BARBARLARI BEKLERKEN: İsimsiz Bir Uygarlığın Karşı Karşıya Kaldığı Hayali “Tehdit”

Güney Afrikalı yazar J. M. Coetzee’nin 1980 tarihli aynı adlı romanından uyarlanan Barbarları Beklerken (Waiting for the Barbarians, 2019), Kolombiyalı yönetmen Ciro Guerra’nın yönettiği bir film olarak göze çarpıyor. Film aynı zamanda Guerra’nın konuşma dili İngilizce olan ilk filmi olma özelliğine de sahip. Bu filminde Mark Rylance, Johnny Depp Robert Pattinson gibi ünlü isimleri buluşturan Guerra, görüntü yönetmeni olarak da Chris Menges ile çalışmış.

Adı konmamış bir imparatorlukta geçen film, odak noktasına bölgenin sulh hâkimini (Mark Rylance) alıyor ve imparatorluğun yine muğlak bir biçimde “barbarlar” olarak nitelenen bir kesimle olan “düşmanlığına” odaklanıyor. Filmde fazlasıyla nazik -neredeyse safça denecek kadar- bir adam portresi çizilmiş sulh hâkimi için. Barbarların göçebe olarak yaşadığı, çöl manzaralarına sahip bölgede düzeni korumakla görevli olan bu sulh hâkimi, görevli olmadığı zamanlarda vaktini barbarların dilini öğrenmeye çalışmakla geçiriyor.

Albayla İlk Karşılaşma ve Star Persona Sorunu        

Akabinde bölgeye oldukça karikatüristik bir görüntüyle Albay Joll (Johnny Depp) geliyor. Gözlerini bütünüyle kaplayan, simsiyah ve tuhaf şekilli gözlükleriyle ve koyu renk üniformasıyla korkutucu olduğu kadar komik de bir görüntü yaratıyor Joll, ki bunda muhtemelen Depp’in star personasının[1] etkisi bulunmakta, zira Joll karakterinin komediyle herhangi bir ilgisi yok. Depp büyük ihtimalle, önceki karakterlerinden sürüklediği eğlence unsurunu Joll karakterinden ayırmayı başaramamış. Tüm bunlara ek olarak fazla konuşmaması – sanki bilerek yapıyormuşçasına – ve mimikleri onu daha da fazla karikatürize ediyor. Ayrıca filmde yakın plan çekime çok az başvurulduğunu da söyleyelim. Bu da hem herhangi bir karakterle eşleşmemize engel olurken, hem de her şeyi belli bir mesafeden izlememize sebep oluyor. Üstelik zaman zaman bu uzaklık hikâyenin bütünlüğündeki kopukluklarla birleşince izleyicinin filmden uzaklaşmasına, filmin dışında kalmasına neden oluyor.

Joll’un koyu renk ve cehennemden gelenvari üniformasından az önce söz etmiştik. Bu üniforma sulh hâkiminin açık tonlardaki üniformasıyla büyük bir tezat yaratıyor. Daha ilk karşılaşmalarından itibaren göze çarpan bu kontrast izleyiciye gelecekte meydana gelecek anlaşmazlıkların haberini veriyor. Ancak ikilinin ruhları arasındaki kontrastın bu şekilde basit bir renk farkına indirgenerek, üstü kapalı mesajlarla izleyiciye verilmeye çalışılması artık maalesef sıradan ve alışılagelmiş bir yöntem diyebiliriz. Eski filmlerde bu tarz formülasyonlar görmeye tabii ki alışkınız, lâkin güncel filmlerde bazı konuların biraz daha orijinal bir dille anlatıma tabi tutulması gönülden dileğimiz.

İçimizdeki “Düşmanlar”

Albay ile tanışan bölge hâkimi, zamanla onun yöntemlerinin kendisininkinden fazlasıyla farklı olduğunun ayırdına varır. Şiddetle uzaktan yakından alakası bulunmayan hâkim, Albay ve ekibinin sebep olduğu acıları, yarattıkları yıkımı ve istihbarat edinmek uğruna başvurdukları yöntemleri bizzat kendi gözleriyle görür. Tutsakları serbest bırakmak isteyen hâkim bu canice yöntemler karşısında ne yapması gerektiğini bilemez. Zamanla “barbar” olarak nitelendirilen bir kadına (Gana Bayarsaikhan) âşık olan hâkim gittikçe yumuşar ve albayın dikkatini çekecek pek çok yanlış hamle yapar. Önceden fazlasıyla acı ve işkence görmüş bu kadın hâkimin yanında mutsuzdur ve kendi halkının yanına dönmek istemektedir. Kadını halkının yanına bizzat götüren hâkim artık kendi insanları tarafından da sevilmemeye başlar ve evine geri döndüğünde hainlikle suçlanır.

Hâkim artık Albay ve ekibi tarafından tutsak edilmiştir ve türlü acılara maruz kalır. Yine de bir şekilde hayatta kalmayı ve akıl sağlığını korumayı başarır – filmin en çok bu kısımları “geçiştirilmiş” durmakta bizce – ve kendine çeki düzen verir. Halk da farkına varır ki Albay ve ekibinin bugüne kadar uyguladığı yöntemler “barbarları” olmaları gereken yerde tutmakta başarılı olamamıştır. Halkın desteğini kaybeden Albay çareyi bölgeden ayrılmakta bulur ve hâkimin acıyan bakışları eşliğinde arabasına atlayıp gider. Bu esnada halk da kendisini protesto etmektedir.

