Ünlü yönetmen Alfred Hitchcock’un en bilinen ve en başarılı filmleri arasında sayılan Rear Window (Arka Pencere) 1954 yapımı bir film olmakla birlikte, Hitchcock’un Vertigo (Ölüm Korkusu, 1958) ve Rope (Ölüm Kararı, 1948) gibi filmlerinden de tanıdığımız James Stewart ile, Hollywood kariyerine bu filmin yayınlanmasından kısa süre sonra Monako Prensi ile yaptığı evlilik sebebiyle son vermek durumunda kalan Grace Kelly’e ev sahipliği yapıyor. Film esasen Cornell Woolrich’in It Had to be Murder adlı kısa hikâyesine dayanıyor. Bu hikâyeye göre ünlü bir foto-muhabiri, geçirdiği kaza sebebiyle evine tıkılıp kalmıştır ve canı sıkılmaktadır. Eğlenebileceği bir araç olarak ancak etrafındakileri gözetleme aktivitesini bulan bu adam zamanla tuhaf olaylarla karşılaşır. Hitchcock’un cinayet, suç ve gizem içeren hikâyelere duyduğu ilgi aşikârdan da öte. Bu filmi çekerken kullandığı teknikler ve de tüm hikâyenin yalnızca birbirlerine bakan iki apartmanda geçiyor olması filmi özel kılan ögelerden. Tüm bunlar ve tabii daha fazlası Rear Window’un neden bu kadar başarılı olduğunu ve neden hâlen bu kadar çok sevildiğini açıklıyor.

Anlatıma önce filmin açılış sahnesinden başlayalım: Hitchcock’un Psycho (Sapık, 1960) filminin nasıl başladığını hatırlayacak olursanız burada da benzer bir düzen görebilirsiniz. Psycho’da kamera alelade bir şekilde bir binayı ve de pencerelerini gösteriyordu. Akabinde oldukça odaklanmış bir şekilde tek bir pencereye “gözlerini dikiyor”, sonrasında da bu pencerenin ardında olan bitenleri gösteriyordu. Rear Window’un açılışında da yine aynı şekilde, karşı binanın pencereleri gelişigüzel -en azından görünüşte- bir şekilde gösteriliyor. Sırasıyla daireleri ve içlerindeki insanları, hatta komşularımızı görüyoruz. Burada dikkat çeken nokta karşı apartmandaki herkesin gün içerisinde neredeyse hep perdesiz bir biçimde oturması veya çalışması. Buna ek olarak komşular tam da James Stewart tarafından canlandırılan L.B. Jeffries karakterinin onları izleyebileceği bir odada durup, hayatlarının kapılarını sanki Jeffries’e sonuna kadar açmış gibi yaşıyorlar. Filmin açılışına dönecek olursak eğer, bu gelişigüzel “göz gezdirme” seansı bizi az sonra tanışacağımız Jeffries’in apartman dairesinin bir parçası hatta yerleşik bir sakini kılıyor. Jeffries gözetlemelerine başladığında biz de bu eylemin aktif bir parçası oluyor, bu gözetleme seanslarına bizzat katılıyoruz.

Merceğin Ardındaki Dünya
Kamera apartman üzerinde gezindikten sonra Jeffries ile tanışıyor, bacağının kırık olduğunu görüyor ve de sebebini öğreniyoruz. Jeffries tehlikeyle yaşamayı seven, işiyle evli denebilecek bir foto-muhabiri ve en iyi kareyi elde etmek adına kendisini tehlikeye atmaktan çekinmiyor. Bu tehlikeli anlardan birisinde bacağını kırdığından evde oturmaya mecbur. Bu ev hapsi süresince ona sigorta şirketinin yolladığı hastabakıcı diyebileceğimiz Stella (Thelma Ritter) ve Jeffries ile evlenmeye can atan Lisa (Grace Kelly) eşlik ediyor. Jeffries ise evliliğe son derece karşı, zira Lisa’nın kendisine bütünüyle zıt olduğunu ve birlikte mutlu olamayacaklarını düşünüyor. Bunun bir yansımasını filmin başında Jeffries’in evinde gezinirken Lisa’nın “negatif” fotoğrafıyla karşılaşmamızda görebiliyoruz. Bu, Jeffries’in Lisa’ya olan bakış açısını sembolize ediyor diyebiliriz. Diğer herkes Lisa’ya baktığında genç, güzel ve başarılı bir kadın görürken Jeffries kendisini evlilikle boğacak ve onu alışkın olduğu hayatından çekip alacak birisini görüyor. Lisa sosyetik ve bu hayata alışkın bir kadınken Jeffries macera istiyor ve dünyayı gezmeye devam etmeyi arzuluyor.

Bir diğer karakter olan Stella filmde Lisa’yı rakipsiz kılacak şekilde evli, orta yaşlı ve de alımlı olmayan bir kadın. Bu tiplemesi filmdeki “bilge” kişi portresine de uyuyor, zira kendisi Jeffries’e sürekli olarak Lisa’yla evlenmesi için akıl veriyor. Buna ek olarak Jeffries’in bu yeni hobisi olan gözetleme işinin onun başına bir iş açacağını daha filmin en başından bize haber veriyor. Evlilik konusuna geri dönecek olursak, filmde evliliğe nasıl bakıldığını şu olayları örnek göstererek kolaylıkla anlayabiliriz, öncelikle karşı apartmandaki kişileri ele alalım: Karşı apartmanda yaşayanları genellikle yalnız veya mutsuz olarak görüyoruz. Daireye mutlu olarak gelen yeni evli çiftse kısa bir zaman sonra birbirinden bıkmaya başlıyor. Bir diğer çiftse Jeffries’in asıl odağını oluşturuyor. Kadın hasta ve güçsüz biri, eşiyse ona bakmakla yükümlü. Ancak kadın adama psikolojik olarak eziyet ediyor gibi görünüyor ya da Jeffries durumu böyle algılıyor diyebiliriz: Kadınlar onun için eziyet etmeyi seven, fazlasıyla “dırdırcı” canlılar. Karşı dairedeki adam eşinin “dırdırlarına” artık dayanamadığından karısını öldürüyor. Bunlar Jeffries’in evlilik kavramını nasıl gördüğüne dair örnekleri oluşturuyorlar. Ona göre evlilik ileride sıkıcı ve de tartışma dolu olmaya mahkûm, zorlayıcı süreçlerden oluşuyor. Bu yüzden de Lisa ne kadar harika birisi olursa olsun, onunla evlenmemeye kararlı, ancak ondan tamamıyla ayrılamıyor da.

Jeffries’in karşı apartmandaki dairede bir cinayet işlendiğinden emin olmak için pek çok sebebi var lâkin hem sevgilisi Lisa hem de Stella bunun delilik olduğunu, Jeffries’in kendi başına durup dururken iş açtığını düşünmekte. Ancak zaman geçtikçe onlar da bu voyöristik zevkin ve de merakın bir parçası olurlar ve onları da ellerinde dürbünlerle karşı apartmanı izlerken görürüz. Bu film Hitchcock’un bazı filmleri gibi saf merak duygusu üzerine kurulu değil. Aksine filmdeki cinayet konusunun asıl konuyu desteklemek için bir temel oluşturduğunu düşünüyorum. Buradaki asıl konu “voyeuristic gaze” (röntgenci / voyöristik bakış) ve üst üste kullanılan bakış açısı kamera çekimi ile bu konunun nasıl desteklendiği, izleyicinin de aynı zevki tadarak nasıl bu oyunun bir parçası hâline getirildiği. Dolayısıyla Rear Window bir “Katil kim?” veya “Ortada bir cinayet mi var?” hikâyesinden çok daha farklı bir hikâyeye sahip.

Gerçekleştirilen Tutku Ölmeye Mahkûmdur
Filmdeki voyöristik bakış üzerine yapılan vurgu öyle kuvvetli ki, buna örnek olarak Miss Torso’yu (Georgine Darcy) gösterebiliriz. Miss Torso genç, güzel bir dansçı ve kendisini karşı apartmandakilere adeta “sergiliyor”. Jeffries de ona bakmaktan fazlasıyla keyif alıyor, ancak yalnızca bakmaktan… Jeffries’in onunla herhangi bir tanışma isteği veya onu Lisa’yla herhangi bir şekilde karşılaştırma durumu kesinlikle yok. Zira Jeffries onu bir “mercek” ardından, tıpkı biz sinema ekranındaki kişileri görüp nasıl idealize ediyorsak o şekilde görüyor ve bundan daha fazlasını istemiyor. Zira dokunmak ve arzulanan nesneyi elde etmek o tutkuyu öldürür, bu sebepten Miss Torso, Jeffries için tıpkı diğer apartman sakinleri gibi yalnızca izlenilecek bir “obje”.

Bunun bir diğer ekstrem örneğiyse Jeffries’in Lisa’ya karşı olan duygularının değiştiği sahne. Jeffries Lisa’ya yalnızca Lisa karşı apartmana gidip katilin suç mahalline girmeye cesaret ettiği için yeniden âşık olmaz. Ona yeniden âşık olur zira ona bambaşka bir gözle bakmaya başlar. Çünkü Lisa, Jeffries’in yanından bir süreliğine de olsa ayrılmış, karşı apartmanın bir parçası olmuştur ve o da Jeffries’in büyük bir keyifle ve hatta heyecanla izlediği insanlar grubuna katılmıştır. Filmin en sonunda Jeffries’in haklı olduğu ortaya çıkar ancak bir diğer bacağı da kırıldığı için Jeffries’in “aciz” günleri bir süre daha devam edecektir. Başucunda Lisa vardır ve okuyormuş gibi yaptığı kitabı Jeffries’in uyuduğunu anladığı anda kapatır ve yerine asıl ilgisini çeken şey olan Harper’s Bazaar dergisini alır. Buradan anlarız ki Lisa, Jeffries ile kalmak adına bir süreliğine de olsa olmadığı bir kişi gibi davranacak, belki de başarılı olacaktır.

Son olarak, katil Jeffries’in dairesine girdiği sırada Jeffries kendisini savunmak için sürekli olarak flaş patlatır. Böylelikle katili kısa süreliğine de olsa sık aralıklarla kör etmeyi amaçlamaktadır. Buradaki ilginç olan nokta şudur ki Jeffries her flaş patlattığında bir süreliğine biz de katilin gözlerinden dünyaya bakar, dünyayı onun gördüğü gibi görürüz -daha doğrusu göremeyiz-. Böylelikle kamera bizi Jeffries’in yerine koyduğu gibi katilin yerine de koyar. Bu da oldukça beklenmedik bir durumdur. Ancak en çok bağlantıyı yine de Jeffries ile kurarız, zira onun fiziksel acizliği sebebiyle bizim de görüşümüz bütünüyle onun görüşüyle sınırlıdır. Buna ek olarak, Jeffries’in aynı zamanda bir fotoğrafçı olması onun dünyaya bir merceğin ardından, belli bir uzaklıktan bakmak isteyişinin bir yansıması olabilir. Rear Window, üzerinden yıllar geçse dahi etkisini ve de güzelliğini asla kaybetmeyen bir yapım. Bu yazıyla birlikte umuyoruz ki bu detay dolu filme farklı bir gözle bakmanızı sağlamışızdır. Bu güzide filmi izlediyseniz bile tekrar tekrar izlemenizi tavsiye ediyoruz zira yeni ayrıntıları yakalayacağınızdan, filme başka bir gözle bakmaya başlayacağınızdan eminiz. Son olarak şunu da ekleyelim, filmde yine Alfred Hitchcock’un bir cameo’sunu görme keyfini yaşamak mümkün.

Alfred Hitchcock hakkındaki diğer yazılar için:
