SEDMIKRASKY (DAISIES) – Lilith’in Memnu Şeftalisini Isıran Bakire Meryem

Çekoslovak Yeni Dalga hareketinin en önemli temsilcilerinden sayılan Věra Chytilová tarafından 1966 yılında yazılan ve yönetilen Sedmikrásky (Daisies / Papatyalar) filmi, Marie ismini paylaşan iki kadının bozulmuş toplumla paralel olarak var ol(ama)ma çabasını yansıtır. Çekoslovak Yeni Dalga sinemasının mihenk taşı sayılabilecek olan filmi Chytilová, sembolizmi ve örtük anlamı sürrealizmle bezeli, tüketim çılgınlığına göz kırpan bir feminist Dadaist manifesto olarak ortaya koyar. Sovyetler Birliği tarafından sona erdirilen Prag Baharı’nın ardından yönetmen Sovyet diktatörlüğünü sinemada da gösterir ve çeşitli nedenlerle Chytilová’nın Sedmikrásky filmiyle beraber yeni filmler yapması da yasaklanır. Yasakların kalkmasından sonra Chytilovà başka filmler çekse dahi bu filmi onunla bütünleşen bir eser haline gelir.

Ivana Karbanová & Jitka Cerhová

Chytilová’nın bu filmi feminist sinemanın önde gelen yapımlarından biri olarak kabul edilir. Feminist sinemanın felsefesinde kadınları salt bir halde, diğer bir deyişle toplumsal cinsiyet normlarından ve patriyarkal sistemin kadına yüklediği ideolojik anlamlardan sıyırarak temsil etme vardır. Bu bakımdan feminist sinema özellikle Hollywood sinemasının edindiği ve edindirdiği sinema dilindeki kadın imajına karşı çıkar. Sinemacıyı toplumun ve toplumsal gerçekliklerin birer çevirmeni olarak ele alırsak Hollywood sinemasının ve onun ardından giden sinemaların edindiği sinema dilinin sömürge dönemi sonrası çeviri eylemine olan benzerliğini net bir şekilde görebiliriz. Sömürge dönemi sonrası çeviride sömürülen toplumlar kendilerini sömüren toplumun bakışından görürler ve kendilerini sömüren toplumun ideolojisinin kadrajına sıkıştırırlar. Böylece kendi özerk üsluplarından ve dillerinden uzaklaşırlar.

Jitka Cerhová

Gayatri Chakravorty Spivak post-sömürgecilikte sömürülen toplumların dillerinin sömüren güçlerin birer temsili haline geldiğinden bahseder. Sinemadaki kadın temsillerinin de, patriyarkanın kadının varlığını sömüren ideolojisini yansıtarak yeniden yaratımlar ve yeniden üretimler halinde oluşturulduğu görülür. İlk feminist film eleştirmenlerinden biri olan Claire Johnston’a göre “kadın” göstergesi, erkekler için taşıdığı ideolojik anlamı temsil etmekte, kendiyle ilişkili olaraksa hiçbir şey ifade etmemektedir (1991: 25). Sedmikrásky filmi ve onun gibi feminist kuramı öznesi haline getiren tüm filmler kadının stereotipik özelliklerinden sıyrılmış hallerini seyirciye sunarlar.

Ivana Karbanová & Jitka Cerhová

Açılış jeneriğinde bir makinenin işleyen dişlilerini ve bu işleyişin arasına sıkışan dünya üzerinde meydana gelen çeşitli patlama görüntülerini görürüz. Dişliler işlemeye devam ettikçe arasına toplumu ve düzeni de alıp sıkıştırarak infilak etmelerini sağlar. Dünya ve toplum bozulmaya başlamıştır. Marie I ve Marie II ekrana geldiğinde dünyanın bozulduğundan söz ederler ve böylece kendilerinin de bozulabileceklerini fark ederler. Fiziksel olarak her hareket ettiklerinde gıcırdamalar duyulur ve hareketleri birer “Marionnette”i (kukla) anımsatmaktadır. Marionnette sözcüğü Fransızca’da hem kukla, hem de “küçük Marie” anlamlarına gelir. Orta Çağ Fransa’sında İncil’de geçen olayları tasvir etmek için ipli kuklalar kullanılırdı. Virgin Marie (Meryem Ana) bu dönemde kuklası yapılan ilk figürdü. Marie II başına çiçekli bir taç geçirerek kendisinin bir “bakire/kukla” olduğundan bahseder. Çekçe’de “panna” kelimesinin hem bakire hem de kukla için kullanılması ve aynı zamanda karakterin isminin Marie olması, bir ipli kukla gibi davranması bağlamlarında Marie II’nin mecazi açıdan Virgin Marie’yi (Meryem Ana) temsil ettiği söylenebilir.

Ivana Karbanová

Marie II’nin tersine daha koyu kıyafetler giyen ve daha oyuncu, feminen davranan, yaşlı erkeklerle flört eden ve Marie II’yi genellikle büyük bozulmaları konusunda teşvik eden Marie I ise Lilith’in temsilcisidir. “Bozulmaya” karar vermelerinin ardından Marieleri bir elma ağacının altında görürüz. Cennet’ten kovulan Havva ile Adem’i sembolik olarak yapıbozumuna uğratıp heteronormativiteyi alt ederek günah(lar) işlemeye hazır ve nazır iki kadın, ilk günahın temsili olan elma ağacının altında bulurlar kendilerini. Marie II ilk günahın meyvesini yediğinde Marie I bu günah meyvesinin çekirdeğini Marie II’nin ağzından çıkarır. İlk günahın meyvesi elma olmasına rağmen gördüğümüz bir şeftali çekirdeğidir ve bu da Marieler arasındaki homo-erotik bir ilişkinin temsilidir. Marie I bu homo-erotizmin çekirdeğini camdan aşağı toplumun tam göbeğine filizlenmesi için fırlatır. Böylece bozulmaya başlamak için günahlarını işlemeye koyulurlar.

Yaşlı ve burjuva olduklarını her hallerinden anladığımız erkeklerle görüşen Marieler onlar üzerinden kendi karınlarını doyururlar. Bu sınıftan olan erkekleri yalnızca kendi amaçları doğrultusunda kullanarak bir nevi avlarıyla oynar, onları parçalar ve en sonunda hepsini bir tren garında yollarına uğurlarlar. Tren garında erkeklerden her ayrıldıklarında birbirlerine bu durumun komedisinden bahsederek kahkahalara boğulan bu iki kadın, heteronormativitenin ve Hollywood’un üzerinde durduğu önemli bir konu olan trajik kadın-erkek ayrılığı romantizminin çürümüşlüğü ile dalga geçerler.

Kendi eğlenceleri için para çalıp, her gittikleri mekanda eğlencenin sınırlarını zorlayan Marielerin kendi evlerini ateşe verip alevler etrafında şen şakrak dans etmeleri ve bu alevlerden sağ salim kurtulmaları onların toplumun yakamadığı cadılardan olduklarının bir göstergesidir. Toplumun yakamadığı bu cadılar sağ kalıştan sonra fallusu çağrıştıran fallik objeleri (turşu, muz, sosis) makaslarla keserek yemeye koyulurlar. Patriyarkal otoritenin fallusunu kör makaslarla iğdiş ederler. Bazen ise mısırlara yaptıkları gibi onları dişleyerek yok ederler. Marieler aşırı bir yemek yeme eylemi sergilerler ve toplumun kendilerinden beklediği cinsiyetçi yemek yeme beklentilerinin altını oyarak bu stereotiplerle alay ederler.

