Dişil Girdapta Eriyen İktidar: VERTIGO

Sitemizde bugüne kadar pek çok filmine yer verdiğimiz Alfred Hitchcock’un en iyi filmlerinden birisi olarak kabul edilen Vertigo (Ölüm Korkusu) 1958 yapımı olmakla birlikte tıpkı 1954 yapımı Rear Window (Arka Pencere) gibi James Stewart’ı başrolde ağırlıyor. Rear Window’da olduğu gibi Vertigo’da da Stewart rolüne cuk oturuyor diyebiliriz. Rear Window’da Stewart’ın heyecana ve de karşı apartmanda olan bitene karşı duyduğu tutku, Vertigo’da bütünüyle romantik bir tutku hâlini alıyor. Yine aynı şekilde “aciz bırakılmış” birini canlandırıyor Stewart: Rear Window’da geçirdiği kaza sebebiyle evde oturmaya mahkûm bırakılan karakterinin yerini Vertigo’da yükseklik korkusu sebebiyle mesleğini bırakmak zorunda kalan polis memuru alıyor. Bu polis memuru yüzünden bir kişi daha filmin en başında hayatını kaybediyor. Bu durum Stewart’ın canlandırdığı Scottie için bir travma hâlini alıyor ve yükseklik korkusu onu bütünüyle aciz bırakan, adeta tüm erkekliğini elinden alan bir unsura dönüşüyor. Tüm bu travmasını ve de suçluluk hissini tek bir kadını kurtarmaya yönelten Scottie, bu kadın vasıtasıyla, kaybettiği şeyleri geri almaya çalışıyor, lâkin sonunda daha da fazla şeyi kaybediyor. Stewart’a bu filmde yine bir “Hitchcock Sarışını” diyebileceğimiz Kim Novak eşlik ediyor.

Vertigo’nun açılışı oldukça sansasyonel diyebiliriz. Hitchcock 1960 yapımı Psycho’da da (Sapık) benzer bir “numarayı” kullanır: Ana karakter öldürüldüğünde kamera duşun giderine ve oradan akan suya odaklanır. Akabinde kamera bir anda, ölmüş olan karakterin gözüne odaklanır (duşun gideri de göz de yuvarlak hatlara sahip olduğu için grafik olarak birbirlerine çok benzemektedirler). Vertigo’nun açılışında da birebir aynı olmasa da yine buna benzer bir durum görürüz. Bir kadının gözlerinin içi adeta hipnotize edici bir şekilde bir girdap gibi dönmeye başlar. Erkek karakter bu girdaptan adeta “düşer”. Ana karakter olan Scottie’nin yükseklik korkusunun olduğunu da hesaba katarsak bu açılış oldukça manidardır. Sonuç olarak bu sahne Scottie’nin kendi çılgınca tutkusunun içine düşüp orada kayboluşunu simgeliyor olabilir.

Bir Anlam Yaratma Aracı Olarak Kamera

Filmdeki Midge karakterinden de ayrıca söz etmek gerek. Barbara Bel Geddes tarafından canlandırılan karakter adeta Madeleine (Kim Novak) karakterinin panzehiri gibi. Madeleine ne kadar tehlikeli ve de çekiciyse, Midge de bir o kadar “gözden çıkarılabilir”. Kadınlar için iç çamaşırı ve kıyafet çizimleri yapan -tabiri caizse kendi hemcinslerini güzelleştiren- Midge, Scottie’nin gözünde hiçbir cazibeye sahip değil. Filmde kendisi gözlükle tasvir edilmiş ki bu durum o yıllarda çekiciliğin tam zıttı anlamına gelmekteydi. Ayrıca filmde sık sık kendisinin ne kadar “anaç” bir karakter olduğuna vurguda bulunuluyor, hatta kendisi bir keresinde Scottie’ye “Merak etme, anneciğin burada,” bile diyor. Dolayısıyla Midge’in Scottie’nin hayatındaki yeri oldukça açık. Anaç her kadın gibi beğenilmemeye ve de ikinci plana atılmaya, ancak her daim o erkeğin etrafında bulunmaya mahkûm.

