BLISS: Evrene Eklenen Bir Başka Evren

Another Earth (2011) ve I Origins (2014) gibi dikkat çekici filmlerinden sonra Mike Cahill’i bu sefer üçüncü uzun metraj filmi olan Bliss’in (Mutluluk, 2021) yönetmen koltuğunda görüyoruz. Bir Amazon Prime Video yapımı olan film, bugün sahip olduğumuz evren üzerindeki fazlalıklara baş kaldıran ve kendi saf yokluğunu arayan bir yapım. Bliss için doğrudan bir simülasyon dünyasındaki serüvenleri anlatıyor diyemeyiz. Simülasyon dünyası onun sadece varlığını müjdelediği bir kalkan. Öte yandan eğer Bliss, tam anlamıyla bir simülasyon dünyası olarak adlandırılacak olsa bile içinde birden fazla evren(ler) barındırdığından, tam olarak simülasyonun amacını karşılamayacaktır.

Mağara Alegorisi İçinde Doğduğunu Sanmak

Filmin aynı zamanda hikayesinin de yaratıcısı olan Cahill’in Platon’un Mağara Alegorisi’ne selam ettiği çok aşikâr. Özellikle Greg Wittle’ın (Owen Wilson), Isabel Clemens (Salma Hayek) ile tanışmadan önceki kamera çekimlerindeki gri ton, bunun çok iyi bir göstergesi niteliğinde. Ne var ki Platon’a göre iki dünya varken Cahill ise filmin son dakikasına değin başlangıçtaki evrenin parçalarından başka evrenler yaratma işine giriyor. Böylece bedenlerin dünyası ile idea’ların dünyası çok da birbirinden ayrı gözükmüyor. Öyle ki yarattığı evrenlerin hiçbiri övülmezken, bu evrenlerin hemen hepsine rahatsız edici unsurlar eklenmiştir. En önemlisi de sürekli ensemize binmiş olan “şimdi ne olacak?” sorusu. Filmin senaryosunda bu anlamda Cahill’i tam anlamıyla pasif görmemiz mümkün. Ne filmdeki karakterler için ne de izleyici için biçilmiş bir evren sunuyor. Bunu yaparken başladığımız noktayı bize hiçbir zaman unutturmamış olması ve başlangıca dair yaptığı hatırlatmalar bir anlamda başlangıç noktamızdan ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım -gerekirse evren değiştirelim- yine de ona bir şekilde bağımlı olduğumuz mesajını doğurmaktadır.

Minimal Isaac Mendez

2000’lerde televizyon dünyasında büyük yankı uyandıran Heroes dizisinin geleceği gören ve resmeden önemli karakteri Isaac Mendez’i (Santiago Cabrera) Bliss’de Greg Wittle olarak görmek mümkün. Her ne kadar Mendez’de olduğu gibi bu eylemi yoğun bir şekilde Wittle’de deneyimlemesek de o bir şekilde üzerinde zıplamalar gerçekleştireceği evrende kiminle karşılaşacağının resmini daha filmin ilk sahnelerinde çizmişti. Daha sonra Isabel Clemens’in yönlendirmesi ve hatırlatmasıyla bu çizimlere bir kez daha döndüğümüzde Cahill’in evreninin ne kadar bulanık olduğunu fark edebiliyoruz. Öte yandan yönetmen, Wittle’ın bu eylemi üzerine yoğunlaşmıyor. Aksine tüm enerjisini farklı evrenler yaratmaya veriyor ancak bu evrenler gerçekliğini sonsuz bir döngü içerisinde tamamlamaktan yoksun. Bu yüzden Wittle ve Clemens sürekli olarak kaçar halde. Burun kıvırdıkları dünyanın onlardan her zaman alacağı bir şeyler var.

Gelecek Belirsizleşince Çok Daha Güzel

Greg Wittle’ın başlangıçtaki çizim olayından Mike Cahill’in beslenmeyi reddetme sebebi evrenlerin niteliğinden çok niceliğine eğilmesinden ortaya çıkmış gözüküyor. Onun anlatısına göre belirsiz olan evrenlerin yapısı gelecekte muhtemel olarak açılacak olan evrenlerin kapısı için bir anahtar niteliğinde. Ancak her bir evren, bir önceki evrenin unsurlarından beslendiğinden sonuç olarak ortaya fazlalıkların çıkması kaçınılmaz oluyor. Yönetmen bir şekilde bu fazlalıklardan kurtuluyor kurtulmasına ancak birincil, has içeriğini hiçe sayıyor.  

