The Social Network (Sosyal Ağ, 2010), Batman v Superman: Dawn of Justice (Batman v Superman: Adaletin Şafağı, 2016) ve Vivarium (2019) gibi filmlerden tanıdığımız ünlü aktör Jesse Eisenberg’ün ilk yönetmenlik tecrübesi olan Dünyayı Kurtardığında’yı (When You Finish Saving the World, 2022) bu seneki İstanbul Film Festivali’nde izleme imkânı bulduk. 2022 Cannes Film Festivali’nde de Caméra d’Or (Altın Kamera) dalında Jesse Eisenberg’ün aday olduğu filmde Julianne Moore gibi çok tecrübeli oyuncuların yanında Finn Wolfhard gibi yeni ünlü olmaya başlayan genç oyuncuları da görmek mümkün. Finn Wolfhard ismini oldukça popüler olan Stranger Things (2016-2024) dizisini takip edenler hatırlayacaktır, zira kendisi dizide Mike Wheeler karakterini canlandırmaktaydı. Yine Jesse Eisenberg’ün yazdığı aynı adlı işitsel esere dayanan filmde bir büyüme hikâyesi temelinde nesiller arası çatışmalara odaklanılıyor. Film özellikle anne ve oğul arası yaşanan anlaşmazlıklar etrafında şekilleniyor diyebiliriz. Aradığı mutluluğu ve ruhsal tatmini ev içerisinde bulamayan anne ve oğul, kendi özel hayatlarında başka insanlarla oldukça yüksek çaba gerektiren ilişkiler kurmaya çalışıyorlar, ancak başarısız oluyorlar ve bu süreçte gözden kaçırdıkları şeyleri fark ediyorlar.

Filmin entelektüel altyapısı incelikli çözümlemeler yapmaya fırsat tanıyacak kadar derin olmadığı için, genel hatlarıyla filmin konusuyla başlayalım. Ziggy (Finn Wolfhard) okulda dünyevi meseleler konusunda oldukça sorumluluk sahibi olan, Lila adında (Alisha Boe) genç bir kızla iletişimini ilerletebilmek için inanılmaz bir efor sarf ederken, Evelyn de (Julianne Moore) koordinasyonunun başında olduğu kadın sığınma merkezinde tanıştığı Kyle adlı (Billy Bryk) genç bir çocuğa bağlanıyor. Yaşının gerektirdiği üzere kendi ihtiyaç ve sorunlarını dünyadaki her meselenin üzerinde gören Ziggy, Lila’nın çevresel ve/ya siyasi meselelere gösterdiği bu ilgi ve alakayı anlayamasa bile en azından onun dünyasının bir parçası olabilmek adına yüzeysel bir ilgi gösteriyor. Evelyn ise zamanının çoğunu işte geçiriyor. Ailenin üç üyesinin aynı anda evde olabildiği kısıtlı zaman dilimi tamamen iletişimsizlikle sonuçlanıyor.

Yapım ekibi (genel olarak dekor ve ışık kullanımı) bu durumu desteklemek adına evin görsel atmosferini başarılı bir şekilde söz konusu iletişimsizliğe uygun hale sokmuş. Anne-baba ve çocuk arasında herhangi bir sıcaklık mevcut değil, duygusal bir bağ kurma kapasitesi olan tek aile bireyi baba Roger (Jay O. Sanders) da bu ikilinin yanında kendini yalnız hissediyor ve sürekli onlardan şikâyet ediyor. Çoğunlukla ailevi sıcaklığın en iyi yansıtıldığı düzenekler olan yemek masası sahneleri bile bu filmde genellikle kavga ve anlaşmazlık barındırıyor. Evelyn aslında verecek çok ilgisi ve sevgisi olduğunu Kyle ile fark ediyor. Kyle’ı resmen anaç bir love bombing [1] sürecine maruz bırakan -bu noktada Roger’ın evde iki narsistle yaşadığını iddia etmesi çok manidar- Evelyn adeta obsesif bir biçimde Kyle’ın annesi rolünü üstlenmeye çalışıyor. Aslında Kyle sadece bir araçtır, kendisininse sevgi alışverişi yapabileceği bir oğula ihtiyacı vardır. O oğul da aslında orada öylece durmakta ve annesinin kendisini olduğu gibi kabul edip desteklemesini beklemektedir.

