya başlar: “Ben burada tüm sinema tarihini etkileyecek olan bir projeden bahsetmek istiyorum, siz ise karşıma geçmiş Big Mac yiyorsunuz!”. Bu çıkışa karşılık olarak dördü de elindekileri bırakıp yavaşça Jodorowsky’ye dönmüşler ve ciddi bir konuşma başlamış ve tabii ki olumlu sonuçlanmış.

Tasarım konusu da elbette çok önemli çünkü Frank Herbert’in Dune’u 20.000 küsur yılında, uzayda ve bizimkinden çok farklı bir galakside, Arrakis gezegeninde geçen bir bilim kurgu romanı. Dolayısıyla çizimler ve yeni tasarımlarla Jodorowsky’nin kafasındaki vizyonu hayata geçirebilecek sanatçılar ekibe dahil olmalıydı. Jodorowsky bu konuda da inanılmaz bir düstur belirlemiş: Alanında en iyi olan kim varsa, ekibime dahil olmalı. Görsel efektler için öncelikle Kubrick ile 2001: A Space Odyssey (1968) filminde birlikte çalışmış olan Douglas Trumbull ile görüşmeye gitmiş üstad. Ne var ki Trumbull’ı “çok teknik” bulduğu, sanatsal yaratıcılıktan uzak bulduğu için reddetmiş. O dönemde Trumbull’ı önce çağırıp ardından “hayır” demek de ayrı bir cesaret elbette.

Onun yerine birlikte çalışmayı seçtiği kişi, Halloween’den dört yıl önce, 1974’te ilk uzun metrajlı filmini çeken John Carpenter ile birlikte çalışmış olan görsel efekt uzmanı ve senarist Dan O’Bannon olacaktır. Carpenter’ın bu az bilinen ilk filminin adı; Dark Star. Ve izlendiğinde henüz çekilmemiş Star Wars’u o kadar andırıyor ki. Elbette Jodorowsky’nin Dune’u kadar andıramaz, bu konuya yazımızın sonuna doğru değineceğiz. Ekibe katılacak diğer tasarımcı, Fransız çizgi roman dünyasında “Moebius” adıyla bilinen, çizer ve tasarımcı Jean Giraud olacaktır. Üstelik Jodorowsky ile birlikte saatlerce, günlerce, haftalarca çalışarak yönetmenin kafasındaki vizyonu büyük ölçüde kağıda dökmeyi başarırlar. Jodorowsky ile birlikte çalışacak olan tasarım ekibinin üçüncü üyesiyse, çizer ve tasarımcı Chris Foss’tan başkası değildir.

Dali’nin Jodorowsky’ye Önerdiği isim: H.R. Giger
Görsel sanatlarla yakından ilgilenen veya H.R. Giger’ın adını duymuş olan hemen herkes, sanatçının Alien filmlerindeki yaratık ve uzay gemisi tasarımlarının ardındaki isim olduğunu bilir. Giger ilk kez sinema sektörüne, Alien franchise’ı ile konuk olur. Yıl 1979’dur. Ne var ki eğer Jodorowsky’nin hayali gerçekleşebilseydi, Dünya Giger’ı Alien ile değil, Dune ile tanıyacaktı. Bu noktada Salvador Dali’nin Jodorowsky’ye H.R. Giger’ı önermesinin Giger açısından ne kadar gurur okşayıcı bir referans olduğunun da altını çizelim. Giger sadece Jodorowsky ile çalışmayı kabul etmekle kalmaz, heyecanla bu film için birçok çizim de yapar. Eserlerin sağ alt köşesindeki “H.R. Giger, A. Jodorowsky’s DUNE” ibaresi gerçekten de yürek parçalayan cinsten. Sinema tarihinde ilk kez Alejandro Jodorowsky tarafından bir araya getirilen bu dört ismin sinema kariyerlerine basit bir tablo aracılığıyla göz atalım:

Tabloya hızlıca baktığınızda bilim kurgu / gerilim türlerinin tanımlanmasında önemli bir yere sahip olan Alien filminde, Jodorowsky’nin büyük bir özenle takımına aldığı dört sanatçının da birlikte çalıştığını fark etmişsinizdir. Bu noktanın öneminin altını çizmekte fayda var, zira bu dört kişi de, Dune öncesinde hiçbir büyük prodüksiyonda yer almamıştı. Bu da demek oluyor ki, bu dört sanatçıyı bir araya getiren ve bir uzay / bilim kurgu filminde birlikte çalışmalarının güzel sonuçlar ortaya çıkaracağını keşfeden ilk kişi, Alejandro Jodorowsky’den başkası değil. Alien’da aynı ekibin yer alması keşke tesadüf olsaydı, ancak 1975’te bir araya getirilen ekibin hemen iki yıl sonra bir başka yapımda birlikte çalışmaya başlaması, Hollywood’un kapitalist yapısını ve “başarıya giden yolda her şey mubahtır” düsturunu gözler önüne seriyor.

