Melodram Klasikleri Serisi 2: NOW, VOYAGER

Bu seriyi yaratmak aklımıza ilk düştüğü vakit serinin ilk yazısı ile ikinci yazısı arasında bu kadar vakit olacağını hesaba katmamıştık tabii ki. Lakin devamlı gelen festival haberleri eski filmler üzerine yoğunlaşmamızı zorlaştırıp, merceğimizi şimdiye döndürmüştü bir süreliğine de olsa. Şimdiyse tekrardan fırsat bulup 1950 öncesi filmlerin o eski kokusunda kendimizi kaybedebildiğimiz için çok mutluyuz. 2020 yılı sonuna yaklaşırken, hele de havalar böyle soğumuşken, eski filmlerden alınan keyif kesinlikle bir başka. Dizilerin de yeni sezonlarının gelmesi zorlaşmışken, biraz daha tozlu sayfalarda gezinip eskilere doğru ah çekeceğiz gibi görünüyor.

Bugün serimize 1942 yapımı, aslen İngiliz olan Irving Rapper’ın yönetmenliğini yaptığı Now, Voyager (Aşk Yolcuları) ile devam ediyoruz. Ünlü aktris Bette Davis ve Casablanca’dan (Kazablanka, 1942) tanıdığımız Paul Henreid’ın başrollerini paylaştığı bu drama filmi, güncel filmlerde klişe olarak adlandırdığımız çoğu ögenin çıkış noktalarını görmemiz açısından güzel bir tarihsel yolculuk imkânı sunuyor. Filmin başında gözlüklü, kilolu ve oldukça içine kapanık olarak tanıdığımız, ünlü ve varlıklı bir aileye mensup Charlotte Vale (Bette Davis) adeta çirkin ördekten bir kuğuya dönüşür ve bunu da önce psikoterapinin, ardından kalbini ısıtan bir aşkın varlığıyla başarır. Gözlükler gider, Charlotte bir anda incelir ve hiç olmadığı kadar dışa dönük bir karakter haline gelir. Charlotte’u ne arkadaşları ne de ailesi tanıyabilir. Ancak herkes -neredeyse herkes- yeni halini çok sever, onu bu şekilde bağrına basar.

Psikolojik Baskı ve Hollywood’un Patolojik İlişkileri

Charlotte aslında gençken de oldukça neşeli ve enerjik bir kızken, aşırı baskın bir karakter olan annesinin zorlamalarıyla onun uygun bulduğu bir hayatı yaşamaya başlar. Böylelikle gitgide kendi karakterinden sıyrılır ve hiç olmadığı bir şeye dönüşür. Annesi Charlotte’un sevgililerini onaylamaz, ihtiyacı olmadığı halde gözlük kullanmasını ister. Charlotte’un elbiselerini kendisi seçer, kimlerle görüşeceğine kadar her şeye o karar verir. Ailenin en küçük çocuğu olan Charlotte aslında hiç istenmemiştir. İngiliz tiyatro oyuncusu Gladys Cooper tarafından canlandırılan anne karakteri dominant bir karakterden de fazlasıdır. Charlotte’a açık açık onu ileride kendisine bakacak birisi olsun diye doğurduğunu söylemekte beis görmemekte, bilerek ve isteyerek kendisine bağımlı bir kız çocuk yaratmak istemektedir. İstediklerini de gayet başarmıştır.

Annenin tüm bu planlarına rağmen Charlotte’un ablası Lisa (Ilka Chase) yakın bir tanıdığı olan psikiyatrist Dr. Jaquith’i (Claude Rains) eve getirir ve Charlotte’u görmesi için ısrar eder. Charlotte ile tanışan doktor görür ki tüm sorun annededir. Charlotte doktorun kliniğine yatırılır ve iyileşme süreci başlar. Charlotte gitgide kendi gerçek karakterini bulur ve seyahati esnasında Jerry Durrance (Paul Henreid) ile tanışması onun için bir dönüm noktası haline gelir. Oldukça nazik bir genç adam olan Jerry, Charlotte’a sevildiğini hissettirir. Evli ve iki çocuk babası olan bu adam Charlotte’a, Charlotte da ona âşık olur. Zamanla öğrenilir ki, Jerry de kendisine bağımlı bir eşle başa çıkmaya çalışmaktadır. Ayrıca Jerry’nin eşi Charlotte’un annesine çok benzemekte, küçük kızları Tina’yı (Janis Wilson) dışlamaktadır. Charlotte bu açıdan Tina’yı kendisine çok yakın bulur, uzaktan da olsa bir sempati duyar.

“Birlikte Olamasak da Beraberiz”

Bu “aşk yolculuğu” bitince Charlotte mecburen annesinin yanına döner ve acı gerçeklerle karşılaşır. Annesi onu bu haliyle kabul etmeyecektir. Charlotte’un bu halini acımasızca eleştirir ve eski haline dönmesi için kendisini “harçlığını” kesmekle ve ona miras bırakmamakla tehdit eder. Sevgiyi hissetmiş ve kendi ayakları üzerinde durmaya başlamış olan Charlotte bundan korkmadığını fark eder ve annenin silahı kullanılamaz hale gelmiş olur. Anne bu sefer duygu sömürüsüyle istediğini almaya çalışır ancak bunda da pek başarılı olamaz.