Burjuva sınıfı erkeklerinden tamamen onay ve ilgi gören bu kadınlar işçi sınıfı erkekleri söz konusu olduğunda adeta görünmez hale gelirler. İşçi sınıfı erkeklerin yetişmeleri gereken bir iş, hayat ve sorumluluklar bütünü olduğundan dolayı burjuva sınıfı erkeklerinin gösterdiği ilgiyi onlara gösterebilecek potansiyelden yoksunlardır. Bu durum Marieleri çılgına çevirir ve gerçekten var olup olmadıklarını sorgulamaya başlarlar çünkü onlar yalnızca erkekler onları gördüğünde var olduklarına inanırlar. Kendi salt var oluşlarının başkasının gözüne ihtiyaç duymadan var olabileceği gerçeğiyle henüz tanışmamışlardır. Bir süre sonra yedikleri ve yere attıkları mısırları görüp bunu var oluşlarının bir izi olarak yorumlayarak varlıklarını kutlarlar. Yine var olduklarını onlara gösteren veya hatırlatanlar fallik objelerdir.

Jitka Cerhová & Ivana Karbanová

Filmin zirve noktası, Marielerin bir ziyafet sofrasını kıtlıktan çıkmışçasına yiyerek tarumar ettikleri sekanslardır. Çoklukla duyduğumuz ağız şapırdatmaları, parmak yalamaları ve birbirleriyle yaptıkları yemek savaşı Marielerin orgazmik bir deneyimini sunar. Bu ziyafetten sonra artık ahlaksız olmayacaklarını söyleyerek ikinci bir şansı isteyen Marieler ziyafet sofrasını eski haline getirmeye çalışsalar bile hiçbir şey eskisi gibi olmaz, her şey eskisine benzemeye çalışan bir yıkımdır. Kendilerinin ahlaklı olacağını söyleyen bu iki kadının üzerinde gazete kağıdından yapılmış giysiler vardır. Her ne kadar artık bozulmayacaklarını söyleseler de üzerleri toplumun bozulmuşlukları ile kaplıdır. Az önce üzerinde sallandıkları taşlı avize bu iki yüzlü ahlaklılığın üzerine bir bomba gibi düşer.

Ivana Karbanová

Marieler evden çıkmamaya karar verdikleri dönemde sıkıntıdan makaslarla birbirlerini uzuvlarını ve aynı zamanda kadraja yansıyan bu filmin görselliğini de paramparça ettikleri bir cut-out tekniği kullanırlar. Bu eylemleriyle bir nevi birbirlerini iğdiş ederler ve Freud’un tanımını “iğdiş edilmiş” şeklinde yaptığı “kadın” haline gelirler. Filmin ilk sekanslarında odalarının duvarları oldukça pürken filmin sonlarına doğru odalarının duvarları da bu cut-out tekniğinden nasibini alır ve iyice karmaşık ve histerik bir manifestoya dönüşür.

Film boyunca aralıklarla duyulan daktilo sesleri aslında Marielerin patriyarkal sistem tarafından adeta birer kukla yerine konularak toplumsal cinsiyet normlarına göre yazılma çalışmasıdır. Bu sesi aralıklarla duyarız çünkü patriyarka Marieleri yazdıkça onlar kendilerini bozarlar ve toplumsal cinsiyet normları ile patriyarkanın onlara atadığı stereotipik özellikleri görmezden gelir, bazen de reddederler. Patriyarkanın göbeğine doğrudan atılmış olan şeftali çekirdeği dallanıp budaklanırken sistemin dişlileri (ve dişilleri) arasında olmayı reddettiği ve zaman zaman kendi kendisini yapıbozuma uğrattığı için şaşalı yüksek sınıf tarafından yok edilir. Bu yok oluşu ise sadece “kendi” salatası pörsüyünce öfkelenen değil salatası pörsüyen başkalarını görünce salataları pörsüten sisteme öfkelenenler, yani çarkın arasına girip tüm sistemi durdurmaya yetecek güce sahip dikenli minik papatyalar görebilmektedir.

Berfin Tutucu

İlgili okumalar:

Bir Cevap Yazın