Artık geride bırakmaya hazırlandığımız 2021 yılının başlarında, akredite olduğumuz 50. Uluslararası Rotterdam Film Festivali (IFFR) filmlerini çevrimiçi olarak takip ediyor, bir yandan da beğendiğimiz filmler hakkında olabildiğince hızlı bir şekilde inceleme yazıları kaleme almaya gayret ediyorduk. Norveçli sanatçı Itonje Søimer Guttormsen’in Gritt (2020) adlı ilk filmi de, festival boyunca bizi heyecanlandıran yapımların başında geliyordu. Uzaktan bakıldığında normal bir seyre sahipmiş gibi görünse de, Guttormsen’in sanatsal geçmişine biraz daha hakim oldukça aslında filmin entelektüel bagajının görünenden çok daha dolu olduğunu fark etmek hiç de zor değil.

Gritt hakkında ilk kez 5 Şubat 2021’de, İngilizce bir inceleme yazısı yazmıştım, Dial M for Movie olarak bizi çok sevindirense, Itonje Søimer Guttormsen’in yazımızı okuyup beğenmiş, dahası röportaj talebimize de olumlu yanıt vermiş olmasıydı. Hemen ertesi gün kendisiyle görüntülü olarak çok keyifli bir röportaj gerçekleştirmiştik. Röportaja hem Türkçe hem de İngilizce olarak sitemizde veya bu yazının sonundaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz. Şubat ayında yazdığım eleştiri yazısını da bir gün mutlaka Türkçe olarak yayınlamak üzere kendime söz vermiş olsam da, bu sözümü tutamadım. Birkaç gün önce Gritt’in MUBI platformunda yayınlanacağını öğrendiğimde ise hemen bilgisayarın başına oturdum, demek ki bu tür bir işarete ihtiyacım varmış. Şaka bir yana, söz konusu yazının Türkçe versiyonunu aşağıda okuyabilirsiniz, Gritt’i de hangi platformda karşınıza çıkarsa mutlaka izleyin derim, naçizane.

50. Uluslararası Rotterdam Film Festivali devam ederken, son derece yaratıcı zihinlerle tanışma fırsatı buluyoruz ve 2020 yapımı Gritt’in yönetmeni Itonje Søimer Guttormsen de kesinlikle düşünce evrenine konuk olunması gereken sanatçılardan biri. Gritt’in deştiği konular bizler için yeni olsa da, Guttormsen için elbette öyle değil, zira Gritt’in altyapısını, yönetmenin neredeyse on yıldır farklı biçimlerde ortaya koyduğu sanatsal yaratımlarının özeti olarak görmek mümkün. Guttormsen’in bu on yıldaki sanatsal dışavurumları ise, en azından benim için, daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyor.

Gritt, sanat temelli projeler, enstalasyonlar ve özellikle de “sanatsal ayinler” ile ilgili sürekli yeni fikirler üreten Gry-Jeanette’in (kendisine bu şekilde seslensek bizi “Gritt yeterli” diye düzeltirdi) hikayesini anlatıyor. Kafasındaki en büyük projenin adı ise “White Inflammation” (Beyaz Alev veya Beyaz İştial) ve ne yazık ki çok sayıda katılımcıya ihtiyaç duyan bu sanatsal ayin, kimsenin ilgisini çekmiyor. Senaryoya göre 17 yıl önce Norveç’i terk edip Hollywood ile Berlin’de çalışma fırsatları kovalayan ve birkaç işte çalışan Gritt, en sonunda aklında onlarca fikirle Norveç’e geri döndüğünde, ne devlet tiyatrolarından ne de özel tiyatrolardan maddi veya manevi hiçbir destek alamayacağını öğrenir.

Gritt karakterini, “en iyi aktris” kategorisinde 2007 yılında Norveç’in en önemli ödüllerinden Hedda’yı da kazanmış olan Brigitte Larsen canlandırıyor. Hem sinema hem de tiyatro sahnesinde oldukça aktif olan yetenekli oyuncu, aynı zamanda Guttormsen ile birçok projede birlikte çalışmış. Bunlardan biri de Guttormsen’in 2017 yılında çektiği Retrett (Retract) adlı kısa film. Retrett önemli zira hem konusu hem de yine “Gritt” adlı bir karakter barındırması bakımından, Guttormsen’in 2020 tarihli uzun metrajının küçük ölçekli bir ön-versiyonu adeta. Sonuç olarak Retrett’in yazım aşamasına da katkıda bulunmuşolan Brigitte Larsen, Gritt karakterini ikinci kez canlandırıyor dersek abartmış olmayız.

Bürokrasi ve Toplumsal Normlar
Filmde Gritt’in gerçekleştirmek istediği her proje, her gösteri, kısacası atacağı her adım için izin alması gerektiği gerçeğine, kurumların şart koştuğu kırtasiye yüküne ve özel kurallara, kısacası Sisyphos’un itekleyip durduğu devasa bürokrasi yığınına bakıp da sinirlenmemek elde değil. Ne de olsa bizler de hayatımızda birçok defa bu denli mantıksız kurallara maruz kalmışızdır. Aklıma gelen örneği hemen paylaşayım, sanırım 2008 yılıydı, eve internet bağlatmak için bir internet kafeye gitmek zorunda kalmıştım çünkü başvurduğum kurumun istediği form sadece online ortamda doldurulabiliyordu. Ancak Gritt’in genel tutumunu ve öfkesini sadece “kurallara göre oynamak istememesi” gibi Amerikan tarzı bir mottoyla açıklayamayız, altında daha fazla sebep yatıyor elbette. Aldığı her kararın ardında çok güçlü bir hürriyet duygusu, aynı zamanda da toplumsal normlara karşı sert bir duruş bulunmakta.

Düşündüğümüzde “normal” sözcüğünün açılımı hayli sinir bozucu: “normlara uygun bir şekilde”. İnsanın zihnine ister istemez “bu normları kimler belirliyor?” veya “neymiş peki bu normlar?” gibi sorular üşüşüyor. Örneğin 16. veya 17. yüzyıllarda ormanda tek başına yaşamak üzere bir kulübeye çekilmek hiç de “normal” sayılan bir davranış değildi, özellikle de bir kadın için. Sadece bu hareket bile kültürlü, bilgili veya sadece “başının çaresine rahatlıkla bakabilen”, çağının ötesinde bir kadının cadılıkla suçlanması için yeterliydi. Bu örneği vermemizin sebebi Gritt’in sonuna doğru da böyle bir referansın bulunuyor olması. Guttormsen de kişisel sanatsal çalışmaları ve projelerinde cadılık kavramına, “iyi ve güzel olan herşey adına” hep saygı duruşunda bulunuyor.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi, Gritt’in “kurallara göre” oynamak istememesinin altında daha derinlikli bir neden var, bunu da belki kendisinin “yalnız kurt” olmasına dayandırabiliriz. Bu kavramı kendisi öne sürdüğünden veya filmin herhangi bir yerinde böyle bir durum ima edildiğinden değil, daha çok Gritt’i bu şekilde görmek istediğimizden belki de. Ne de olsa kendisi bağımsız, açık fikirli bir kadın ve güzel bir sanat eseri ortaya koymadan önce izin alması gerektiği gerçeğinden nefret ediyor. Kuralların üzerinde olduğunu falan düşünüyor değil, yanlış anlaşılma olmasın. Aksine tüm bu kuralların varlığını temelden sorguluyor Gritt, her ne kadar kuralsızlığın ne mümkün, ne de mantıklı olduğunu bilse de. Filmdeki favori oyuncularımızdan biri de kesinlikle Down sendromlu Marte Wexelsen Goksøyr. Filmde de Down sendromlu bir yönetmen ve oyuncuyu canlandıran Goksøyr’un, kendi karakteri Marte üzerinden Gritt’e söylediği şu cümle gerçekten de çok önemli: “Toplumsal normlar Down sendromlu birisinin birçok açıdan başarısız olmasını bekler hatta ister, ancak ben toplumu, onlara beklentilerinin ve inanışlarının tam tersini göstererek şok etmek istiyorum”. Ve bunu kolayca da yapıyor elbette.

Lilith ve Guttormsen’in “Lilithistene” Metodu
Mitolojide ve dinler tarihinde Lilith, kısaca “Adem’in ilk eşi” şeklinde tanımlanıyor. Ancak Lilith’in taşıdığı anlam evreni çok daha geniş; örneğin Musevî kültüründe ve folklorunda Lilith’in “Adem’in yapıldığı aynı kilden, Adem ile aynı anda yaratıldığı” bilgisi yer alıyor ve bu tanımdaki ayrıntılar, Lilith’in Cennet Bahçesi’nden “kovulması” konusuna, özellikle de Havva’nın “Adem’in kaburgasından” yaratıldığı göz önüne alındığında tamamen farklı bir boyut kazandırmış oluyor. “Kovulmak” demişken, ikinci önemli nokta da burada devreye giriyor.

Lilith, kutsal kitaplarda Adem ile Havva gibi “Cennet Bahçesi’nden kovulmuş” değil, tam tersine, kendi isteğiyle, hür iradesiyle ayrılmış olarak anlatılıyor. Dolayısıyla hem cinsiyet eşitliği (Adem ile “aynı kilden, onunla aynı anda yaratılma” ayrıntısı) hem de hür irade kavramlarıyla yakın ilişkili hatta neredeyse eşanlamlı olan Lilith’in, Itonje Søimer Guttormsen’in sanatsal projelerinde bir anlamda başrolü oynuyor olması hiç de şaşırtıcı değil. Zaten tam da bu nedenle Guttormsen birçok projesinde kullandığı yöntemi “Lilithistene” veya “Lilithistic Method” olarak tanımlıyor. Kendisinin kişisel projeleri veya ayinsel performansları ile ilgili daha ayrıntılı bilgilere İngilizce olarak sanatçının kendi sitesinden ulaşmak için buraya tıklamanız yeterli.

Sonuç olarak Gritt, eğer yol boyunca filmin görsel ve anlatısal dokusuna bırakılan kırıntıları görmeyi başarırsak Guttormsen’in sanatına hakim olan Lilithistic duruşun hoş bir yansıması olarak özetlenebilir, tabii bu yansımanın bile gözlerimizi kamaştırdığını da unutmadan. Tıpkı 18. yüzyıl filozoflarının Fransa’da yaptığı gibi, Guttormsen’in filmi Gritt de bizleri toplumsal normlar ve yıllardır kabul edilegelen doğrular hakkında sorular sormaya, yüreğimize çok yakın tuttuğumuz bazı gerçekleri bile sorgulamaya itiyor. Kaçırmayın deriz.