Olabildiğince az ışık kullanımı, bir türlü yanmayan el fenerleri, anlık görünen siluetler, kaynağı belirsiz sesler, yatağın altındaki canavarlar, elbise dolabındaki canavarlar, karakterin aldığı derin nefes ardından kopan gürültü, hayvan hırıldamaları, gıcırdayan kapılar, çarpan kapılar, uçan sandalyeler, aniden sönen lambalar, karanlıkta beliren gözler ve bolca diş… Bunlar ve benzerleri korku filmlerinde her zaman kullanılagelen, hepimizin aşina olduğu motiflerden bazıları. Ne var ki bunların hepsinin bir korku filminde bulunması da gerekmiyor, kült statüsüne kavuşmuş birçok korku filminde (Nosferatu, The Exorcist, The Shining, vs.) bu tekniklerden çok azının kullanıldığını biliyoruz. Bu arada yukarıda saydıklarımızı korku türünü “tek cümlede” özetlemek amacıyla yapmadığımızı da hatırlatalım, hâşâ.

Yönetmen James Wan’ın 2013’te gösterime giren The Conjuring (Korku Seansı) filmi, dikkatle incelendiğinde yeni bir korku evreni yaratacak birçok öğeyi zaten bünyesinde barındırıyordu. Bugün, ilk filmden 8 yıl sonra bir “Conjuring Evreni”nden bahsediyorsak, bunun sebebi sadece filmlerin geniş kitlelerce beğenilmesinde yatmıyor. James Wan yaptığı özenli araştırmalar, korku türüne eklediği daha önce görülmemiş yeni motifler ve yarattığı inanılmaz “eğlenceli” (Annabelle, The Crooked Man ve Valak) karakterler – ve bu karakterlerin geçmişlerini ayrıntılı olarak vermesi – sayesinde, ilk iki Conjuring filmiyle koca bir evren doğurdu. Conjuring dünyasına dahil edilen filmleri gösterim tarihine göre sıraladıktan sonra, yaratılan bu evreni birkaç başlıkta inceleyelim.
- The Conjuring (2013)
- Annabelle (2014)
- The Conjuring 2 (2016)
- Annabelle: Creation (2017)
- The Nun (2018)
- The Curse of La Llorona (Nisan 2019)
- Annabelle Comes Home (Haziran 2019)
- The Conjuring: The Devil Made Me Do It (2021)
- The Nun 2 (tarihi belli değil)
- The Crooked Man (tarihi belli değil)

“Gerçek Bir Hikayeden Esinlenilmiştir”
Bu klasik ibareye Cervantes’in Don Quixote’sinden Maupassant’ın Le Horla’sına, hatta Sartre’ın Bulantı’sına varıncaya dek birçok edebiyat eserinde, üstüne elbette sayısız filmde rastlamak mümkün. Gerçekçilik, daha doğrusu “inandırıcılık” arayışı, bir sanat eseri ortaya koyan çoğu yaratıcı için son derece önemli, bu açıdan Emile Zola’nın bir cinayeti tasvir eden ilk romanı (La Confession de Claude) sonrasında kısa süreliğine polis nezaretine alınması belki de yazara yapılmış en büyük övgüdür. Öte yandan The Conjuring evreni söz konusu olduğunda, bu ibare oldukça farklı bir konumda. Örneğin Mississippi Yanıyor (1988) filminde “gerçek olaylara dayanıyor” nitelemesini pekala olduğu gibi alabiliriz, zira film geçmişte yaşanmış olaylar üzerinden farklı bir kurgu oluşturmuş olsa da ayakları yere basan, gücünü gerçeklikten alan bir yapıdadır.