Bazen uzaklara gözümüzü diktiğimizde, en yakınımızda bizim empatimize ve sevecenliğimize ihtiyaç duyan, bize aradığımız sevgiyi verebilecek yakınlarımızı görmezden gelebiliyoruz. Mesela Ziggy gerçekten de Lila için bir şeyler öğrenmesi gerektiğinde, aklına bir türlü eskiden eylemlerde annesiyle geçirdiği vakitler gelmiyor veya birkaç dakikalığına da olsa saldırgan üsluba geçmeden dinleyemiyor annesini. Bu maalesef ergenlik döneminin getirilerinden biri. Hatta sorunlar ve kırgınlıklar çözülmediyse eğer, insanın yetişkinlikte de yapmaya devam ettiği hatalardan… İçerisindeyken çoğunlukla fark edemediğimiz bu duruma Dünyayı Kurtardığında sayesinde dışarıdan bakabiliyor, yaşanan sorunları ve olası çözümleri açık ve net şekilde görebiliyoruz. Sonrasındaysa “iletişim kurmak gerçekten de bu kadar zor mu yahu?” diye düşünmek işten bile olmuyor.

Sevgi ve Anlayış da Ortak Bir Dildir
Filmde karakter gelişimi son anlara kadar neredeyse yok denecek kadar az; iki ana karakter de birçok kaynakta “birbirinden itici” şeklinde nitelendirilmiş. Normalde oldukça güzel ve çekici bir kadın olan Julianne Moore gerçekten de sıkıcı, dırdırcı ve takıntılı bir anne rolünü başarıyla üstlenmiş. Ziggy ise yakından tanıdığımız birisi olsa, yaptığı işleri kolaylıkla hor görebileceğimiz ve yok sayabileceğimiz bir ergen kesinlikle. Filmi tüm süresi boyunca bu iki “itici” karakter götürüyor ancak buna rağmen film kendisini izletiyor. Bu iticiliklerine rağmen, her insanda olduğu gibi altta yatan bir sevilebilirlikleri olduğunu, belki de karşılanmamış ihtiyaçları yüzünden kendilerini dışarı böyle yansıttıklarını görüyoruz ve “acaba bazı yargılarda bulunmak için fazla mı hızlı davrandık” diyoruz.

Belki de izleyiciye filmi keyifle izlettiren en temel etkenlerden bir tanesi karakterlerle hiçbir özdeşleşme sağlayamamamıza rağmen yine de ortak pek çok hissimizin olduğunun farkına varmamız. Aile bireyleri ile rahatlıkla izlenebilecek, dozunda (!) düşündüren, izleyeni yormayan, gerçekçi bir hikâye arıyorsanız Dünyayı Kurtardığında iyi bir seçenek. Filmin adının da önerdiği üzere, bazen meşguliyetlerimiz sebebiyle en yakınımızdakilere dahi vakit ayıramadığımızda bir durup “gerçekten bu yaptığımla dünyayı mı kurtarıyorum?” diye düşünmek gerek. Çünkü belki de sevdiklerimize dönebilmek için dünyayı kurtarmış olmayı, terfi almayı, çok para kazanmayı veya aile kurmayı beklediğimizde çok geç olabilir ve sevdiklerimizi döndüğümüz yerde bulamayabiliriz. Güldüren ve komedi ögelerine de yer veren film, iç ısıtan bir tonla biterken biz de meraklılarına şimdiden iyi seyirler diliyoruz.
[1] Love bombing dilimizde “aşk-sevgi bombardımanı” anlamına gelmektedir. Narsist bir partnerin romantik ilişkinin başında partnerine karşı güç ve kontrolü elde edebilmek için kurduğu aşırı iletişim şeklidir. (Kaynak)
