Polonyalı yönetmen Agnieszka Holland’ın 2020 yapımı filmi Şarlatan (Charlatan), Çekya’nın Oscar Ödülleri adayı olmakla beraber “gerçek bir hikâyeyi” aktarmakta olan bir film. Filmde yansıtılan özel hayat kısmı ne kadar doğru bilinmemekle birlikte, tarihte gerçekten de Jan Mikolasek isminde, “hastalarını” tedavi eden bir kişi mevcut. Dolayısıyla filmin bu kısmı Mikolasek’in gerçek hayatından alınma diyebiliriz. Holland’ı, yönetmenliğini yaptığı İz (Spoor, 2017) ve Europa Europa (1990) gibi filmlerden tanıyoruz. Buna ek olarak, yönetmen Kieslowski’nin ismi daha ağır basıyor olsa da Holland’ı Üç Renk (Trois Couleurs) üçlemesinin senaristi olarak görmek de mümkün. Üç Renk gibi fazlasıyla bilinen bir üçlemenin senaryosuna yaptığı katkıyla ve Şarlatan filmiyle hem yönetmenlikte hem de senaristlikte başarısını göstermiş oluyor Holland.

Film az önce de sözünü ettiğimiz üzere, Jan Mikolasek (Ivan Trojan) adlı bir “şifacıya” odaklanıyor. Kendisine “doktor” diye hitap edilmesinden ekseriyetle rahatsızlık duyan Jan, hastalarını şifalı otlardan hazırladığı karışımlarla iyileştiriyor. Mikolasek aynı zamanda hastaları arasında fazlasıyla popüler, öyle ki bakanlardan tutun önemli ve zengin kişilere kadar, pek çok kesimden hastası mevcut.

Bildiğiniz Şifacılardan Değil
Mikolasek’i diğer şifacılardan ayıran önemli bir kısım da kendisinin yalnızca idrar şişelerine bakarak hastaların problemlerini görebilmesi ve buna uygun tedavi bulabilmesi. Buna ek olarak kendisi, bir kişinin idrarına bakarak bile ne zaman öleceğini söyleyebiliyor -tamamen tıbbi bir şekilde tabii ki (!)-. Hayatta kalabilmek ve hastalarını tedavi etmeyi sürdürebilmek adına 1940 yıllarında Nazilere bile yardım eden ve onların şifacısı olarak görev yapan Mikolasek, Naziler gittiğinde geriye kalan rejimle problemler yaşamaya başlıyor, öyle ki kendisi hakkında çeşitli suçlamalarda bulunuluyor. Filmin siyasi arka planı bir yana, filmde süregelen bir aşk hikâyesi ve filmin ana karakteri olan Jan’ın kendi çocukluk hikâyesi de mevcut. Tüm bu ögeler iç içe geçmiş bir durumda filmde yerini alırken, ortaya da güzel bir armoni çıkıyor.

Bu ögeleri tek tek ele almak biraz zor, zira hepsi birbiriyle bağlantılı. Filmin ilk ve orta kısmında günümüz – filmdeki güncel tarih – ile geçmiş arasında sık sık gidiş-gelişler yaşanıyor. Bu vesileyle Jan’ın gençliğini, mücadelelerini, aile içi kavgalarını, bu mesleği yapmaya nasıl başladığını ve en toy hâlini görüyoruz. Gençken de oldukça agresif olan Jan (filmde Jan karakterinin gençliğini başrol oyuncusu Ivan Trojan’ın oğlu Josef canlandırıyor), yaşlanmış olsa da çok bir şey değişmemiş gibi görünüyor zira kendisinin hâlen pek çok törpülenmemiş yanı, “olmamış”lıkları var. Hikâye ilerledikçe flashbackler daha çok Jan ile asistanı Frantisek’in (Juraj Loj) tanıştığı zamanlara doğru kayıyor ve filmdeki güncel tarihe 20 senelik bir farkla yakınlaşıyor.

Özellikle bu kısımlardan anladığımız üzere Jan ile Frantisek arasında bir aşk ilişkisi de mevcut ve bu durum Jan’ın ilk hamleyi yapmasıyla gerçekleşmiş. Aslında filmin başından itibaren gördüğümüz Jan portresine bu durum pek uymasa da, zaman geçtikçe Jan karakterini her yönüyle görmeye başlıyoruz. Kendisi soğuk, oldukça mükemmeliyetçi ve anlaşılması zor bir adam. Frantisek ise ondan çok daha genç, eşi ve annesine bakmakta olan, hayat dolu ve entelektüel açıdan -tamamen eğitim odaklı bakıldığında- Jan’dan daha aşağıda kalır bir kişi.

Güç Dengesi Yoksunluğu ve Etkenlik-Edilgenlik Üzerine
Jan da kendisinin tam zıttı olan bu hayat doluluğu soğurmak istemiş olacak ki, Frantisek kendisini en başta itmiş olsa da onunla bir ilişki kurabilmek için çabalıyor ve hatta onu zorluyor. Film boyunca da göreceğimiz üzere Jan karakteri kendi istediğinin dışındaki şeyleri kabul etmeyen ve açıkça bazı kişilik problemleri olan bir kişi. Öyle ki Frantisek ilişkiyi bitirmek istediği zaman onu işten atmakla, yerine başkalarını bulmakla rahatlıkla tehdit eden, “aşk”tan daha çok birisinin kendisine gerek fiziksel gerekse maddi açıdan -esasen her açıdan- bağımlı olmasını seven, buna ihtiyaç duyan ve bunun için manipüle etmekten kaçınmayacak bir kişi. Bu açıdan bakıldığında Jan’ın hastaları da sırf iyilik olsun diye tedavi etmediğini kolaylıkla söyleyebiliriz. O, kendi kafasındaki Jan imajını besleyecek her türden şeyi yapmakta beis görmeyen, yaptığı şeyleri yalnızca kendisi için yapan bir kişi.