Filmde bir de sürpriz Slavoj Zizek cameosu mevcut. Düşünürün “belki de cehennem burasıdır” bab’ındaki kısa konuşmasını dinleyebilirsiniz.

Filmde ilk iki evrenin yapısına ve dinamiklerine tam alışmışken ardından gelen ve asıl amaç olarak tepside sunulan üçüncü evrende ana karakterlerin kılık değiştirmiş olduğunu görüyoruz ve olan bitenlere dair her şeyin sezgilerimize bağlı kaldığı an da tam olarak bu üçüncü evre. Cahill’in söyleyecek bir şeyleri olmasına rağmen hiçbir şey söylemediği ve tamamen evrenleri hiçleştirdiği bu noktada, izleyici olarak yoksul bilinçlerimize geri dönüyoruz. Anlatıdaki anlam bir türlü kamera dilindeki biçim ile bir anlaşmaya varamıyor. Greg Wittle’ın ve Isabel Clemens’in oldukları şeyin deneyimine karışması, bizzat deneyimin sahiplerine zarar verir nitelikte.

Woody Allen’ın 2011 yapımı Midnight in Paris filminde Owen Wilson’ı Gil karakteriyle dönemden döneme, kültür tarihinin kült isimleri haline gelmiş kişileriyle karşılaşmasına tanık oluruz. Mike Cahill bu anlamda Bliss’de Greg Wittle karakterini çizerken Owen Wilson’nın Gil karakterinden beslenmişe benziyor. İlginçtir ki Greg Wittle, Gil’in aksine dünyayı kurtarması beklenen bir karakter olarak paket halinde sunulmasına rağmen Titanic’deki trajedinin öznesi olan buzul kütlesi olmaktan öteye gidemiyor. Buna rağmen filmdeki her bir evrende Cahill’in fantastik evrenlerine tanık olmak, güzel diye nitelemek istediğimiz imgelemlerin deneyime sonuna kadar açık bir derlemesi gibi.

Bütün Oyun Kartları Emrimize Amade

Bliss her ne kadar karakterlerini farklı evrenlerde dolaştırıyor ve bir amacı varmış gibi bir çerçeve çiziyor olsa da aslında daha çok, acizliğimizi ve mükemmel bir dünyada bile mükemmel olamayacağımız gerçeğini yüzümüze vuruyor. Bunun en zengin örneğini ise karakterlerin tıpkı Pokémon evrenindeki gibi bazı unsurlar / malzemeler aracılığıyla güç sahibi olmasında görebiliriz. Cahill açıkça, eğer elimizde bizi güçlü tutacak unsurlar olmazsa o zaman tıpkı ilk evredeki gibi manasız güçsüzlüğümüze geri döneceğimize vurgu yapıyor. Bu yüzden de filmin anlatısında sürekli inişler ve çıkışlar mevcut çünkü mükemmel bir dünyada bile olabildiğince mükemmel kalabilmek için yeterli malzememiz yok.

Film, yapısı içinde malzeme olarak birer birer kullanılacak çok fazla şeye sahip ancak onları yoğuracak nitelikte ve düzende bir üslubu bulunmuyor. Bliss, anlatıdan ziyada karakter odaklı bir film. Varoluşun yıkıcılığı ve belirsizliği, en çok beslendiği iki unsur. Adı gibi, ulaşmak istediği şey “mutluluk”un kendisi olsa da, film boyunca mutluluğa dair sadece birkaç gönderme yapılır ve mutluluk hiçbir zaman film içinde, ayakları yere sağlam basan bir özne olmaz. Sonuç olarak Mike Cahill, hepimizin öteki evrenleri olduğunun altını çiziyor. Hem de bu diğer evrenler hiçbir şekilde diğer fantastik ya da bilim-kurgu filmlerinde gördüğümüz gibi göz alıcı birer yapıya sahip değil, onlar da tıpkı en az bugün içinde bulunduğumuz dünya kadar gri, kokuşmuş, geçici bir öteki evren. Bu yüzden film bittiğinde bile Greg Wittle ve Isabel Clemens için evrenlerin döngüleri kaygılı bir şekilde kendi yolunu çizmeye devam ediyor.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın