1976’da yayınlanan ilk filmiyle on dalda aday olduğu Oscar ödüllerinden üçünü kazanan Rocky, anlattığı hikâye kadar yapım hikayesiyle bize tanıdığımız bir rüya sunuyor: Amerikan Rüyası. Sylvester Stallone, kimsenin tanımadığı parasız pulsuz bir yazar ve oyuncu olarak yaşadığı zorlukları bir boksörün hikayesine adapte edip Rocky’nin hikayesini ortaya çıkartmış. Stallone’un kendi yaşadıklarından yararlanarak yazdığı senaryoyu okuyan yapım şirketleri senaryoyu satın alıp Rocky karakterini ünlü bir oyuncuya oynatmak istemişler. Sylvester Stallone beş parasız olmasına rağmen senaryoyu satmamakta direnmiş, Rocky’yi kendinden başkasının oynamasını kabul etmemiş. Filmi yapmayı kabul eden Irwin Winkler ve Robert Chartoff film bütçesinin yarıya düşmesi şartıyla Sylvester Stallone’nin Rocky’yi oynamasını kabul etmişler. Stallone 1977 yılı Oscar ödüllerinde aynı anda hem en iyi senaryo hem de en iyi erkek oyuncu ödülüne aday olarak yakaladığı başarıyla mücadelesinin boşuna olmadığını kanıtlamış. Rocky serisi toplam altı filmden, Rocky’nin spin-off’u olan Creed serisi de iki filmden oluşuyor, toplamda sekiz filmle Rocky, boksu konu alan filmler arasında sarsılmaz bir yere sahip.

Bir boks maçının sonucunda bir kişi kazanır, bir kişi kaybeder. Rocky’nin hikayesi de tıpkı bir boks maçı gibi, kazanmaktan veya kaybetmekten başka bir ihtimalin olmadığı bir mücadele. Bir yanda mahallesinde hor görülen bir sokak serserisi olarak kalmak var; diğer yanda şan, şöhret, para, saygınlık. Filmin başındaki unutulmaz müzik eşliğinde büyük kalın harflerle ROCKY yazısı akarken, ‘Rocky’yi özel yapan ne?’ diye merak ediyoruz, onun yaşadıklarının ne önemi var? Rocky hiç de özel biri değil. Son derece sıradan, parasız pulsuz, eğitimsiz, kimsesiz bir sokak dövüşçüsü. Para kazanmak için yumruk yiyor, herkes onu aptal yerine koyuyor. Rocky’yi izlemeye değer kılan en önemli özelliği de tam olarak bu, onu başkalarından öne geçiren hiçbir özelliğinin olmaması. Rocky’nin mücadelesini kendi mücadelemiz gibi izleyebiliyoruz, çünkü o en az hepimiz kadar sıradan.

Böylece Rocky’nin bütün mücadeleleri bizim için de kişisel bir meseleye dönüşüyor. Rocky başarı basamaklarını tırmanırken izleyici de başarının bir adım uzağında olduğu rüyasına kaptırıyor kendini. Rocky’nin hikayesi, ‘başarının çalışan herkesin bir adım uzağında olduğu’ mesajıyla adeta Amerikan Rüyası’nın bir manifestosu. Bu toz pembe hikâye bizi Amerika’nın fırsatlarla dolu bir yer olduğuna ikna ediyor. Apollo Creed’in dövüşmek için Rocky’yi seçmesinin arkasında da yine bu Amerikan Rüyası’nın market değerini kullanmak istemesi var. Apollo Creed:
Look it’s the name man. The I-talian Stallian. The media will eat it up. Now who discovered America? An Italian right? What better way to get it on than with one of its descendants?
Adamım bak mesele isim. İtalyan Aygırı. Medya buna bayılacak. Amerika’yı kim keşfetti? Bir İtalyan değil mi? Aynı nesilden biriyle bu işi yapmaktan daha iyi ne olabilir ki?

Hikâyenin özünde başarıdan daha büyük bir mesaj var: başarısızlığın her an başarı kadar yakın olduğu mesajı. Rocky’nin zaferlerini değerli yapan şey, izleyicinin onun son derece sıradan biri olduğunu sürekli hatırlaması. Bunun için Rocky seri boyunca elindekileri kaybetme riskiyle yüz yüze bırakılıyor, üstelik en büyük zaferinden sonra ülkesine döndüğünde her şeyini kaybettiğini öğreniyor. Amerikan Rüyası’nın sunduğu başarının devamlılık garantisi yok; çünkü bu rüya kapitalizmin ta kendisi. Hızla zirveye tırmanan kişi sert bir düşüşle yere çakılabiliyor ve tüm bunlarla tek başına savaşmak zorunda. Rocky serisinin filmlerini izlerken iki adamın dövüşmesini izlemiyoruz, bir adamın içinde yaşadığı düzende var olma savaşını izliyoruz.

Rocky’nin heykeli müze merdivenlerinin tepesindeki yerinden, oraya konulduğu aynı kolaylıkla kaldırılıyor ve ülke kendine yeni şampiyonlar buluyor. Eski şampiyonlar yaşlanıyor ve en büyük şampiyonluklar geçmişte kalıyor. Bir gün eski başarılarının hayaleti tarafından küçük düşürülme ihtimali, büyük başarılar kazanmanın karanlık yüzü. Bu yönüyle Amerikan Rüyası sadece bir rüya değil, aynı zamanda bir karabasan. En büyük başarıların mümkün olduğunu gören kişi başarısızlıklarından daha da büyük bir eziyet duyuyor. En zenginlerin varlığını bilmek, en fakirlerin öfke duymasına sebep oluyor. Zenginler fakir olma korkusuyla başarılarına ve isimlerine daha şiddetle sarılıyorlar. Amerikan Rüyası’nı sadece zirveye tırmanma arzusuyla tanımlayamayız. Amerikan Rüyası başarıyla başarısızlığın, zenginle fakirin, zirveyle en dibin bitmek bilmez mücadelesi. Amerikan Rüyası’nın mayasında mutlak bir mücadele var; sonsuz, sınırsız, çözümsüz bir mücadele. Bu içinden çıkılmaz mücadelenin yaratıcısı, Amerika’nın savunduğu, üstüne toplumsal normlarını ve ideolojilerini inşa ettiği, bütün dünyada reklamını yaptığı kapitalizm.

Rocky IV’te Rocky’yi Rus Ivan’a karşı Amerika’yı temsil ederken görüyoruz. Kapitalizmin reklam yüzü Amerika, kapitalist dünya düzeninde devrim isteyen komünist Rusya’ya karşı. Amerika ve Rusya’nın dünya liderliği için yaptığı soğuk savaş, Rocky’nin Hollywood pembesi evreninde Rocky ve Ivan arasında sıcak bir dövüşle temsil ediliyor. Amerikalıların yazdığı, yönettiği, yapımcılığını yaptığı, dünyaya pazarladığı bir filmde, maçı Amerika’nın rakibinin kazanması beklenemezdi tabi. Amerika maçı kazanmanın da ötesinde, bu filmle kendine yepyeni bir zafer yaratıyor: dünya çapındaki seyircilerin zihninde Amerika dost, Rusya ise düşman olarak yer alıyor. Amerika’nın sinema ve televizyon yapımlarıyla izleyicilerin kalbine girmesi ve dergileriyle, ünlüleriyle, bilimi ve edebiyatıyla dünyaya kültürünü yayması dünya çapında kültürel bir egemenlik kurmasını sağlıyor.

Kültürel egemenlik nedir? Ne işe yarar? Foreign Policy dergisindeki 1990 tarihli makalesinde Joseph Nye, ‘soft power’ diye adlandırdığı bir kavram ortaya koymuştu. Bu makaleyle Nye, yirminci yüzyılda ülkelerin başka ülkeleri kontrol etmelerine yarayan tek gücün askeri güç olmadığını, kültürlerin ve ideolojilerin de önemli bir güç kaynağı olduğunu ve bunların güçlü medya araçları tarafından kolayca yayıldığını anlatmıştı. Soft power askeri gücün aksine yumuşak bir güç olarak tanımlanıyor çünkü dayatma, zorlama, şiddet içermiyor. Barışçıl yollarla insanlara ulaşıyor ve düşünce biçimlerinde değişiklikler yaratıyor. Tabi ki toplumları kültürel unsurlarla etki altına almak bu makaleyle beraber üretilen bir yöntem değil, her daim var olmuş olan fakat 20. yüzyılda hızla gelişen iletişim ağlarıyla iyiden iyiye önem kazanmış bir yöntem. 20. Yüzyıldan önce tüm dünyayı anında iletişime sokacak bir teknoloji yoktu ve bu nedenle uluslararası bir bilinçten bahsetmek çok daha fazla zaman ve efor istiyordu. Askeri bir istiladan önce kültürlerin birbirinden etkilenmesine yarayan tek yöntem ticaretti. 20. Yüzyılda iletişim ağı hızla gelişti, çok uluslu şirketler güçlendi ve 21. yüzyılda iletişim internetle beraber bambaşka boyutlara ulaştı. Böylece günümüzde internet ve sosyal medya ile popüler kültürün kolayca ulaşılabilir olması soft power’a bambaşka bir boyut kattı.

20. yüzyıla kadar başka ülkelerde yaşayan insanlar üzerinde kontrol kurmak ancak askeri güç ve savaşlar yoluyla olurken 20. yüzyılda güç ve egemenlik kavramları büyük değişime uğradı. I. Dünya Savaşı çok uluslu imparatorlukların dağılıp yerlerine ulus devletlerin oluşmasına ön ayak oldu. İkinci Dünya Savaşı Hitler’in dünya liderliği hayallerinin Avrupa’yı tüketmesiyle sonuçlandı. Savaşa kıta dışından katılan Amerika II. Dünya Savaşı sonunda, kaynaklarını ve enerjisini iki uluslararası savaşta tüketen Avrupa’nın kurtarıcısı rolündeydi. Amerika hem askeri hem ekonomik olarak savaşlardan tükenerek çıkan Avrupa’dan daha güçlüydü.

Amerika’nın en etkili dergileri Time, Fortune ve Life dergilerinin yaratıcısı gazeteci Henry Luce, 1941 yılında yazdığı ‘Amerikan Yüzyılı’ isimli makalesinde 20. Yüzyıl’ı Amerikan Yüzyılı olarak, Amerika’yı ise demokrasinin kurtarıcısı olarak tanımlıyordu. Amerikan kamuoyundaki, Amerika’nın dünyanın lideri ve demokrasinin kurtarıcısı olduğu yönündeki inanç, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’nın dış dünyaya müdahale etme çabasıyla kendini gösterdi. Marshall yardımlarıyla yapılan ekonomik müdahaleler ve diğer devletlerin yönetimlerine yapılan siyasi müdahalelerle Amerika, kahramanı oynadı. Dünyayı elinden kurtarmak için savaştığı düşmansa, kapitalizminin karşısında bir Amerikan kâbusu gibi büyüyen Sovyet Rusya komünizmiydi.

Rocky serisinde Amerikalı olmak izleyiciye toz pembe, ayrıcalıksız bir rüya gibi sunuluyor. Siyahi bir adam Amerikan bayrağına bürünüyor, İtalyan bir adam yeni Amerikan kahramanı oluyor. Rocky Rusya’ya dövüşmeye gidiyor ve Rus izleyici mucizevi bir şekilde Rocky’yi desteklemeye başlıyor. Kazanan Rocky konuşmasında, ülkeler savaşmasın diye bu maçı yaptıklarını vurguluyor. Amerika bu sefer dünyaya barışını Rocky aracılığıyla dağıtmış oluyor (!). Serideki bu pamuk şeker tadındaki Amerikanlık imajının yanında Amerika’nın gerçeği bambaşka tabii ki. 18. yüzyılda Avrupalılara bomboş ve verimli topraklarıyla büyük bir fırsat gibi gösterilen Amerika kıtası, Amerikan yerlilerinin yaşadığı hiç de boş olmayan topraklardı ve Afrikalı kölelerin emeği sayesinde verimli hale gelmişti. Amerika, tarihine işleyen sömürü ve ırkçılıkla rüya gibi bir ülke olmaktan çok uzak olmasına rağmen, medyası ve sinemasıyla son iki yüzyılda bunun aksi bir rüya dağıttı ve dağıtmaya devam ediyor.