Hâl böyle olunca hikâye aslında çiğleşmekle beraber, doğallaşıyor. Zira Jan mükemmel olmaktan çok uzak, karakterinde fazlasıyla hatalı noktalar bulunan, elleri kirli bir adam. Film onu romantize etmek yerine, olduğu gibi, tüm çıplaklığı ve de çirkinlikleriyle gösteriyor. Bu da filmin artı yanlarından diyebiliriz. Ayrıca filme dair belirtilmesi elzem olan bir ayrıntı daha var: Yukarıda bahsettiğimiz üzere, Frantisek karısı olan ve belli ki cinsel açıdan aktif bir adam. Ancak kendisinin Jan ile olan ilişkisine baktığımızda bizce ikilinin arasındaki dinamiklere oldukça büyük bir ışık tutacak özelliğe sahip: Bu ilişkide Frantisek edilgen olan taraf; gerek cinsellikte, gerek meslekte, gerekse karakter yapısı olarak. İkiliyi bu ilişkide bir tahterevallide gibi düşünürsek, Jan’in bulunduğu taraf çok büyük bir eşitsizlik doğurarak, fazlasıyla ağır basıyor.

Bunlara ek olarak, tehditler ve çeşitli manipülasyonlarla bir şekilde Frantisek’i kendisiyle tutan ve hatta onu kendisine fazlasıyla bağlayan Jan, inanılmayacak türde bir hamle daha yapıyor. Frantisek’in eşinin hamile kalmış olmasını bile kişisel bir hakaret olarak alan Jan, sevgilisine bebeğin düşmesine sebep olacak bir çay karışımını vermekte ve bunu karısına içirmesi için onu zorlamakta beis görmüyor. Tam da bu anda Frantisek de sevgilisinden tiksiniyor ancak yapılan Nazi baskını bunların unutulmasına ve ikilinin can havliyle birbirine sarılmasına sebep oluyor. Nazi dönemi geçiyor, bu sefer de tüm bu hikâyenin başlamasına sebep olacak o suçlama ortaya atılıyor. Yeni rejim Jan’ı ortadan kaldırmakta kararlı olarak onun birilerini zehirlediğini öne sürüyor. Jan’ı defterden silmek isteyen kişi devletin kendisi olduğu için, buna bir çare bulunamıyor.

Mikroskop Altında Bir Karakter İncelemesi
Mahkeme esnasında Jan’ın hiç tereddüt etmeden suçu Frantisek’e atması ve bunu oldukça doğal bir şeymiş gibi yapması, Frantisek’in de senelerdir bu baskı altında ilişkide kalan, Jan’ı gözünde çok üst noktalara koyan bir kişi olarak bunu kolaylıkla kabul etmesi ve hatta sevgi göstermeye devam etmesi, ikilinin arasındaki ilginç ancak bir o kadar da zehirli “dengeye” işaret ediyor. Jan’ın Frantisek’i bir köpekle oynarken görmeye bile dayanamayıp, ilgiyi sırf kendi üzerine çekmek adına cama yumruk atmış olması bile Jan’ın ne kadar problemli bir karakter olduğunun kanıtı.

Filmin konusu bu açıdan çift atla giden bir arabaya benzetilebilir. Atlardan birisi bu ilişkiyken, diğeri Jan’ın mesleği ve karşılaştığı zorluklar. İki at da birbirini dengeliyor gibi görünüyor ve bu hikâyede birbirlerini besliyorlar. Bu açıdan denge iyi kurulmuş diyebiliriz. Ancak filmin sonunun biraz ani şekilde geldiğini ve daha açık bir anlatımla kapanışın yapılabileceğini düşünüyorum. Film gerek senaryosu, gerekse sinematografisi açısından oldukça başarılı ve izleyeni alıp götürüyor. Filmin sonunun da böyle bir filme yaraşır olarak, biraz daha farklı bitmesini dilerdim diyerek kişisel notumu da düşmüş olayım.

Filmin oyunculukları çok iyi diyebiliriz. Başrollerdeki Trojan ve Loj mükemmel bir iş çıkarmışlar. Filmin konusu da oldukça ilginç olmakla beraber, bir karakterin yalnızca mesleki “başarısıyla” değil, kişisel hayatında ne kadar zararlı birisi olabildiğiyle birlikte aktarılması ortaya doğal bir portre çıkmasını sağlamış. İKSV’nin Ocak Seçkisi’nin en merak ettiğim filmlerinden birisi olan Şarlatan, beni kesinlikle hayal kırıklığına uğratmadı diyebilirim. Keyifli seyirler!

Filmi cok güzel yorumlamissiniz.
İnce yorumunuz için çok teşekkürler, sağlıkla kalın.