Stranger Things (Tuhaf Şeyler, 2016-2022) ve Arrival (Geliş, 2016) gibi dizi ve filmlerin yapımcılığını üstlenen Shawn Levy’nin yönetmenliğini yaptığı Free Guy (Gerçek Kahraman, 2021) geçtiğimiz günlerde vizyona girdi. Pandemi sebebiyle uzun bir zamandır sinemalardan uzaktık. Benim için sinemalara geri dönüşümü müjdeleyen film Free Guy oldu. Normal şartlarda gişe filmlerinden kaçınıp mümkün oldukça bağımsız filmlere yönelmeye çalışıyor olmama rağmen Free Guy deneyimi oldukça keyifliydi diyebilirim. Bunda tabii ki filme giderkenki beklentiniz fazlasıyla etkili. Zira ben az önce bahsettiğim sebeplerden ötürü bu tarz filmlere giderken başka bir “gözlük” takmaya, az sonra izleyeceğim yapıma da o gözlükler vasıtasıyla bakmaya çalışıyorum. Free Guy pek çok ünlü filme gönderme yapan, belki de onlardan ilham alarak ortaya çıkmış bir yapım. Bu çok bilinen filmlere yaptığı göndermelerle izleyicide kolaylıkla bir “birliktelik” ve coşku havasını yaratabiliyor, sinema keyfini katlıyor diyebiliriz. Filmin bir komedi filmi olduğunu da göz önünde bulundurduğumuz zaman bu “selam gönderme” durumu komedi faktörünü arttırıyor. Filmin yapımcılığını da üstlenen Ryan Reynolds aynı zamanda da filmin ana karakteri. Buna ek olarak filmde az önce bahsi geçen Stranger Things’ten iki oyuncuyla karşılaşmak da mümkün. Son olarak filmin IMDb sayfasına baktığınızda filmin adeta bir yıldızlar geçidi olduğunu, pek çok başka ünlü isme de ev sahipliği yaptığını görebiliyorsunuz.

Filmin konusuna gelecek olursak, film çoğunlukla gerçek-sanal hayat ikilemine ve bu ikilemde neyin bir anlam ifade ettiğini bulmaya odaklanıyor diyebiliriz. Film “Free City” (Özgür Şehir)dünyasını tanıtıyor bizlere. Bu dünyada sürekli bir suç işleniyor ve günün doğal akışı bu suçlar üzerine kuruluyor. Akabinde Guy’ın (Ryan Reynolds) hayatına odaklanıyor, onun bir gününe şahit oluyoruz. Yalnızca bir figüran olduğu hayatında her gün aynı şekilde kalkıyor, birbirinin birebir aynısı olan kıyafetlerden birini giyiyor, işe gidiyor ve her gün farklı oyuncular tarafından işlenen aynı suça tanık oluyor. Ne var ki kendisi bir figürandan daha fazlası olduğu için özgür iradesini kazanıyor ve filmdeki kaos ortamı bu noktadan sonra güç kazanıyor.

Sanal bir dünyada yer almak ve diğer herkesin bunun bilincinde olarak bu dünyayı bir seyirci gözüyle izlemesi konusu bizlere 1998 yapımı The Truman Show’u hatırlatıyor. Hatta Free City’nin sınırlarının denizin yanına kurulmuş olması ve sahilde belli bir noktadan öteye gidilemiyor olması The Truman Show’u direkt olarak anımsatan ögelerden. Hatırlayacak olursak, The Truman Show’da da deniz sanılan ve ötesine geçilemeyecek olan yer yalnızca bir dekordan ibaretti. Free Guy’da ise dekorların yerini bilgisayar ortamında yazılmış kodlar alıyor.

Gerçeklik ve Rutini Kırma Üzerine Bir Popüler Kültür İşlemesi
Free City aslında yalnızca bir oyundan ibaret. Oyunda inanılmaz havalı görünen ve adeta tozu dumana katan karakterlerin gerçek hallerinin çoğunlukla çocuk veya asosyal insanlar olduklarını görüyoruz. Burada bir toplum ve sanal alem eleştirisi gelecekmiş gibi dururken film bir anda direksiyonunu kırıyor ve klişeleşmiş bir olguyu yansıtacakmış gibi algılanmasına izin vermiyor. Bu durum filmdeki diğer pek çok konuda geçerli: Film klişe olanı yansıtıyormuş gibi görünürken aslında onlarla dalga geçiyor ve izleyici de filmin tam olarak hangi tarafta durduğunu anlamaya çalışırken adeta bir roller-coaster’daymış gibi dengesini kurmakta zorlanıyor.