Filmin ana konusuna geri dönecek olursak, emekliye ayrılmış Scottie, eski bir arkadaşından haber alır. Bu habere göre arkadaşının karısı akıl sağlığını gün geçtikçe yitirmekte, bu yüzden de Scottie’nin bu kadını yakın takibe alması gerekmektedir. Scottie en başta bu teklifi kabul etmez ancak kadına uzaktan bir bakıp öyle karar vermeye razı olur. Scottie’nin Madeleine ile karşılaştığı sahne de takdire şayan diyebiliriz. Madeleine’i tıpkı Scottie gibi yalnızca arkasından görürüz. Yüzünü göremediğimiz bu kadın bizde büyük merak oluşturur zira Scottie’nin -pek tabii kameranın da- tüm dikkati Madeleine’in üzerine çevrilmiştir. Daha ilk andan itibaren biz ve Scottie için bir arzu nesnesi hâline gelen Madeleine bizim için aynı zamanda bir gizem unsurudur da. Tam da bu sebepten kendisinin cazibesi inanılmaz bir boyuttadır. Eğer kamera direkt olarak Madeleine’in yüzünü gösterip akabinde ona doğru zoom yapsaydı elbette ki bu kadının bizim için önemini kavrardık. Lâkin filmde olduğu şekliyle tüm gözlerin tek bir kadına -üstelik de yüzünü göremediğimiz bir kadına- kilitlenmesi, merak duygusunun ve de arzunun daha biz fark etmeden bizi ciddi şekilde sarması bizce müthiş bir sinematik başarı.

Scottie, Madeleine’i takip ettikçe onun gizeminin bir parçası ve de esiri hâline gelir. Bu durumu da görsel olarak belki en iyi şu sahne açıklar: Madeleine her zaman baktığı tabloya yine bakmaya gittiğinde ve Scottie’yi peşinden sürüklediğinde saçlarının tablodaki gibi topuz olduğunu görürüz. Lâkin bu öylesine bir topuz değildir; ortasında boşluk olan saçlar filmin başında gördüğümüz girdabı çağrıştırmakta, eğer psikanalitik bir çağrışımda bulunacaksak da bir vajinayı andırmaktadır: Erkeği içine alan ve hapseden, kendi “girdabına” düşüren, “zehirli” olduğu bilinen ancak kendisinden de kaçılamayan.

Gerilimin Ustası Olmak: Üzerinde Oynanan Beklenti ve de Endişe Duygusu

En sonunda Scottie -eğer adına aşk denebilirse- Madeleine’e bütünüyle âşık olur. Daha önce de söylediğimiz gibi, aslında Scottie’nin yansıttığı şey bütünüyle suçluluk duygusudur. Madeleine’in “sorunlu” bir kişi olması Scottie’de koruma içgüdüsünü uyandırır ve Scottie tüm problemlerinden sıyrılmayı Madeleine’i kurtarmakla eşleştirir adeta. Eğer onu kurtarabilirse, her şeyi kurtarabilecektir. Lâkin bu bir Hitchcock filmidir ve hiçbir şey beklenildiği gibi gitmez. Madeleine filmin beklenmedik bir noktasında yine aynı derecede beklenmedik bir şekilde ölür. Psycho’da da yine benzer bir şok yaşarız: Filmdeki ana karakter filmin daha ortasında bizi terk eder.

Vertigo’da bu durum o derece ekstrem değildir zira bu daha çok Scottie’nin hikâyesidir ve biz film boyunca onunla birlikte her şeyi öğrenmiş, o ne yaşadıysa onu yaşamışızdır. Ancak Scottie, Madeleine’i sokakta gördüğü herkeste ararken ona benzer bir kadın görür ve onu kaldığı yere kadar takip eder. Scottie odadan ayrılır, ancak biz bu kadınla yani Judy ile -ki kendisi yine Madeleine’den başkası değildir- baş başa kalırız. Filmde ilk defa direksiyon yön değiştirmiş, ilk kez Scottie’nin bilmediği bir şeyler öğrenmişizdir. Madeleine aslında hiç ölmemiştir, hepsi Scottie’ye karşı oynanan bir oyundur.

Filmde sık sık konusu geçen tablonun önemi şudur: Midge bu tabloyu merak eder ve görmeye gider. Akabinde adeta dalga geçer gibi kendisini bu tablonun içerisine yerleştirir ve Scottie’nin arzu nesnesi olmaya çalışır. Midge, Scottie’nin Madeleine’i ne kadar çok arzuladığını bilmekte, kendisini onun yerine koymaya çalışmaktadır. Lakin Midge’in Scottie için bir Madeleine olması imkânsızdır. Zira daha önce de bahsettiğimiz üzere, Madeleine gizem doludur ve uzaktan izlenilen, takip edilendir. Scottie’nin Madeleine’i gözetlemekten aldığı voyöristik hazzın yanına yaklaşmak imkânsız gibidir. Madeleine, Scottie için adeta bir fantezi evreninde yer alır. Midge ise şu anda, buradadır ve her daim “el altındadır”. Yine de Midge kendisini o tablonun içine yerleştirerek Scottie tarafından izlenilen, arzu edilen, hayranlıkla bakılan bir obje olmayı istemiş, ancak başaramamış, komik olmaktan öteye gidememiştir.