The Conjuring’de ise bu cümle biraz daha yoruma açıktır, çünkü iki farklı duruma işaret eder. İlki elbette doğaüstü olayları araştıran Edward ile Lorraine Warren çiftidir ve varlıkları ile yaptıkları çalışmalar açısından filmin dayandığı bu ayak, gerçeği yansıtmaktadır (Edward 2006’da, Lorraine ise 2019’da aramızdan ayrıldı). İkinci durum ise, Warren çiftinin karşı karşıya kaldıkları, filmlerde tasvir edilen olağanüstü olaylardır ki burada seyirci, neye inanmak istediğini kendi seçer. Conjuring’in başarısının sayısız nedenlerinden birisi de burada yatıyor: İster Annabelle’in yapabildiklerini gerçek, ister tamamen deli saçması olarak algılayın, film her iki durumda da ilginizi ayakta tutmayı, dahası koltuğunuza yapışmanızı sağlayabiliyor. Bunu da hemen ilk dakikalardaki kilit sahne ve buna bağlı bir leitmotiv sayesinde yapıyor.

Kilit sahne elbette Warren çiftinin bir üniversite amfisinde verdikleri konferansın ardından soru-cevap kısmında bir dinleyicinin “size nasıl hitap ediyorlar?” sorusuna karşılık olarak önce “paranormal araştırmacı” dedikten sonra gülerek “ucube, çatlak” şeklinde devam etmeleri. Bu noktada Warren’lar amfideki dinleyicilerin sempatisini kazanır gibi görünseler de, aslında kendileriyle dalga geçerek, filmi izleyen tüm şüphecilerin (sceptic) sempatisini kazanırlar. James Wan’dan ve senaristlerden dahiyane bir hamle. Bu duruşu elbette çiftin kendilerine başvuran bazı insanlara cevap olarak “genellikle bilimsel bir açıklaması vardır, ses borulardan geliyordur” gibi karşılıklar vermeleri de destekliyor. Asıl leitmotiv ise, Warren çiftinin seyircilere birçok kez üniversitelerde konuşma yaparken gösterilmesidir. Çok hafif de olsa, “bilimsel duruş” ima edilir böylelikle.

Ayrıntılı Araştırma ve Ön Çalışma
Filmin senaryosunu, Conjuring evreni öncesinde de House of Wax (2005) ve The Reaping (2007) gibi korku / gerilim filmlerinin senaryolarını yazmış olan Chad ve Carey Hayes kardeşlere (tek yumurta ikizleri) borçluyuz. Senaryo aşaması ve James Wan’ın çekim öncesi yaptığı araştırmalar çok önemli, zira filmde Warren çiftinin kara tahta önünde açıkladığı “ele geçirilmenin üç aşaması” (Infestation – Oppression – Possession)[1], filmde birkaç defa bahsi geçen “insani olmayan ruh” (daha önce yeryüzünde hiç bulunmamış kötücül varlık) ve tabii ki “conjuring” veya “conjuration” şeklinde adlandırılan ruh çağırma eyleminin ayrıntıları veya musallat olan ruhun geri gönderilmesi için yapılması gerekenler (İncil’deki 3, 10, 12, 21, 30, 34, 53 vb. numaralı ilahilerin okunması) gibi bilgilerin tamamı, demonolojinin yaygın kabul gören kitaplarında (bkz. Traité de Démonologie, Edouard Brasey) mevcut.

Joseph H. Peterson’un çok eski büyü ve cadılık kitaplarından alıntılayarak çevirdiği metinleri bir araya getirdiği yapıtı Grimorium Verum’dan aldığımız yukarıdaki sayfada da aynı şekilde “conjuration” yani ruh çağırma eyleminde yüksek sesle 7 defa söylenmesi gerekenler belirtilmiş örneğin. Elbette bu metinler okununca ortaya bir varlık çıkacak değil ama herşeye rağmen tedbiri elden bırakmamak adına (!) bazı sözcüklerin üzerini çizdik. En alttaki Latince kısım ise, musallat olan bir varlığı geri göndermek için söylenmesi gerekenlere işaret ediyor.

