THE KING of LAUGHTER / Qui rido io – Tragedya, Komedyaya Karşı [IFFR-01]

1972’den bu yana her yıl Hollanda’nın Rotterdam kentinde düzenlenen Uluslararası Rotterdam Film Festivali IFFR, bu sene 51. kez sinemaseverlerle buluşuyor. Bu yazının kaleme alındığı 26 Ocak Çarşamba günü start veren festival, pandemi nedeniyle geçen yıl olduğu gibi yine çevrimiçi düzenleniyor. Dial M for Movie olarak festivale ikinci kez akredite olmanın gururunu yaşıyoruz, umarız önümüzdeki sene daha normal bir Dünya’da, festivali yerinde takip etme şansına ulaşırız. Festival filmleri akreditasyon haricinde Hollanda dışındaki izleyicilere açık olmasa da, IFFR’nin festival yılındaki konumu nedeniyle olabildiğince çok film izleyip sizlere ulaştırmaya çalışacağız, zira sadece bir hafta önce yine online olarak başlayan Sundance’den sonra, kronolojik olarak 2022’nin ikinci önemli ve büyük festivali olan IFFR’de gösterilen filmler, yılın geri kalanında düzenlenecek olan festivallerde mutlaka karşınıza çıkacaktır. Sözü daha fazla uzatmadan Mario Martone imzalı The King of Laughter (2021) incelememize geçelim.

İtalya prömiyerini 9 Eylül 2021’de yapmış olan ve İngilizce başlığı dilimize Komedi Ustası veya Kahkaha Erbabı olarak çevrilebilecek yapımın orijinal İtalyanca adı Qui Rido Io ise, “Burada Gülüyorum” , “İşte Gülüyorum” veya “Burada Gülen Benim” gibi farklı anlamlara gelebilir. İtalyanca’ya hakim olan okurlarımız bizi affetsin. Tabii Qui Rido Io yazısının, filmin başkarakteri olan Eduardo Scarpetta’nın evinin duvarında yazıyor olması, “burada” anlamını biraz daha ön plana çıkartıyor. Filmi izledikten sonra bu cümleyi bir komedi ustasının ölümün yüzüne attığı kahkaha olarak algılamak daha doğru gibi geliyor bana; mezar taşında yazan “burada filanca yatıyor” gibi, “burada ben gülüyorum”.

Yukarıda “filmin başkarakteri” dedik ama, 1853-1925 yılları arasında yaşamış olan Eduardo Scarpetta’nın İtalyan tiyatrosundaki yeri ve önemi çok büyük. Kendisi sadece efsanevi bir tiyatro oyuncusu değil, aynı zamanda 50’den fazla oyun kaleme almış önemli bir yazar, üretken bir dramaturg. En çok da, sayısız defa hayat verdiği Felice Sciosciammocca karakteri ile anılır. Gayrimeşru oğlu Eduardo De Filippo (1900-1984) da yine İtalyan sahnesinin en önemli yazarları arasında yer almaktadır. Yazdığı birçok oyun ve senaryonun yanısıra, çok da iyi bir oyuncu olarak anılır. Filmde Eduardo 10 yaşındadır ve Alessandro Manna tarafından başarıyla canlandırılır.

Alessandro Manna (Eduardo De Filippo rolünde)

Scarpetta’nın çocuklarından bahsetmişken filmde de önemli yer arz ettiği için buraya küçük bir liste bırakalım: Kendi soyadını taşıma “lüksüne” nail olan Vincenzo, Domenico ve Maria Scarpetta haricinde, karısı dışındaki kadınlardan en az 6 çocuğu daha olduğu düşünülmektedir, ancak onları resmen tanımamış, gayrimeşru addetmiştir: Yukarıda bahsettiğimiz Eduardo De Filippo, ayrıca Peppino De Filippo, Titina De Filippo, Passarelli lakaplı sinema oyuncusu Eduardo De Filippo (1903-1968) ve Pasquale De Filippo. Bu isimlerin hepsinin son derece önemli şair, yazar, oyuncu ve dramaturglardan oluştuğunu da hatırlatalım.

Eduardo Scarpetta rolünde Toni Servillo

Filme yoğunlaşmadan önce uzun bir giriş yapmamızdan da anlaşılacağı üzere, içerik açısından oldukça yoğun bir yapım var karşımızda. Açıkçası The King of Laughter sadece Eduardo Scarpetta isminin İtalyan tiyatrosundaki önemine ve geniş olduğu kadar sorunlu ve karmaşık da olan ailesine odaklanan bir film olsaydı bile hayli yoğun bir senaryoya sahip olması gerekirdi. Kaldı ki film aynı zamanda yakın tarihe mâl olmuş ilk telif hakkı (copyright) davasını da senaryosuna dahil etmeyi seçmiş, buradan hareketle de sanat tarihindeki en eski sorulardan birini sorma yoluna gitmiştir: Sanat sadece ciddi ve ağırbaşlı olursa mı sanattır? Tüm bunların yanısıra 1800’lerin sonu / 1900’lerin başında geçen filmde, bu çalkantılı ve neredeyse her yıl devasa bir keşfin yapıldığı dönemin de filmdeki olay örgüsünün daha duru ilerlemesine hiçbir şekilde katkıda bulunmadığının da altını çizelim. Lumière Kardeşler ve sinema, Sanayi Devrimi’nin artık son hızda ilerlemeye başlaması, yeni icatların sunulduğu fuarlar (exposition universelle gibi), yıkılan imparatorluklar, bilimsel gelişmeler derken gündelik yaşamı derinden etkileyen, nefes aldırmayan bir zeitgeist söz konusu.

Scarpetta’nın “Geniş Ailesi”

Yazımızın başında Eduardo Scarpetta’nın resmî ve gayrimeşru çocuklarıyla, bağını koparmadığı sevgilileriyle birlikte yıllar içinde gittikçe büyüyen ailesinden kısaca bahsetmiştik. Geçmişinde birçok oyun ve opera sahnelemiş, film yönetmiş usta yönetmen Mario Martone, The King of Laughter’ın senaryosunu yine üretken bir yazar olan eşi Ippolita di Majo ile beraber yazmış ve bu “genişleyen aile” olgusunun filmde süslenip püslenerek, parodi aracılığıyla meşrulaştırılarak betimlenmemiş olması kesinlikle büyük bir artı. Zira filmde bazı sahneler, Fellini’nin Amarcord’undan veya 81/2’undan fırlamış karakterlerle dolu olduğu için bu aile kavramının onaylandığı şeklinde bir algı oluşabilir. Bu geniş ailenin onaylandığını veya mahkum edildiğini görmek değil amacımız elbette, ne var ki filmin seyirciyi özellikle bir yöne doğru çekmeye çalışmıyor olması takdire şayan. Durumu oldukça gerçekçi ve tarafsız bir şekilde anlatarak, kararı izleyiciye bırakıyor Martone.

Toni Servillo

Hem Scarpetta’nın hayatında ve kariyerinde, hem de filmde önemli yer tutan diğer bir olgu, ünlü İtalyan yazar ve şair Gabriele D’Annunzio’nun (1863-1938) La Figlia Di Iorio (Iorio’nun Kızı, 1904) adlı oyunu üzerinden açılan ve sonuçlanması yıllar süren telif hakları davası. Scarpetta, D’Annunzio’nun bahsi geçen tragedyasını izledikten sonra aklına bu güzel eserin parodisini yazmak ve sahnelemek gelir ve bu amaçla D’Annunzio’nun evine, kendisinden söz konusu parodi için yazılı izin vermesini istemeye gider. Ne var ki D’Annunzio bu parodiye yeşil ışık yaksa da, bir türlü Scarpetta’ya yazılı bir izin vermeye yanaşmaz. D’Annunzio’nun sözüne güvenen Scarpetta da, parodiyi sahnelemeye karar verir, ancak daha ilk gösterimde tiyatroda olay çıkar ve hemen ardından da D’Annunzio’nun avukatlarının Scarpetta’ya telif hakları yasası dahilinde bir intihal davası açtıkları ortaya çıkar. Bu davanın sonuçlanması yıllar sürecektir.

En solda D’Annunzio rolünde, Paolo Pierobon.

Davada bir eserin parodisinin, o eserden intihal yapıldığına işaret edemeyeceğini savunan Scarpetta haklıdır ve günümüzde de parodiler intihal olarak algılanmamaktadır, ne var ki 1900’lerin başında yasalar bu kadar net değildir ve yoruma sonuna dek açıktır. Davayı filme dahil ederek Martone, çok güzel bir tartışmayı beyazperdeye taşımış olur aslında çünkü D’Annunzio taraftarlarının davada sürekli başvurdukları sav, Scarpetta’nın eserinin güldürmeyi amaçladığı için yoz ve boş bir eser olduğudur. D’Annunzio ise trajedi yazdığı için, “gerçek sanat” onunkidir.

Sanat Hep Ciddi mi Olmalı?

Bu tartışmanın ne kadar eski olduğunu, dahası günümüzde bile hala devam ettiğini söylemeye gerek yok tabii. Bu yıl doğumunun 400. yılı kutlamaları yapılan Molière bile kendi döneminde bazı eleştirmenlerce ciddiye alınmamış, aynı dönemde yaşamış olan Corneille ve Racine’e (özellikle Corneille anlaşılması zor mısralar yazdığı için) “tiyatronun geleceği” olarak bakılırken bazı kesimler Molière’e tepeden bakmıştı. Aynı şekilde Charlie Chaplin de, sinemaya sesin gelmesiyle çektiği uzun metrajlardan önce basit bir komedyen, sadece bir gag sanatçısı olarak görülüyordu. Sanatçının başarılı olup olmadığının, yazdığı satırların veya sergilediği performansın seyirciyi güldürüp güldürmediğinin anında anlaşılıyor olmasına, sanatçının seyirciden gerçek zamanlı olarak geri dönüş almasına rağmen komedi, “hafif sanat” kategorisinde sanki, böyle bir sınıflandırma varmış gibi.

Günümüzde de birçok oyuncu trajik bir karakteri canlandırabilir ve seyirciyi düşündürebilir, ancak zaten yaşadıklarının %90’ı ciddi, sıradan ve sıkıcı şeyler olan bir seyirciyi gözünden yaş gelecek kadar güldürebilmek her oyuncunun kolayca başarabileceği bir şey değildir. Komedi bu kadar incelikli, doğru zamanlamaya dayalı, doğru sözcüklerin, mimiklerin veya jestlerin seçilmesine bel bağlayan bir sanat dalı olmasına karşın, saldırıların ardı arkası kesilmiyor. The King of Laughter da bu ayrımı çok güzel yapmış, D’Annunzio’yu savunanlar kendisinden bir edebiyat tanrısı gibi bahsederken (hatta Scarpetto da onu ziyaret ettiğinde ona adıyla –Gabriele– hitap ederek Cebrail göndermesi yapar) Scarpetto için “soytarı” benzetmesi yapılıyor, her iki yazarın da ortaya koyduğu eserler sanatsal düzlemde eşdeğerde olsa da. Ayrıca yere göğe sığdırılamayan D’Annunzio’ya yıllar sonra yapılacak olan “İtalyan faşizminin kurucusu” benzetmesi de (Wikipedia, 8. dipnot) yabana atılacak türden değil. Kendisi bu ithamı reddedecektir.

Ön planda solda Alessandro Manna, sağda ise Luisa rolünde Christiana Dell’Anna.

Tragedya ile Komedyanın Antropomorfik Karşılaşması

Yönetmen Mario Martone tragedya ile komedya arasındaki farkı görsel düzlemde harika bir sahneyle yansıtmış, bir bakıma bu iki tür üzerinden uzamsal birer kişileştirme yapmış diyebiliriz. Söz konusu sahnede sürekli genişlemeye devam eden ailesiyle eğlenceli, Fellini’nin hayat taşan filmlerinden fırlamışa benzer bir yaşam süren Eduardo Scarpetta komedyayı, karanlık, kasvetli malikanesinde yaşayan D’Annunzio ise tragedyayı temsil eder. Scarpetta ile D’Annunzio’nun (gerçek hayatta ve filmde) bir araya geldiği tek an, Martone tarafından sembolik göndermelerle dolu bir sahneyle, ustaca teslim edilir.

Scarpetta neşelidir, La Figlia Di Iorio için yazdığı parodiden bir bölümü kısaca oynar bile, yüzünde hep gülümseme vardır. D’Annunzio ise ağır hareket eder, gülümsemesi sahte ve aldatıcıdır, uşağı bile çok soğuk davranır herkese. Tragedya yazarı çok az aydınlatılan karanlık ve kasvetli malikanesinde üzerinde geceliğiyle üst kattan aşağı iner, yukarıda ise geceyi birlikte geçirdiği iki kadın ve bir erkek vardır, üzerlerinde çok az kıyafet bulunan bu üç karakter gizemli bir şekilde tanıtılır, onlar da hiç gülmezler ve az sayıdaki kıyafetleri (gecelik, iç çamaşırı ve hatta takıları) tamamen siyahtır, Scarpetta’ya hem mecazi hem de fiziksel anlamda tepeden bakarlar. D’Annunzio, Scarpetta’nın performansına histerik bir şekilde gülmeye başlayınca onlar da güler ancak yine sahte kahkahalardır bunlar. Kısacası yönetmen bu tarihsel buluşmada gerçekten de tragedya ile komedyayı uzamsal düzlemde karşı karşıya getirmiş, tek başına bile analiz edilmesi gereken keyifli bir sahne ortaya koymuştur.

Kostüm, Oyunculuklar ve Filmdeki Teatral Aura

Kostümler son derece canlı renklere sahip, film tarihsel tutarlılık açısından kesinlikle sınıfta kalmıyor, kıyafetlerin ve makyajın hiçbir sahnede göze batmaması bir yana, set dekorasyonunun da yardımıyla seyir keyfini arttıran etmenlerin başında geliyorlar. Kullanılan ve inşa edilen dekorlar da filmin La Belle Epoque dönemini (kabaca Avrupa’nın 1871-1914 yılları arası) başarıyla yansıtmasında önemli rol oynuyor. Bu tür ayrıntılar filmin azımsanmayacak derecede büyük bir prodüksiyon kalitesine sahip olduğunu hatırlatırken, usta işi oyunculuklar da filmin iyice parlamasını sağlıyor. Özellikle Eduardo Scarpetta’yı canlandıran, İtalyan sinemasının önemli oyuncularından Toni Servillo için, bu rol adeta biçilmiş kaftan. Yapımın dramatik yükünü çocukları Vincenzo Scarpetta, Titina De Filippo (Marzia Onorato) ve Eduardo De Filippo’yu (Alessandro Manna) canlandıran oyuncularla paylaşan Servillo, usta işi bir performans sergiliyor.

Scarpetta’nın öz oğlu Vincenzo Scarpetta’yı canlandıran oyuncunun adını yukarıda karışıklığa yol açmamak adına yazmadık, çünkü Vincenzo’yu canlandıran 20’li yaşlarındaki oyuncunun adı da Eduardo Scarpetta ve kendisi gerçekten de bu filmin konusu olan, 1853 doğumlu Eduardo’nun soyundan geliyor. Kısacası Scarpetta ailesi hala genişlemeye devam ediyor diyebiliriz. Filmdeki teatral havadan özellikle bahsetmek gereksiz belki, zira baştan aşağı tiyatro ve tiyatro sanatçılarını konu edinen bir film var karşımızda. Öte yandan sanat dalları arasında seçim yapmaktan kaçınsak da, bu film için “tiyatroyu çok seviyorsanız bu filmden daha çok keyif alacaksınız” diyemeyiz.

Yönetmen Mario Martone

Bunu bir iltifat olarak söylüyorum aslında çünkü bir tiyatro eserini veya bir tiyatro sanatçısının hayatını beyazperdeye taşıyan birçok yönetmen, “beyazperdede tiyatro yapmaya” kalkışarak sinemanın bütün büyüsünü bozmuştur geçmişte. Hem birçok oyun ve opera sahnelemiş, hem de birçok film yönetmiş olan Martone, neyse ki bu tuzağa düşmemiş. Film merkezine tiyatroyu almış olsa da, seyircinin bir oyun değil, bir film izlemeye geldiğini de göz ardı etmemiş üstad. Sonuç olarak Qui Rido Io, 2022’de izleyeceğiniz en iyi filmlerden biri olmaya aday. Şimdiden keyifli seyirler!

H. Necmi Öztürk

Bir Cevap Yazın