Hollywood Neden Yeşil Işık Yakmadı?
Bu soruyu tersine çevirip “Jodorowsky neden Hollywood’a başvurdu?” şeklinde sorarsak cevap yine dönüp dolaşıp para konusuna geliyor, ne de olsa 1970’lerde endüstri haline gelmiş, bir filmin yapımcılığını şirket olarak üstlenecek kurumların en çok olduğu yegâne bölge yine Hollywood. Michel Seydoux 15 milyon ABD dolarını geçmesi beklenen bütçenin 10 milyonluk kısmını karşılayabiliyordu ancak en az beş milyonluk bir açığın kapatılması, ayrıca bir stüdyonun tüm yapımı üstlenmesi gerekiyordu.

Bu noktada Hollywood patronlarının geri adım atmasının en büyük sebebi, Jodorowsky’nin Dune’dan önce çektiği ve tüm Dünya’da büyük beğeniyle karşılanan üç film: Fando and Lis (1968), El Topo (1970) ve Holy Mountain (1973). Bu filmler hem seyircilerden hem de eleştirmenlerden büyük beğeni topladı, çünkü her biri sıradışı sanat eserleri ve özellikle o dönemde beyazperdede hiç tanık olunmamış bazı görüntülere, imge ve anlatımlara sahipler. Doğal olarak Hollywood da, bundan çekindi: Farklılık, sıradışılık, staus quo’nun bozulması, isyan ve salt özgürlük, yönetmene tanınacak olan sonsuz hürriyet. Bu kavramlardan bir tanesi bile, günümüzde dahi Hollywood’u tanımlamak için kullanılamaz.

Kısacası Hollywood’daki, para kazanmak ve insanlara “hoşça vakit geçirtmek” dışında hiçbir amaçları olmayan stüdyo sahipleri, yeni ve değişik bir yorumdan, Dune’un bu denli “çılgın” bir versiyonundan korktular. Jodorowsky filmlerinde gülebilirsiniz, ancak eğlenemezsiniz, “iyi vakit geçirmek” için gidilecek filmler değil Jodorowsky’nin filmleri. Aksine sizi rahatsız edecek, comfort zone’unuzdan çıkartacak, sizi derinlemesine düşündürecek yapımlar hepsi.

Hollywood’un projeyi reddetmesinin bir diğer sebebi de, aslında yine parasal bir düzleme bağlanan bir ayrıntı: Jodorowsky’nin Dune’u, bitiyor! Daha açık konuşalım; yani Frank Herbert’in ilk Dune romanının sonunda açıkça başka bir roman daha olacağı, maceranın devam edeceği vurgulanırken (zaten Dune bir roman serisi), Jodorowsky’nin versiyonunda 12 yaşındaki baş karakter ölüyor, çölden ibaret olan gezegen, ölen çocuğun bilincini kendisine aktararak bilinç kazanan, gerçek anlamda yaşayan bir gezegen haline geliyor, yüzeyini bitkiler, akarsular, denizler kaplıyor ve yörüngesinden çıkarak, üzerinde yaşayan milyonlarca canlı ve insanın paylaştığı tek bir bilinçle (ölen çocuğun bilinci) başka gezegenler, başka galaksiler keşfetmek üzere, uzayın derinliklerinde kayboluyor.

Frank Pavich’in deyimiyle, “tam anlamıyla Jodorowsky’ye özgü ve sadece onun yapabileceği bir son” bu. Tabii bu şekilde sonlanan bir yapımın devam filmi olmayacağı çok açık. Devam filmi olmayınca da, stüdyolar para kazanamayacaklarını düşündüler. Son bir neden olarak Jodorowsky’nin filmin süresi konusunda kesin bir cevap vermemesi de sayılabilir. Stüdyolar 90 dakika civarında bir versiyon istemişler, Jodorowsky için ise film en az 3 veya 4 saat olmalıydı.

Sonuç olarak, bu “çekilememiş en güzel film” lakaplı proje, içinde Salvador Dali, Orson Welles, H.R. Giger, Mick Jagger ve Pink Floyd gibi devasa isimleri barındırmasına, yönetmen koltuğunda da Alejandro Jodorowsky gibi inanılmaz yaratıcı bir zihnin yer almasına rağmen, iptal edilir. Gerçekten de sinema tarihi açısından çok büyük bir kayıp.

Filmin Çekilememesi Neden Bu Kadar Önemli?
Bu soru aklınıza geliyorsa sonuna kadar haklısınız, ancak 1975 yılına, sinema tarihi açısından son derece kritik olan bu yıla biraz daha yakından bakıldığında, bu kaybedilen fırsatın vahameti daha net ortaya çıkacaktır. Neil Armstrong 1969 yılında Ay’a ayak bastığından beri (hatta öncesinde de: Star Trek, 2001: A Space Odyssey) bilimkurgu romanları ve uzay maceraları toplumun gündeminde, en azından sanatsal bağlamda baş köşeyi işgal eder oldu. Pink Floyd 1973’te, Dünyalılar olarak Ay’ın sadece aydınlık olan yüzünü gördüğümüz gerçeğine gönderme yaparak Dark Side of The Moon albümünü kaydeder. O dönemde yazılan romanlar, çekilen filmler çoğunlukla uzay temalıdır. Carpenter’ın ilk filmi Dark Star buna iyi bir örnek, veya The Andromeda Strain (1971), Solaris (1972), Phase IV (1974), The Man Who Fell to Earth (1976), Close Encounters of the Third Kind (1977), Fantastic Planet (1978) şeklinde örnekler çoğaltılabilir.

Dolayısıyla böyle bir atmosfer içinde Star Wars’un (1977) ve sonrasında da Alien’ın (1979) çekileceğini öngörmek çok da zor değil aslında. Burada mesele, Jodorowsky’nin Dune’unun tarihi: Çekilseydi 1975 veya 1976’da gösterime girecekti, yani Star Wars’dan önce. Eğer Dune gişede başarılı olsaydı, belki de yapımcılar Star Wars’u çok teknik ve yüzeysel bulacak ve bazı önemli değişikliklere gideceklerdi, günümüze doğru bakıldığında bütün bir kültürel altyapının değişeceği muhakkak. Öte yandan Dune gişede başarısız olsaydı, bu sefer de Star Wars’un çekilmeyeceğine neredeyse kesin gözüyle bakabiliriz. Çünkü yapımcılar Dune örneğine bakarak başka bir uzay filmi çekmeye girişmeyeceklerdi. En azından ilk 10 yıl içinde.

Belgeselden bir alıntıyla, eleştirmen Devin Faraci’nin sözleriyle devam edelim: “Star Wars çekilmeseydi, Alien da çekilmeyecekti, Alien olmayınca Blade Runner (1982) çekilmeyecekti, o da olmayınca Matrix bile bu şekilde çekilmeyebilirdi” ve bu domino etkisi bu şekilde devam edecekti. Burada elbette kristal küremize bakıp da “sinema tarihi şöyle olacaktı, böyle olacaktı” demek değil amacımız. Ancak kabul etmek gerekir ki, Jodorowsky’nin Dune’u 1975’te vizyona girseydi, iyi bir film de olsa kötü bir film de olsa, sırf çekildiği yıl, konusu, oyuncuları ve yapım ekibi sayesinde bile, sinema tarihini değiştirecek özelliklere sahipti. Star Wars belki 1977’de değil de 1985’te çekilirdi ve yine müthiş bir popülariteye sahip olabilirdi ama bugün bile “Star Wars’dan önce Dune vardı” cümlesinin telaffuz edilmesinin önüne geçilemeyecekti. Olasılıklar sonsuz, o nedenle yazımızı artık sonlandıralım.

Meşhur Jodorowsky’s Dune Kitabı
Yazımızın başında bahsettiğimiz devasa Jodorowsky’s Dune kitabı bizler açısından meşhur olmaktan çok uzak aslında, ancak yapımcıların nezdinde son derece önemli bir fikir kitabı bu, prodüktör Michel Seydoux’nun deyimiyle “Hollywood’un kulislerinde elden ele dolaştığı kesin olan bir kitap”. Evet Jodorowsky ve arkadaşlarının çekecekleri filmi en ince ayrıntısına kadar betimledikleri bu “meşhur” kitap, hiçbir yapım şirketinden geri alınmadı. Bugün Hollywood’daki büyük şirketlerin çoğunun arşivinde bulunan bu “fikir kitabı”, tahmin edemeyeceğimiz kadar fazla önemli Hollywood yapımına “özgün” (!) fikirler sağladı ve sağlamaya da devam ediyor.

Kronolojik olarak ilerlersek içlerinde Star Wars (Luke’un havada süzülen robotla ışın kılıcı egzersizi yaptığı sahne, dövüş sahnelerinde kılıçların tutulduğu açı), Flash Gordon (gözlüğün koparılma sahnesi, kostümler), Terminator (Dune’daki çizimlerde robot etrafını algılarken kendi ekranında yazıların belirmesi), Indiana Jones (Dune’daki bütün bir sahne), Masters of The Universe (Salvador Dali için çizilmiş kostümün aynen kullanılması), Contact (Dune’daki uzun çekim giriş sekansının aynen kullanımı) ve Prometheus (Giger’ın Dune çizimlerinden biri aynen kullanılır) gibi önemli filmleri barındıran bir sinema silsilesi içinde parmak izlerini, imgelerini barındırıyor, Jodorowsky’nin çekilemeyen Dune filmi. Hem bu güzel ama sizi öfkelendirmesi muhtemel belgeseli, hem de Jodorowsky’nin bulabildiğiniz tüm filmlerini izlemenizi şiddetle öneriyoruz. Belgeseli izledikten sonra aynı Jodorowsky ve David Lynch gibi, sizin de Denis Villeneuve’ün Dune’undan (Aralık 2020) uzak duracağınızdan eminiz.
