İzledikten sonra içinizi insan sıcaklığıyla doldurmasını beklemeyeceğiniz filmlerden Metalhead, ne var ki bunu fazlasıyla başarıyor, amacı bu olmasa da. Baştan alalım. Metalhead (2013), İzlanda Sineması’nın en önemli yönetmenlerinden Ragnar Bragason’un beşinci sinema filmi. Kariyerine çok sayıda TV filmi ve dizi de sığdıran 1971 doğumlu yönetmen, İzlanda’nın efsanevi coğrafyasını kullanarak evrenselliğe, tüm insanlığın ortak sorunlarına dokunmayı başarabilen ender sanatçılardan. Filme izlenmeyi hak ettiği bir formatta ulaşmak oldukça zor olduğu için (Netflix, Amazon Prime, Mubi veya BeIn Connect gibi platformların hiçbirinde yer almıyor), kısaca özet geçelim.

Film, İzlandalı Karlsdóttir ailesinin kırsal yaşamından güzel bir sahneyle açılır: 11 yaşındaki Hera (Diljá Valsdóttir) arkadaşlarıyla oyun oynarken abisi Baldur da (Oskar Logi Agústsson) tarlada traktörle ot biçmektedir. Ne var ki traktörün arkasına monte edilmiş olan iptidai ot biçme düzeneği Baldur’un uzun saçlarını kapıverir ve o andan, Baldur’un ölümünden itibaren Karlsdóttir ailesi için artık hiçbir şey aynı olmayacaktır. Odasını olduğu gibi, duvarlarındaki metal gruplarına ait posterlerle, flamalarla öylece bırakırlar. Arada bir odaya girip hasret gidermeye çalışırlar ve bu kaybın travması hem Hera’yı hem de anne ve babayı derinden sarsar, zamanın herşeyin ilacı olmadığı ortaya çıkar.

Bu girişten sonra aradan yaklaşık olarak on yıl geçtiği bilgisi verilir seyirciye, Hera 19-20 yaşlarındadır (Thora Bjorg Helga) ve abisi gibi metal dışında pek bir şey dinlemez hale gelmiş, abisinin elektro gitarı ve birkaç yan ekipmanla kendi bestelerini yapmaya çalışmakta, bir yandan da çiftlikteki işlerle ilgilenmektedir, ailesinin sahip olduğu büyükbaş hayvanlara yem vermek veya inekleri sağmak gibi. Anne ve baba da hayatlarına devam ediyor gibi görünseler de aradan geçen yıllara karşın Baldur’un kaybı hala kanayan bir yaradır, odasına hala dokunmamışlardır örneğin.

Bu kırsal ortamda Karlsdóttir ailesinin yaşadığı kasabayla da tanışırız, her Pazar kiliseye gidilen, muhafazakâr bir topluluktur söz konusu olan. Ancak görünüş aldatıcı olabilir çünkü filmin ilerleyen dakikalarında göreceğimiz gibi kilise rahibinin sol kolunda Iron Maiden (Eddie) dövmesi vardır, yüzlerinde corpse paint ile sahne alan genç black metal müzisyenleri ise kasabanın bir kilise inşa etmesine yardım ederek topluluğun bir parçası haline gelirler. Karşılıklı anlayış filmin en önemli mesajlarından.

“Gerçek İnsanlar”
Ragnar Bragason bir röportajında “her zaman gerçek insanlar hakkında film çekmeye gayret ediyorum” diyor. Ve en azından Metalhead özelinde (diğer filmlerini izleme imkânı bulamadık), bu saptama kesinlikle doğru. Bu kavramı biraz açmakta fayda var, zira tıpkı sıklıkla kullandığımız “gerçek hayat” kavramı gibi, bu tabir de biraz buğulu. İnsan sözcüğüne getirilen “gerçek” sıfatı, “gerçekçilik” kavramıyla bağlantılı öncelikle. Beyazperdede tanık olduğumuz olayların olağanüstü insanlar tarafından eyleme dökülen şeyler değil, aslında sıradan insanlar tarafından gerçekleştirilen olağanüstü eylemler olması söz konusu.

Bu konuda verilebilecek en iyi örneklerden biri belki de George Stevens’ın meşhur üçlemesinin ilk filmi, ülkemizde “Vadiler Aslanı” adıyla gösterime girmiş olan 1953 tarihli bir western’dir: Shane. Filmi diğer western’lerden ayıran tam da bu insan sıcaklığı idi, izlediğimiz onlarca, belki yüzlerce western’de hızlı silahşörleri yaptıkları eylemlerin sorumluluğunu almadan hayatlarına devam ederken gördük hep. Shane’de ise, Alan Ladd’in canlandırdığı karakter, “birisini öldürdüysen normal bir hayatın düşünü kuramazsın artık” der, insan haklı da haksız da olsa bu ölüm içine işler ve artık hiçbirşey aynı olmaz. Çok da doğru ve dahası, herkesin bağ kurabileceği bir beyan bu. Herhangi bir insanın hissedebileceği, gerçekçi hatta gerçek bir duygu.

Bragason da aynı şekilde, hayatın içinden, gerçek kişilere yer veriyor filmlerinde. Zaten Mike Leigh’in en sevdiği yönetmenler arasında olması da bu yüzden tesadüf değil. Sürekli metal dinleyen, albümünü kendi başına çıkartıp büyük başarı elde eden, ailesinin ve tüm kasaba halkının da alkışa tuttuğu bir gencin hayatını aktarsaydı, pek de gerçekçi olmayacaktı elbette. “Hayat her zaman kurgunun önüne geçer” sözü de, ister bunu bir Amerikan atasözü, isterseniz Sovyet General Zhukov’un saldırı planlaması yaparken emrindekilere söylediği meşhur söz olarak alın, son derece doğru. Hayatın kendisi kurgudan daha zengin, daha çetrefilli, daha karmaşıktır. Denklemdeki bir tek öğeyi değiştirmek bütün yapıyı yerle bir edebilir. İnsanların vereceği tepkiler işin içine girecektir her zaman, tıpkı Metalhead’de olduğu gibi.

Filmden Taşan Müzik Sevgisi
Ragnar Bragason verdiği birçok röportajda kendisinin de bir “metalhead” yani metalci olduğunu söylüyor, zaten filmde kullanılan (copyright’ı satın alınabilen) 8 parça, son derece düşünülerek oluşturulmuş bir listeye işaret ediyor. Aslında Bragason 100 parçadan oluşan bir liste yapmış ama elbette bunlar içinden bazı elemeler yapmak gerekmiş. Bir de tabii metal müziğe aşinaysanız, Metalhead’de çalan parçaların tek kişinin müzik zevkinden doğduğunu anlamak pek zor değil. Sonuçta filmde Iron Maiden, Savatage, Megadeth ve Judas Priest’ten bahsedildiğinde, ardından Led Zeppelin ve Black Sabbath geliyor; Sepultura veya Korn değil. Dolayısıyla “metal müziğin en büyükleri” gibi sıradan bir liste değil önümüzdeki, daha çok yönetmenin mix tape’i. Bragason’un karışık kasetini dinliyoruz bir anlamda, ki oldukça güzel bir kaset olduğunun da (şahsen) altını çizmek gerek.

Müzik sevgisini yansıtan bir başka nokta da, filmde sadece black metal’e değil, kilise korosu dahil birçok farklı müzik türüne yer verilmiş olması. Müziğin insanları bir araya getirici gücü, farklı türde müziklerin önce tepki, hemen ardından ise merak ve hayranlık uyandırması gibi olgular çok güzel işlenmiş. Ve Hera’nın yaşadığı kırsal çevre sayesinde de, müziğin evrenselliği, hayvanların bile farklı müzik türlerine farklı tepki vermeleri gibi etmenler üzerinden yansıtılmış. Belki en önemlisi de, bir ortamda müzik varsa, orada kötülük olamayacağı, üretkenliğin olduğu ortamda pozitif bir atmosfer oluşacağı vurgusu. Filmdeki parçaların çok iyi ve esprili bir şekilde yerleştirilmiş olması da dikkatli izleyicilerin gözünden (kulağından?) kaçmayacaktır. Birkaçını not edelim:
- Savatage / Strange Wings: Hera abisinin mezarı başında bu hüzünlü parçayı çalar.
- Riot / Run For Your Life: Hera mezbahada çalıştığı günlerden birinde, kaçışan koyunların görüntüsü eşliğinde tüm mezbahaya bu parçayı çalar, görülmesi gereken bir manzara ortaya çıkar gerçekten. Bragason aslında bu sahne için Iron Maiden’ın meşhur Run to The Hills parçasını istemiş ancak şarkının yayın hakları üzerinde anlaşamamışlar.
- Teaze / Heartless World: Hera ile çocukluk arkadaşı Knútur Hera’nın odasında biraz flörtöz bir şekilde sohbet ederken fonda Teaze’in “One Night Stands” albümü çalmaktadır, ayrıca Teaze, Heartless World şarkısı için Metalhead görüntülerinden oluşan yeni bir klip de çekmiştir.
- Megadeth / Countdown to Extinction: Hera ile Knútur seviştikleri sırada fonda bu parça çalar.
- Megadeth / Symphony of Destruction: Filmin sımsıcak kapanışında bu parçanın kullanılması da sahneye çok hoş bir hava katar demekle yetinelim.

Norveç Kilise Yangınları
Filmde kısa süreli görünse de olay akışının önemli bir kısmını işgal eden, Norveç’te 1990’ların başında (Haziran 1992’de Fantoft Kilisesi ile başlayan) yaşanan kilise kundaklamaları, Bragason’un kamerasından son derece insani bir u-dönüşü yaşatıyor seyirciye. Bu yangınlara döneceğiz ancak arkasında ideolojik bir altyapı bulunduğu düşünülebilecek olan kilise yangınlarının bir benzeri, başkahramanımız Hera’nın, yakınlaşmak istediği kilise rahibinin kendisini geri çevirmesine verdiği cevap şeklinde yaşanıyor. Yani altında tamamen insani bir neden yatıyor. Bu şekilde sunulması gözümüze biraz romantik gelse de, üzerine düşünülmesi gereken bir versiyon olduğu şüphe götürmez. Ne de olsa 1992’de yaşanan kundaklama olaylarının bazılarına da Euronymous’a gösteriş yapmak veya kendini kanıtlamak isteyen gençler dahil olmuştu.

Hera’nın salonda uzanmış olduğu koltuktan TV’de gördüğü ve çok etkilendiği Norveç kilise yangınlarından kısaca bahsedelim. Toplamda 50 kadar kilisenin yakıldığı olaylar, 1150’de inşa edilmiş olan ahşap Ortaçağ kilisesi Fantoft’un yandığı haberiyle başlar, tarih 6 Haziran 1992’dir. Ardından Mayhem grubunun kurucusu gitarist Euronymous (Oystein Aarseth) etrafında bu kundaklama olayları hız kazanır. Bu konuyla ilgileniyorsanız mutlaka izlemeniz gereken belgesel Until The Light Takes Us’ta (2008) bahsedildiği üzere, gençler Euronymous’un yanına gelip “filanca kiliseyi ateşe vereceğim” dediğinde o da “çok güzel, yapıp bana rapor ver” şeklinde onlara destek çıkmış. Bir kilisenin ateşe verilmesi tek başına zaten yeterince kötüyken, bir de kiliselerin çoğunun çok eski tarihlerde inşa edilmiş, rahatlıkla Dünya Kültürel Mirasına ait olabilecek derecede eski olmaları da insanın içini burkan başka bir ayrıntı.

Bu kundaklama olaylarının yaşandığı dönem, Norveç Black Metal tarihinin de en karanlık yıllarıdır aynı zamanda. Yakılan Fantoft Kilisesi’nin alevler içindeki fotoğrafının Burzum’un (Varg Vikernes) 1993 tarihli EP’si Aske’nin (küller) albüm kapağı olarak kullanılması, daha öncesinde Mayhem’in ikinci adamı Dead’in (Per Yngve Ohlin) intiharını takiben Dead’in ölü bedenini bulan Euronymous’un, polisi aramadan önce Dead’in fotoğraflarını çekmesi ve bunları albüm kapağına taşıması, 1993 Ağustos’unda Euronymous’un Varg Vikernes tarafından öldürülmesi ve hapse atılması gibi, müzikle uzaktan yakından alakası bulunmayan olaylar sayılabilir. Bu yargıyı da en iyi Darkthrone’dan Fenriz’in şu cümlesi destekliyor sanırım: “Ben müzik yapmak istediğim için bu olaylardan uzak durdum, Varg ile de yollarımız bu nedenle ayrıldı” (Until The Light Takes Us).

Metalhead – Oyunculuklar
Tekrar Metalhead’in daha sıcak ortamına dönersek, oyunculuklardan bahsetmemiz şart. Çünkü sadece İzlanda’nın en önemli sinema ödülleri olan EDDA’dan ellerinde tüm “en iyi oyuncu” ve “en iyi yardımcı oyuncu” ödülleriyle dönmüş olmaları bir yana, özellikle de Bragason’un filminin iskeletini insani duygular, yukarıda bahsettiğimiz “gerçek insanlar” üzerine kurması nedeniyle, ortaya harika oyunculuklar çıkmış. Elbette tüm başarıyı Bragason’un oyuncu yönetimine yıkamayız, yönetmenin ders verdiği sinema okulundaki öğrencilerden biri olan ve yeteneğiyle Bragason’un dikkatini çeken Thora Bjorg Helga dışında (Metalhead kendisinin ikinci filmi) kadronun büyük kısmı deneyimli oyunculardan oluşuyor. Özellikle de anne ile baba karakterlerini canlandıran Halldóra Geirhardsdóttir ve Ingvar Sigurdsson.

Hera’nın annesini canlandıran 1968 doğumlu Geirhardsdóttir 12 yaşından beri oyunculukla iç içe olan ve kendisini Polite People (2011), Case (2015) ve Woman at War (2018) gibi filmlerden hatırlayabilirsiniz. Kesinlikle çok güçlü bir karakter oyuncusu. Bu oyuncu bana başka bir oyuncuyu hatırlatıyor diyorsanız hemen merakınızı giderelim, kendisi bir derece ABD’li oyuncu Joan Allen’ı andırıyor. Baba rolündeki Sigurdsson da sadece durağan yüz ifadesiyle bile tüm sahnenin dramatik ağırlığını yüklenebilen, tecrübeli bir oyuncu. Kendisini Cold Light (2004), Jar City (2006), Everest (2015) ve A White, White Day (2019) adlı filmlerden hatırlamak mümkün. Bu ikili dışında diğer tüm oyuncular da göze batmayan, tatmin edici performanslar sergiliyorlar. Başroldeki Thora Bjorg Helga ise zaten hayatının en önemli rollerinden birinde, çok sağlam ve yetkin bir performans sergiliyor.

Ragnar Bragason Mix Tape
Film 1990’larda geçtiği ve kaset ile plak kültürü filmde hayli baskın olduğu için, kaset kavramı üzerinden gidelim dedik, aşağıya sizler için filmde adı geçen tüm grupları, eğer herhangi bir şarkısına filmde yer verilmişse parçanın da adını yazdığımız bir liste hazırladık, bu yazıyı aşağıdaki parçalar eşliğinde okumak isterseniz parça adına tıklamanız yeterli (YouTube). Sıralamada, filmde parçaların adlarının geçtiği veya çalındıkları sıraya sadık kalınmıştır.
- SAVATAGE – Strange Wings
- RIOT – Run for Your Life
- TEAZE – Heartless World
- MEGADETH – Countdown to Extinction
- JUDAS PRIEST – Victim of Changes
- JUDAS PRIEST – Screaming for Vengeance
- MÖTLEY CRÜE – Shout at the Devil
- DIO – Holy Diver
- MEGADETH – Symphony of Destruction

Filmde adı geçen diğer gruplar:
- Iron Maiden
- Led Zeppelin
- Black Sabbath
- Def Leppard
- Celtic Frost
- Darkthrone
- Hades
- Mayhem
- Venom
Son olarak filmin kendine özgü çok şık bir soundtrack albümü bulunduğunu da ekleyelim. Pétur Ben (Petur Thor Benediktsson) adlı İzlandalı sanatçı tarafından oluşturulan albüm, hem filme hem de metal ruhuna sadık bir yapıda ilerliyor. Şimdiden herkese iyi dinletiler, keyifli seyirler.