Amerikan Rüyası, Amerika’nın demokrasinin kurtarıcısı olarak görüldüğü bir dünyada, Amerika’da herkesin başarıyı yakalayabileceği inancını bir ideolojiye dönüştürüp dünyaya pazarlayan kavram. Bu kavram, soft power’a mükemmel bir örnek. Amerikan Rüyası’nı anlatan filmleri dünya çapında izleyen insanlar, Amerika’yı ve savunduğu kapitalist değerleri bir kurtarıcı gibi görmeye alışıyor. Üstelik Rocky IV’teki gibi, Sovyet Rusya’yı, yok etmeye odaklanmış korkunç bir makine olarak izleyenler Rusya’ya karşı Amerika’yı, komünizme karşı kapitalizmi gönülden savunmaya hazır hale geliyorlar. Sovyet Rusya’nın devrilmesinin ardından Amerikan Rüyası amacını yitirmiş değil. Bu rüya günümüzde hala, başarılı insanları Amerika’ya yerleşmeye teşvik eden, turistleri Amerika’ya seyahat edip para harcamaya iten, Amerikan markalarını dünya çapında sattıran mükemmel bir pazarlama stratejisi.

Rocky beşinci filmde iflas ederek mahallesine geri dönüyor, üstelik başarısının zirvesindeyken. Nasıl olur da bunca mücadele ve zaferden sonra Rocky başladığı yere dönmek zorunda kalır? Hikâyenin mantığını ve karakterin doğasını ele alınca serinin devamı için bunun gerekli olduğu anlaşılıyor: Rocky, var olması için mücadele etmesinin zorunlu olduğu hikâye evreninde, bütün savaşlarını vermiş ve en imkânsız zaferleri kazanmış biri olarak var olmaya devam edemezdi. Sadece Amerika’ya değil tüm dünyaya krizlerle dolu bir kapitalist düzendeki umut olarak sunulan Amerikan Rüyası’nın doğasında, fırsatlar kadar krizler de var; zirveye tırmanılan aynı hızla zirveden düşmek, bu rüyanın karanlık yüzü. Böylece yeniden mahallesine dönen Rocky özüne dönmüş oldu; o ana kadarki bütün mücadelelerinden galip çıkmasına rağmen o yine var olmak için mücadeleye devam etmek zorundaydı. İçindeki canavarı öldürerek ringlere veda etmesiyse serinin son filmi Rocky Balboa’yla oldu. Kanıtlayacak tam anlamıyla hiçbir şeyi kalmayan Rocky Balboa’nın hikayesi de bitmişti.

Rocky’nin sıfırdan başlayıp zirveye ulaşmasını anlatan başarı hikayesi, Amerikan Rüyası’nın sinemaya mükemmel bir adaptasyonu. Amerika western filmlerinde Kızılderilileri şeytanlaştırdığı ve beyaz kovboyları kahramanlaştırdığı gibi, Rocky de Amerika’yı gerçek kahraman ve Amerika’nın düşmanlarını gerçek düşman olarak sunuyor. Amerikan tarihini Amerikan filmlerinden öğrenmeye kalksak gerçeklerden oldukça uzaklaşacağımız kesin. Bu yüzden Rocky’nin var olma mücadelesinin ardında yatan anlamı ancak filmlerin, gerçeklerin arıtılarak ve dönüştürülerek bize sunulduğu görsel araçlar olduğunu unutmadığımız sürece görebiliriz.

Kaynakça
- Soft Power, Joseph S. Nye, Jr., Foreign Policy No. 80, Twentieth Anniversary (Autumn, 1990), pp. 153-171 (19 pages)
- The American Century, Henry R. Luce (PDF)
- Amerikan Rüyası ve Amerika’nın Rüyası (Kılıç Buğra Kanat)
- Britannica – Toward A New World Order
- The Rise and Fall of Soft Power (Eric Li)