Charlotte ile yaptığı bir tartışma sonucu anne vefat eder ve bu yükün altından kalkamayan Charlotte, tekrardan kliniğe geri döner. Bunlar yaşanmadan önce bir kez de nişanlanmış ancak bu adamın Jerry gibi olamayacağını fark edip ayrılmıştır Charlotte. Klinikte Jerry’nin “sorunlu” ve hiç sevilmemiş kızı Tina’yla karşılaşır ve aralarında müthiş bir arkadaşlık ilişkisi başlar. Charlotte, Tina’da kendisini bulur ve onu iyileştirdikçe kendisini de iyileştirir. Sevdiği adamla birlikte olamazken onun kızına bakarak ve ona annelik ederek kendisini doyurulmuş hisseder ve bu ona da, Tina’ya da fazlasıyla mutluluk verir. Bu, onun Jerry ile birlikteymiş gibi hissetmesi için müthiş bir yoldur. Sonuç olarak Jerry bunun Charlotte’a haksızlık olduğunu söylese de Charlotte bu şekilde sevdiği adamın kızına annelik yaparak hayatta bir anlam bulduğunu söylediğinde, aralarında adeta gizli bir anlaşmaya varırlar. Birlikte kalmaya devam edebilmek için birbirlerine asla dokunmayacak, bu bağı bozmayacak, aralarındaki Tina’nın varlığı üzerinden bir aile olmayı hissetmeye devam edeceklerdir.

Sonuç olarak baktığımızda filmde varılan durum her ne kadar tuhaf bir biçimde romantik gibi görünse de aslında son derece patolojik. Esasen filmin neresine bakarsanız bakın zehirli bir ilişki biçimi görmek işten bile değil. Bu durum filmden alınan keyfi asla eksiltmezken, filmin senaryosunun bizce oldukça sıradışı olduğunu da ekleyelim. Özellikle o dönemden pek çok film izlemiş birisi olarak bu şekilde portre edilmiş bir kadın karakter ve böyle yazılmış bir senaryoyu hiç görmediğimi eklemeliyim. Her ne kadar bir kadının özgürleşmesi önce oldukça cinsiyetçi bir biçimde fiziksel özelliklerinden başlamış olsa da akabinde kendi kuvvetini bulması ve evdeki otorite figürüne karşı gelmesi oldukça alışılmadık. Evdeki otorite figürünün baba değil de anne olması yine ilginç bir nokta. Ancak anne yerine filmde bir baba figürü olsaydı, yine ona bu şekilde karşı gelen bir kız evlat yaratırlar mıydı bundan pek de emin değiliz.

Criterion cover art by Sam Hadley

Melodramda Alışılmadık Bir Yaklaşım

Bette Davis yalnızca ev hayatında değil ilişkisinde de yine daha “eril” olan tarafı canlandırıyor. Bu şekilde eril tabirini kullanmayı bilerek tercih ettim zira aktif olan taraf olmak, karar veren kişi pozisyonunda bulunmak ve sağlam durabilmek gibi özellikler hep eril tarafla eşleştirilen özellikler olmuştur, özellikle de film dünyasında. Halbuki filmde Jerry’nin daha edilgen, kararsız ve çaresiz olan taraf olduğunu, hatta yer yer “feminen” olduğunu, Charlotte’unsa kendinden fazlasıyla emin ve aktif olan taraf olduğunu görüyoruz. Bunlara “rağmen” – rağmen diyoruz çünkü bir kadının bu şekilde kendi seçimlerini yapıp akabinde filmlerin sonunda mutlu edilmesi çok nadirdir – film yarı mutlu bir sonla bile bitiyor. Çocuk doğurmamış ve evlenmemiş bir kadın, bir kız çocuğunun sorumluluğunu üstlenerek anne olmanın keyfini ve de sevgisini yaşıyor. Bu açıdan gerçekten de şaşırdığımı ve filmden fazlasıyla keyif aldığımı söylemeliyim. Davis’in kendi tarzına da yakışan bir karakter olan Charlotte tiplemesi, alınan keyfi hepten arttırıyor.

Bunlara ek olarak eski zaman Hollywood filmlerini izlemenin bir başka keyfi var: Evlerde / iç mekanlarda kullanılan dekorlar ve de kesinlikle incelikle işlenmiş kumaşlar, kıyafetler. Davis’in giydiği elbiseler müthişken, tüm filmden dönemin zarafeti ve inceliği akıyor. Ayrıca herkesin bir anda çokça mutlu olduğu, sevenlerin aniden kavuştuğu gerçekdışı bir romantik hikâye sunmak yerine; kısıtlamalarla, hatalarla ve engellerle dolu oldukça gerçekçi – yine de Amerikan melodramı sosuyla elbette – bir hikâye sunulmuş olması filmi kalbimizde üst sıralara taşıyor. Sonuç olarak tekrar tekrar izlenesi, oyunculukları iyiden de öte olan, psikiyatriye olan yaklaşımı da özellikle filmin yapım senesi göz önünde bulundurulduğunda takdire şayan sayılabilecek bir film Aşk Yolcuları. Ne diyebiliriz ki, aralık ayı için daha güzel bir film seçimi olamazdı! Keyifli seyirler.

Ece Mercan Yüksel

MELODRAM KLASİKLERİ SERİSİ – Tüm yazılar (yeni sekme)

Bir Cevap Yazın