Bunu filmin pozitif yanlarından bir tanesi olarak aktarmak mümkün zira filmin çoğu kalıpla dalga geçiyor olması onu eğlenceli kılan ögelerden. Bu durum Guy ile Millie (Jodie Comer) arasındaki ilişkide de geçerli. Millie neredeyse bir yapay zekâya âşık olmak üzereyken, izleyicinin Millie’nin Guy’a olan “platonik” sevdasından ötürü gerçek hayatta kendisini gerçekten seven kişiyi görmezden geleceğini düşünmesi çok olası. Lâkin burada da direksiyon anında dönüyor ve biz Guy karakterinin aslında yalnızca Keys (Joe Keery) karakterinin sanal bir yansıması olduğunu fark ediyoruz. Dolayısıyla “insan ve bilgisayar arasındaki aşk” klişesi de ortadan kalkmış oluyor.

Filmde aynı zamanda pek çok stereotip mevcut -misal “Sarışın Bomba”- lâkin film bu stereotipleri de en başta desteklermiş gibi görünürken, filmin sonunda tüm bu “stereotipler” yani figüranlar resmen greve gidiyor. Figüranların tek özelliği yalnızca arka planda kalıyor olmaları değil, aynı zamanda az önce bahsettiğimiz gibi bir stereotipi yansıtmaları. Oyunlarda ve filmlerde bu kadar çok stereotip kullanılmasının sebebi aslında çoğunun evrensel olması. Yani bir kişi bir stereotipin geçerliliğine katılsa da katılmasa da bu stereotipin ne anlam ifade ettiği genel olarak bakıldığında çoğu kişi için aynı. Filmlerde veya oyunlarda bu kalıplar kullanıldığında anlaşılması ve benimsenmesi kolay karakterler ortaya çıkıyor. Dolayısıyla oyun ve film endüstrisi bu stereotipleri desteklerken aynı zamanda yaratılmalarına da sebep oluyorlar. Filmde gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki görsel bağ bizce mükemmel şekilde kurulmuş. Filmin başında sanal dünya ile tanıştığımızda sahnelere çoğunlukla “eğik açının” (oblique angle) hâkim olması, renklerin parlaklığı ve de canlılığı, her gün aynı şekilde devam eden rutinin üst üste gösterilmesi -ki bu durum bir şeylerin fazlasıyla gerçeküstü olduğunu veya bir fantezi dünyasında olduğumuzu gösterir- akabindeyse gerçek dünyanın “doğallığına” geçiş gerçekten etkileyiciydi. Dolayısıyla film görsel açıdan oldukça başarılı ve cezbediciydi. Sonuç olarak film için “eye candy” tabirini kullansak kesinlikle abartmış olmayız.

İlk Yarıdaki Potansiyelini Tekrara Düşerek Kaybeden Bir Macera
Filmle alakalı bahsedebileceğimiz tek negatif kısım sanal dünya ve gerçek dünya ayrımına bir de filmin kötü adamı olan Antwan (Taika Waititi) ile girişilen savaşın eklenmiş olması. Açıkçası film bu kısım olmasa da yeterince ilgi çekici ve dolu olabilecekken, Antwan karakterinin varlığı ve parodivari hâli filmin odağını dağıtıyor. Dolayısıyla filmin aynı anda pek çok konuyla birden uğraştığını ve izleyicinin de odağını dağıttığını, filmin de mesajını bozduğunu söyleyebiliriz. Film Guy’ın kendi sınırlarını yıkarak otonomi kazanmasına odaklı şekilde başlamışken ve biz Guy’ın aslında gerçek olmadığını öğrendiğinde hissettikleriyle gelen bir dramı beklerken, Antwan karakterinin baskın gelişi ve tamamen tahmin edilebilir bir şekilde “iyi adamların” savaşı kazanması filmde bir fazlalıktı. Buna ek olarak, film kendine özgü bir tavır yakalayacakmış ve bunu alışılagelmişin dışında bir tavırla aslında tamamen sanal olan bir karakterin kendi yolunu çizmesi konusu üzerine yapacakmış gibi görünse de maalesef kendi tekrarına çok düşüyor ve asıl ilgi çekici konu olan Guy’dan sapıyor.

Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki Free Guy izlerken kesinlikle keyifli vakit geçirebileceğiniz bir yapım. Filmin ilk yarısı beklentileri yükseltirken ikinci yarısı zaman zaman tekrara düşüyor ve asıl konudan -en azından filmin ilk yarısının ana konusundan- sapıyor gibi görüyor. Buna ek olarak Ryan Reynolds “Guy” rolüne çok iyi oturmuş. Ayrıca filmde Jack Scepticeye veya Pokimane gibi gerçek internet fenomenlerini de görmek mümkün. Bu açıdan film gerçek dünyanın “trendlerinin” nabzını tutabilmeyi başarmış. Son olarak, filmi çok beğenenlere iyi bir haber olması açısından şunu da ekleyelim: Gelecekte Free Guy’ın bir devam filmi de olacak!
