Önceki iki Conjuring yazımızda da belirttiğimiz gibi, The Devil Made Me Do It’in karşılaşması muhtemel en büyük engel, önceki iki filmin çıtayı hayli yükseğe taşımış olmasıydı. Ve anlaşılan o ki bu engele de çarptı Michael Chaves yönetmenliğindeki film. Chaves’in daha önce The Curse of La Llorona’yı, yani Conjuring evreninin en az beğeni toplayan filmini yönetmiş olması da bizi endişelendiriyor demiştik, ancak bu filmin seyircide önceki iki Conjuring kadar heyecan ve coşku uyandırmama nedeni, bizce kesinlikle Chaves ile alakalı değil. Bunu filmin özellikle ilk yarısını yönetmende bir hata arayarak izleyen bir seyirci olarak belirtmek isterim, bence Chaves iyi bir iş çıkartmış. Öte yandan, senaryoda Chad ve Carey Hayes kardeşlerin eksikliği, filme asıl darbeyi vurmuş gibi görünüyor. The Devil Made Me Do It’in senaryosu, “I’m Aquaman!” gibi muhteşem(!) bir kapanış repliğine sahip Aquaman’in (2018) ve yine başka bir şaheser(!) olan Wrath of The Titans’ın (2012) senaryolarını yazmış olan David Leslie Johnson’a emanet edilmiş. Filmin künyesinde dokuz yapımcıdan biri olan James Wan‘a “hikaye fikri” (story by) de atfedilmiş ancak bu veri de doğal olarak Conjuring 3‘ün, önceki iki filmin devamı olmasına dayanıyor.

Senaryodaki Sorunlar
Senaryoda iki önemli hata bulunmakta, ilki filmin adıyla ilgili: “Beni Buna Şeytan Zorladı”. Ne var ki filmi izleyince görüyoruz ki, şeytanın tüm bu olan bitenden haberinin olduğu bile şüpheli. İkincisi de senaryonun temelini “ruhu şeytan tarafından ele geçirilmiş bir gencin dramı” olarak sunduktan sonra, neredeyse 180 derecelik bir U dönüşü yaparak anlatının yönünü Eugenie Bondurant’ın zerafetle ve başarıyla canlandırdığı satanist kadının hayatına çevirmesi. Aynı anda birçok şey anlatmak, eğer tüm anlatı parçacıkları bir bütün oluşturuyorsa mümkündür. Buradaysa organik olmaktan uzak, oldukça yüzeysel bir bağ söz konusu, o da senaryodaki boşlukları kendi hayal gücümüzle doldurursak.

Bu açıdan baktığımızda beklentilerin karşılanmaması gibi bir durum söz konusu, üstelik ilk iki Conjuring arasındaki hiyerarşiye dikkat ettiğimizde, beklentinin her filmle daha da arttığı gerçeğini de unutmamak gerekir. İlk filmde kötülük Bathsheba Sherman adlı, kendini cadı ilan etmiş bir kadının ruhunda vücut bulmuştu, ikinci filmdeyse kötülük “Dünya üzerinde hiç yürümemiş” olan Valak adlı bir iblis üzerinde yoğunlaşmıştı. Dolayısıyla tabiri caizse kötülüğün derecesi artmış, eskiden insan olan bir cadının ruhundan, insanlıkla hiç alakası olmayan bir iblise geçiş yapılmıştı, bir anlamda “daha da kötü” idi ikinci filmin kötüsü. Bu üçüncü film de “Beni Buna Şeytan Zorladı” adıyla lanse edilince, ister istemez “demek ki artık kötülüğün kaynağına gidiyoruz” gibi bir beklenti oluştu.

Filmi izleyince kötülüğün kaynağının “bir iblisle anlaşma yapmış olan bir kadın” olduğunu öğrendiğimizde, ister istemez hayal kırıklığına uğruyoruz. Çünkü Conjuring evreninin “karanlık güçlerle yapılan anlaşmalar” düzleminde, ilk filmden bile daha aşağıda bir seviyedeyiz. İlk filmde Bathsheba şeytan ile anlaşma yapmıştı, yani Hıristiyan inanışına göre Cehennem aristokrasisinde en tepede yer alan varlıkla. Beni Buna Şeytan Zorladı’da ise, filmin sonuna doğru Ed Warren satanist kadına dönerek aynen şöyle der: “You promised a demon a soul” (Bir iblise bir ruh vaat etmiştin). Şeytanla ilgili bir durum yoktur ortada, Eugenie Bondurant’ın canlandırdığı karakter, bir iblisle anlaşmıştır, o kadar. Hatta filmin ortalarına doğru duyduğumuz “bir satanisti hafife almamak gerekir” cümlesi bile, bir anlamda senarist Johnson’ın, yarattığı bu kötü karakterin çok tehlikeli olduğuna kendisini ve seyircileri inandırma çabası olarak bile görülebilir. Kendisi buna inandıysa da, seyircilerin azımsanmayacak bir bölümünün ikna olmadığı aşikar.

Conjuring Evreninin Özgün Yapısından Uzaklaşma
Senaryonun temelinde yer alan “totem kullanarak lanetleme” olgusu, aslında bu filmi Conjuring evreninden uzaklaştıran bir etmen. Bu totemlerin keşfedilme anı da akla hemen pagan totemlerle lanetleme etrafında gelişen sıradan filmleri getiriyor. Halbuki Lorraine Warren’ın ahşap evin temeline sürünerek girmesi, Conjuring evreninde sembolik bir keşif anına gönderme yapar; daha önceki filmlerde Lorraine tek başına bir odaya veya mekana girdiğinde ya Bathsheba’nın lanetiyle ilgili korkutucu imgelere ve bilgilere ulaştı, ya da Valak gibi bir iblisin gerçek yüzüyle karşılaştı. Buradaysa kemiklerden yapılmış bir totem buluyor! Aslında son derece önemsiz bir nesne olan bu insan yapımı totemin, filmdeki tüm kötülüklerin kaynağını keşfetme eylemiyle bir tutulması, üçüncü filmde “daha kötü” bir şeyler bekleyen korku hayranları için tam bir hayal kırıklığı. Totemi gördüğünde resmen Vera Farmiga’nın yüzünde bile aynı hayal kırıklığını aradık izlerken.

Dolayısıyla göstergebilimsel açıdan bakarsak bu totemin ortaya çıkması, dahası anlatısal düzlemde kilit noktada bulunması nedeniyle, film “göksel” olandan yani iblisler, rahatsız ruhlar, hayaletler evreninden, “beşeri” evrene (bir insanın iblisle yaptığı anlaşma sonucu elde ettiği bazı güçler) geçiş yapmış oldu, geometrik olarak bile bir düşüş sayılır bu. Conjuring evreninin temelindeyse beşeri değil, ruhani dünya vardır, hep öyle olmuştur. Bu filmde senaryonun bu evrene ne kadar zarar verdiği aşikar. Bu totemle ilgili bir diğer sorun da, akla pagan ritüelleri getirmesi, bu durum da yine Conjuring aurasına yabancı bir etmen olarak kendini gösteriyor.

Son olarak Ed Warren karakterinin tam “olay çözülmek üzereyken” yine görme yetisini geçici olarak kaybetmesine ne demeli? Conjuring 2’deki sahneyi birebir kopyalamaya ne gerek vardı, bir anlam veremedik. Halbuki filmin başında The Exorcist’e (1973) yapılan gönderme çok hoş ve yerindeydi. Yine filmin sonuna doğru, lanetin kalkması için satanistin masasının (mihrap / sunak) kırılması gerekliliği de, acaba senarist çok fazla Disney çizgi filmi mi izlemiş dedirtti açıkçası. Bu noktada kırılması gereken masanın ağırlığının da yine ruhani değil, dünyevî bir nedene (fizik kanunları) dayanıyor olması bu filmin ne kadar “down-to-earth”, ne kadar “ayakları toprağa basan” bir yapıda ilerlediğini bize bir kez daha hatırlatıyor. Disney filmlerini biz de çocukluğumuzdan beri severek izliyoruz, ancak oradan bir motifi aynen alıp bir korku filmine yerleştirmeden önce iyice düşünmek gerek sanki. Daha iyi bir motif bulunmalıydı, kötülüğün kaynağı bir insan değil de ruhani dünyaya ait bir varlık olsaydı, bu motif kolayca daha girift ve ilgi çekici hale getirilebilirdi.

Sonuç
The Conjuring: Beni Buna Şeytan Zorladı için kötü bir film diyemeyiz, çekim kalitesi, atmosferi ve oyunculuklarıyla göz dolduruyor, Vera Farmiga ile Patrick Wilson her zamanki gibi Lorraine ve Ed Warren rollerini kolayca sırtlayabiliyorlar, bu “çifti” izlemek gerçekten de filmin en büyük keyiflerinden. Satanist rolündeki Eugénie Bondurant da filmin korku severlere başka bir armağanı, ortaya çok güzel bir karakter çıkmış casting sayesinde. Bağımsız bir yapım olarak ele alırsak film oldukça doyurucu, ancak sorun şu ki, bağımsız bir yapım olarak ele almamız neredeyse imkansız çünkü filmin yapısı, çekilme nedeni, oyuncular, kısacası filmle ilgili herşey, The Devil Made Me Do It’i toplamda (şimdilik) 10 film olarak tasarlanan Conjuring evrenine bağlıyor.

Üstelik La Llorona veya Annabelle Comes Home gibi “yan ürünler” değil söz konusu olan. Adı geçen filmler “ortalama” olarak bile kabul edilseler, bu durum onları lekelemek bir yana, onların daha da kült bir seviyeye kavuşmalarına yardımcı olacaktır. Ancak karşımızda, tüm bu evrenin oluşmasına ön ayak olan The Conjuring (2013) filminin ve The Conjuring 2’nin (2016) devamı niteliğinde olan “temel” bir film bulunmakta. Hal böyle olunca da beklentiler oldukça yükseğe çıkıyor doğal olarak ve bu seviyedeki beklentileri karşılamak için de orijinal fikirler gerekliydi, yani eklektik olmayan, özgün ve sağlam bir senaryo yazılmalıydı.

Bu açıdan Hayes kardeşlerin aradan çekilmesi büyük talihsizlik, James Wan’ın yönetmen koltuğunda oturmuyor olması da üzücü ancak dediğimiz gibi yönetmen Michael Chaves iyi bir iş çıkartmış, Wan’ın bu yapımda çok aktif rol almaması, Wan’ın filme katacağı yeni fikirlerden mahrum kalmamız anlamında negatif bir yön oluşturuyor, yoksa yönetmenlik anlamında değil. Umarız çekileceği duyurulan The Nun 2 ve The Crooked Man gibi filmlere Hayes kardeşlerin, James Wan’ın veya Axelle Carolyn, Kate Siegel, Mike Flanagan gibi birçok yetenekli insanın bir araya geleceği yeni Conjuring filmleri de katılır ve 2013’te tanıştığımız bu evren, daha emin adımlarla büyümeye devam eder.