Judy’nin Madeleine olduğu anlaşıldıktan sonra izleyici “Neden?” ve “Nasıl?” sorularının peşinden gitmeyi sürdürür. Bundan öncesinde Scottie ile Madeleine’in diyalogları düşünüldüğünde, Judy’nin ne zaman kendisini yansıttığını, ne zamansa Madeleine’i oynadığını kestirmek güçtür. Tam da bu yüzden, olay örgüsü artık sizin için bir gizem oluşturmayı bırakıncaya dek filmi izlemek, akabinde de sırf az önce bahsi geçen konuya yoğunlaşabilmek için filme bambaşka bir gözle yeniden bakmak gerekiyor. Gizemin çoğu aslında filmin bitişinden çok daha önce çözülür ancak izleyici filmi yine de izlemeye -belki de daha büyük bir şevkle- devam eder. Eğer hikâyenin asıl hedefi “Judy kim, Madeleine kim?” tarzı soruları cevaplandırmak olsaydı film şüphesiz çok farklı olurdu. Lâkin buradaki asıl konu bu gizemin açığa kavuşturulması değil, Scottie’nin kendi travmasını çözümlemesi ve aynı kaybı iki kez üst üste yaşamasıdır. Zira Scottie, Madeleine’i yalnızca bir kez değil tam iki kez kaybeder.

Mesafe ve Gizem: Objeleştirme ve Sahip Olamama Üzerine

Scottie Judy ile, onun Madeleine’e olan benzerliği sebebiyle ilgilenir ve gün be gün onu Madeleine’e “dönüştürmeye” çalışır. En sonundaysa Judy, Scottie’yi aslında hiçbir zaman var olmayan ve gerçek Judy’nin yalnızca bir gölgesi olan Madeleine’den kıskanmaya başlar. Bu kıskançlık boşuna ve bir o kadar da imkânsızdır zira Madeleine diye birisi yoktur, hiç de olmamıştır. Âşık olunan kişi için hiç var olmamış birisiyle yarışmak, Judy’nin dramını oluşturur, üstelik o hiç var olmamış kişi kendisinin neredeyse bir kopyasıdır. Bu durum aslında sevilen kişinin objeleştirilmesi, daha doğrusu objeleştirilen kişiye karşı duyulan “sonsuz aşk” temasını gittikçe kuvvetlendirir.

Scottie’nin zihnindeki Madeleine imgesi öyle kuvvetlidir ki Judy’den bir Madeleine yaratmaya çalışır ve bu imge onun tüm fantezi evreninin başrolünü oluşturur. Judy’nin Madeleine gibi giyinip saçlarını sarıya boyattıktan sonra ilk kez Scottie’nin karşısına çıktığı sahne de bunu destekler niteliktedir: Sahneye yeşil renk hakimdir ve oda sanki sisli gibidir. Madeleine gerçek dışı gibi görünmekte, adeta başka bir diyardan bu diyara gelmekte ve dirilmektedir. Madeleine işte o an Scottie için yeniden hayat bulur. Bu da Madeleine karakterinin nasıl gerçek ve kuralları olan bir dünyayı değil de Scottie’nin yalnızca fantezi dünyasını yansıttığına bir örnektir.

Hitchcock’un bu filminde yine diğer filmlerinde olduğu gibi cinayet teması ana başlıklardan bir tanesidir. Ancak daha önce de açıkladığımız üzere cinayet ve onun oluşturduğu gizem Vertigo’da hikâyenin temelini değil onun yalnızca dayanaklarını oluşturur. Vertigo bu açıdan bakıldığında daha farklı bir havaya sahip diyebiliriz. Belki de bu durum Vertigo’nun yıllardan beri Hitchcock’un en iyi filmlerinden birisi olarak anılıyor olmasını açıklayabilir. Hitchcock filmlerinde her zaman olduğu gibi bu klasiği de tekrar tekrar izlemenizi, hatta belki de izlerken notlar almanızı öneriyoruz. Zira bu klâsik büyük bir dikkati ve emeği fazlasıyla hak etmekte. Keyifli seyirler!

Ece Mercan Yüksel

Cover Photo: “Sir Alfred Hitchcock’s Vertigo Movie Poster Reinterpretation” by Shivram Mahendran. The image is cropped from top and bottom for format purposes, you can see the artist’s work here (indiefolio.com).

Ece Mercan Yüksel’in Alfred Hitchcock hakkındaki diğer yazıları:

Bir Cevap Yazın