Yeni Motifler, Yeni Karakterler
Conjuring’i birçok korku filminden ayıran en önemli özellik belki de aceleci olmaması, diğer bir deyişle korkunun kaynağını seyirciyle beraber, oldukça yavaş ilerleyen bir tempoda araştırması. Kamera kullanımı da aynı ağırlıkta. Bu yavaşlık da “suspense” denilen, “endişeli / gergin bekleyiş” durumunu uzatan, dolayısıyla korku dozunu arttıran bir etmen. Bir diğer önemli fark da, tabiri caizse “gerilimin ışıklar yansa da devam etmesi” olarak özetlenebilir. Çünkü çoğu korku filminde, “kapının arkasında biri var!” veya “dolapta biri var!” beyanından sonra ışıklar yanınca veya dolabın kapıları açılıp da orada kimse olmadığı anlaşılınca gerilim sonlanır. Conjuring’de ise gerilim bu keşfediş anlarında da devam ediyor. Bu da bir yandan “tarafsız araştırma” alt metnini desteklerken, diğer taraftan seyirciyi olayın içine daha da fazla çekiyor ve izledikleriyle empati kurmasını kolaylaştırıyor.

Bir diğer motif de filmde çok “sinsice” kullanılmış olan ses efektleri. Filmin en başında Annabelle’in tahta kapıya vurduğunu ima eden sesler, açıkça – ve tabii ki bilinçlice – bir insanın yumruğunu tahta bir zemine sertçe vurduğunda çıkan seslerle eşdeğer. Bu ses kaydı, yukarıda anlattığımız “gerilimin ışıklar yanınca da sürmesi” motifine katkıda bulunuyor çünkü duyduğumuz ses belirsiz, anlaşılmaz bir ses değildi, bir yumruk sesiydi ve “ışıklar yandığında” da sesin kaynağı hakkında bir bilgi edinememiş olduk. Diğer önemli ses efektini de “belgesel etkisi” olarak adlandırabiliriz, doğaüstü bir olayı takiben ailenin tekrar “normale dönme” (eşyaları yerine koyma veya uyurgezer Cindy’nin yatağına geri götürülmesi gibi) aşamalarında kamera açısı ve ses efektleri (mesela kapalı odada çıkan, işlenmemiş ayak sesleri) öyle ayarlanmış ki, bu anlarda filmden ziyade belgesel izliyormuş gibi hissediyoruz, bu da yine filmdeki inandırıcılığı arttıran başka bir motif.

Bunlar dışında elbette hermetizmin meşhur As Above, So Below mottosuna (Christine’in odadaki hayaleti yatağından aşağı sarkıp baş aşağı dururken daha net görmesi) veya Poltergeist (evin köpeğinin ruhani varlıkları görmesi / algılaması) gibi birçok eski korku filmine yapılan göndermeler sayılabilir. Conjuring evreninin bu ilk filminde sadece Annabelle ile tanışıyoruz ancak üç filme yayılan yepyeni bir anlatı doğuracak olan bir karakter için hiç de küçümsenecek bir tanışma değil bu. Aslında Annabelle’in bu filmde pek göze batmasa da esas görevi, bize Warren’ların evlerinin bodrum katında bulunan, çözdükleri eski vakalara ait nesnelerin bulunduğu büyük odayı tanıtması. Bu odaya özenle yerleştirildikleri sonradan anlaşılacak olan onlarca büyülü veya lanetli nesne, Conjuring evreninin olmazsa olmaz yapıtaşları haline gelecek.

Sonuç olarak bir filmin sanatsal değeri hakkında hiçbir anlam ifade etmediğini düşündüğüm ticari başarısı bir yana, The Conjuring evreni korku türü içinde her zaman için özel bir yere sahip olacak ve görünüşe göre zihinlerimizi ve kabuslarımızı daha uzun süre meşgul edecek. İngiltere’de 26 Mayıs’ta, ABD’de 4 Haziran’da gösterime giren The Conjuring: Devil Made Me Do It (2021) filmi öncesinde Conjuring evrenine göz atmak istedik, çok yakında The Conjuring 2 yazımızda, hemen ardından da üçüncü Conjuring filmi hakkındaki incelememizde görüşmek üzere.
[1] Fransız araştırmacı Edouard Brasey’in kaleme aldığı “Traité de Démonologie” kitabında bu üç aşama, filmdekinden farklı olarak “Infestation – Obsession – Possession” şeklinde yer alır.