Hikâyenin olay örgüsünü bu şekilde özetleyebiliriz. Filmin uzunluğuna pek de aldanmamak gerek, zira yaklaşık 1 saat 50 dakikalık süresine rağmen film oldukça yavaş ilerliyor. Olay filminden çok, durağanlık filmi diyebiliriz Barbarları Beklerken için. Ancak bu durağanlık anları da izleyicinin sinemasal deneyimine pek de fazla bir şey katmıyor. Bu tarz anlarda görüntü yönetmeni Menges güzel sahneler yakalıyor kesinlikle. Ancak bu güzel sahneler ve çöl manzaraları filmin anlamsız ve yavaş yerlerini yumuşatmaya yetmiyor maalesef. 

Genel olarak baktığımızda her karakter bir sebep için orada gibi, ancak hiçbirinin altı yeterince deşilmiyor, hiçbir konu masaya yeterince yatırılmıyor gibi görünüyor. Çoğu sahnede ve olayda bir “geçiştirilmişlik” mevcut. Bazı şeyler sırf gösterilmek için gösterilmiş sanki, bu da muhtemelen kitaptaki olayları ekrana aktarma isteğinden kaynaklanıyor. Ancak buna rağmen olay örgüsü çoğu zaman oradan oraya savruluyor gibi hissettiriyor izleyiciye, bu da daha önce söylediğimiz gibi izleyicinin hikâyeye dikilmesine engel oluyor. Buna ek olarak, Pattinson’ın karakterinden (Subay Mandel) hiç bahsetmemiş olmamız muhtemelen gözlerden kaçmamıştır. Hiç sözünü etmedik, zira kendisinin canlandırdığı karakter filmin ancak sonlarına doğru kısa bir süreliğine görebildiğimiz, neredeyse hiçbir anlamı olmayan bir karakter. Bu da bize filmde Pattinson ve Depp’in tam olarak ne yaptığını sorgulatıyor.

Dial M for Movie Gözünden Filmin Eleştirisi

Filme “Barbarları Beklerken” deniyor ancak asıl barbarların Albay Joll ve emrindeki adamlar olduğunu kolaylıkla görebiliyoruz. Filmin esas amacı belki de bunu göstermektir ancak bu mesajı vermenin ve güzel bir hikâye yaratmanın pek çok yolu varken yönetmenin bu yollardan birini seçmediğini fark ediyoruz. Bu da ortaya maalesef ki yer yer kopuk ve yavaş ilerleyen bir hikâye çıkarıyor. Kitapları filme uyarlamanın zor bir görev olduğu aşikâr. Bu görevler zaman zaman müthiş sonuçlar doğururken, bazen de vasat denebilecek sonuçlar yaratabiliyor.

Bu sonuçlarda elbette pek çok faktörün etkisi var, dolayısıyla kesin konuşmak zor. Waiting for the Barbarians filminin temel sorunu normalde yazın halindeyken çok daha anlamlı olan bir konunun filmleştirilmeye çalışılması olabilir. Buna ek olarak, kişisel bir yorum eklemek gerekirse hem Depp’in hem de Pattinson’ın oyunculuklarını tek düze ve anlamsız bulan bir izleyici olarak, bu roller için daha az tanınan ancak çok daha fazla anlam ihtiva eden pek çok yüz bulunabilirdi diye düşünmeden edemiyoruz. Zira örnek vermek gerekirse, Depp’in canlandırdığı karakter ne olması gerektiği ve terör saçabilecek kadar korkutucu, ne de trajikomik olabilecek kadar iyi işlenmiş bir karakter.

Tüm bu eleştirileri toparlayacak olursak, Waiting for the Barbarians’ı yer yer güzel görüntüler sunan, ancak dağınık bir film olarak özetleyebiliriz. Ayrıca vermeye çalıştığı mesaj hâli hazırda zaten bilinen bir mesaj ve film bu mesajı uzun ve dolaylı yollardan, izleyicisini sıkarak veriyor. Dolayısıyla filmin bu bahsettiğimiz ögeleri göz önünde bulundurulup tartıldığında filme neredeyse iki saat harcamak mantıklı gelmeyebiliyor kulağa. Filmle alakalı yorumunuz oyuncuların ne kadar hayranı olduğunuza göre de değişir elbette, ancak Depp’in de Pattinson’ın da bu filmdekinden çok daha iyi performanslarının var olduğunu hatırlatmak gerekiyor. Sonuç olarak karar tabii ki izleyicinin, ancak bizce Waiting for the Barbarians ne içerik ne oyunculuk ne de görüntü olarak uzunca bir emek vermeye değecek bir film gibi görünmüyor.

Ece Mercan Yüksel


[1] Star persona kavramını şu şekilde açıklayabiliriz: Bir oyuncu fazlasıyla tanınmaktadır ve bu üne spesifik bir rolle kavuşmuştur. İzleyici bu kişiyi başka bir rolde gördüğünde bu kişinin ünlü olduğu “asıl” rolünü düşünmeden edemez, zira o rolün kişiliği oyuncunun üzerine yapışmıştır. Örnek olarak Harry Potter ismiyle tanıdığımız Daniel Radcliffe’i ve daha pek çok yıldızı verebiliriz.

Bir Cevap Yazın