SMARTFONE FLICKFEST 2020, Avustralya’da 9 Ekim’de Başlıyor!

François Truffaut 15 yaşındayken, sinema eleştirmeni ve düşünür André Bazin ile tanışır ve 21 yaşından itibaren de Fransa’nın önde gelen Cahiers du Cinéma dergisinde eleştiri yazıları yazmaya başlar. Bazin’in de etkisiyle sert eleştiriler yağdırdığı filmlerin yönetmenleri ve özellikle de okurlar, Truffaut’ya “eleştirmek kolay, doğrusunu biliyorsan sen çek” şeklinde özetlenebilecek kaba eleştiriler yöneltirler. Truffaut’nun bu eleştirilere cevabı ise, ilk uzun metraj filmi, Les quatre cents coups (1959) yani 400 Darbe olur, sinema tarihinin en önemli ve dokunaklı filmlerinden bir tanesi, Fransız Yeni Dalga sinemasının da köşe taşlarından.

Dolayısıyla “ilk film” kavramı her zaman önemli bir sorunsal olarak karşımıza çıkıyor. Günümüz şartları altındaysa “ilk film”, bir anlamda hem farklı bir noktada, hem de değil. Zira uzun metraj filmlerden bahsediyorsak, bugün devasa kameralar kullanarak büyük setlerde, onlarca oyuncuyla çekilecek bir girişim, “ilk film” için pek gerçekçi görünmüyor. Öte yandan kısa metraj film çekmek isteniyorsa, günümüzde bu artık çok daha kolay, tabii güzel, sinemasal bir fikriniz varsa. Çünkü artık cep telefonuyla bile film çekebilirsiniz.

Yukarıdaki paragrafın son cümlesindeki sorunu yakalayabildiniz mi bilmiyorum, ancak o cümlede kasıtlı olarak kullandığım bir sözcük, cep telefonu veya tabletle, kısacası bildiğimiz anlamda bir kamerayla çekilmeyen her yapıtın küçümsendiğine işaret ediyor. Bahsettiğim sözcük “bile” tabii ki; “cep telefonuyla bile”… Bu tabir biraz da herhangi bir filmden bahsederken, aşırı mizojinist bir şekilde “kadın yönetmen hem de!” demeye benziyor. “Hem de” derken? Bu tür freudian slip’lerin, dil sürçmelerinin ne yazık ki düşünme şeklindeki çok büyük sorunlara işaret ettiğini söylemek gerek.

Daha fazla uzatmayalım, neyse ki günümüzde bu “bile” edatı daha pozitif anlamlarda kullanılmaya başlandı, yani sinemasal bir üretim yapmanın teknik kolaylığı anlamında. Bu hoş gelişmeyi de elbette cep telefonları ile film çekmeye başlayan yönetmenlere borçluyuz. Bunun en güncel örneklerinden bir tanesi Steven Soderbergh’ün tamamen iPhone ile çektiği psikolojik gerilim türündeki son filmi Unsane (2018). Buna Sean Baker’ın aynı şekilde çektiği uzun metrajı Tangerine (2015) ile Michel Gondry’nin kısası Détour’u (2017) da ekleyebiliriz. Daha fazla örneği IndieWire’ın haber yazısında bulabilirsiniz.

İşte böyle bir algı ortamında, Avustralya’nın Sydney kentinde 2015’ten beri gerçekleşen SmartFone FlickFest yani Akıllı Telefon Film Festivali, oldukça önemli bir konuma yerleşiyor. Tüm Dünya’dan, her yaştan (ve bir akıllı telefona erişimi olan) herkese açık olan festival, bu yıl ilk defa hem Sydney’deki sinema salonlarında, hem de online olarak gerçekleşecek. Bu durum festivaldeki tüm gösterimler için geçerli. Festivalde ayrıca atölyeler, masterclass dersleri ve söyleşiler de yapılacak.

9 – 18 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen festivalde cep telefonu ile çekilen kısa ve uzun metraj filmlere yer veriliyor. Verdiği çeşitli ödüllerle de göz dolduran etkinlik, hepimizi bu çekim tekniği üzerine düşünmeye ve tabii ki üretim yapmaya davet ediyor. 9 Ekim’de online olarak gerçekleşecek kapsamlı bir panelle başlayacak olan festival, film gösterimlerine ise 10 Ekim’de start verecek. Festivalle ilgili ayrıntılı bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Şimdiden iyi seyirler.

Haber yazımızı güzel bir notla bitirelim, Paris’te geçtiğimiz Eylül ayında gerçekleşen Etrange Festival’i Dial M for Movie için yerinde takip ederek sitemize birçok eleştiri yazısı kazandıran gazeteci ve yönetmen Beraat Gökkuş’un akıllı telefon ile çektiği kısa filmi The Lost Pen sadece SmartFone FlickFest’e seçilmekle kalmadı, üstelik festivalin Gala Finallerinde gösterilmeye de hak kazandı. Filmle ilgili bilgilere buradan ulaşabilirsiniz. Kendisine başarılar diliyor, sizleri de tekrar bu festivali takip etmeye davet ediyoruz.

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın