RULE 34: Bir Savaş Alanı Olarak Yatak Odasında Feminizm ve Irkçılık

42. İstanbul Film Festivali kapsamında gösterilen ve dikkat çeken filmlerden bir tanesi de bu yıl Rule 34 (34. Madde, 2022) filmi oldu. Yönetmenliğini Julia Murat’ın yaptığı ve ismini internet fenomeni olan kural 34’den alan bu yapım kadınları taciz davalarında savunan siyahi bir avukat olan Simone’un (Sol Miranda) özel hayatında kendi cinselliğini keşfetmesi, internet aracılığı ile seks işçiliği yapması ve cinsel yaşamı ile kariyeri arasındaki ozmotik ilişkilerin sorgulanması üzerinedir. Kural 34’e göre internetteki her nesnenin (video oyunları, ev aletleri, hatta Shakespeare vs.) pornografik veya cinsel bir içeriğe dönüştürülebilmektedir. İnternette yeterli araştırma ile her şeyin cinsel bir içerikle bağlantısı olduğu iddia edilir ve bir bakıma da doğrudur. Filmde pornografik içeriğe alınan çeşitli nesneler ve olgular görülür. Simone’un BDSM (Merriam-Webster’e göre “Bondage, Discipline, Sadism, Masochism” kavramlarının kısaltması) kültürüne girişi ve kendi “cinsel acayipliklerini” (?) sorgularken kullandığı poşetler, kemerler, sigaralar, bıçaklar, feminizm, sosyal adalet ve kadın erkek eşitliğinin cinselliğin içerisinde var olan veya erimeye yüz tutan tarafları dikkat çeker.

Lorena Comparato

Simone’un BDSM kültürüne girişi, siyahi bir kadının submissive (itaatkar) rolünde olduğu bir videoyu izlemesiyle başlar. İlk adımlarında Simone’un bundan oldukça rahatsız olduğu görülmektedir çünkü BDSM başlı başına kabule geçilmesi zor bir alan iken bu alanda siyahi bir kadını görmesi kolektif bilinci için hiç de uygun bir sahne veya bağlam olarak görünmez. Kendi bedenini ve cinselliğini düşünüp sorgulamadığı zamanlarda kadınların ataerkil sosyal sistemde istismarlarında kadınları koruyan bir avukat rolündeyken bu rolü paralel bir şekilde cinselliğinde sürdürememesi veya sürdürmek istememesi feminist eleştirinin 1970’ler ve 80’ler boyunca BDSM uygulamaları konusundaki The Feminist Sex Wars (Feminist Seks Savaşları) olayını ortaya çıkaran bölünmüşlüğü ve kutuplaşmayı akıllara getirir. Tartışmanın özünü lezbiyen cinselliği oluşturur ancak zamanla içerik pornografi, seks işçiliği, lezbiyen ilişkilerdeki butch / femme rolleri ve en önemlisi BDSM’ye kadar genişler.

Sol Miranda & Lucas Andrade

BDSM’ye karşı olan feminist teorisyenler Andrea Dworkin ve Susan Griffin’in karşıt argümanları; BDSM uygulamalarının içinde yer alan özellikle kadınlara yönelik şiddetin ve erkeklerin kadınları bastırma, onlara saldırma ve onları kontrol etme arzusunun bu uygulamalar ile meşrulaştırıldığı etrafında döner. BDSM uygulamalarında herhangi bir sorun görmeyen feminist teorisyenlerin argümanlarında ise bu uygulamalar sırasında önemli bir nokta olan “rıza” meselesinde “submissive” (itaatkar) olan kadınların bu eylemleri isteyerek yaptıkları, odak noktasındadır. Ayrıca “dominant” (hükmeden) olanların yalnızca erkekler ve submissive (itaatkar) olanların yalnızca kadınlar olduğu cisgender heteroseksüel çiftler tarafından BDSM’nin uygulanmadığını da eklerler. Gey ve lezbiyen ilişkilerinde, trans topluluklarında BDSM bir güç alışverişi ve güven uygulaması olarak görülmektedir.

Simone’un partnerlerine bakıldığında siyahi bir erkek olan Coyote (Lucas Andrade) ve beyaz bir kadın olan Lucia (Lorena Comparato) görülmektedir. Simone beyaz kadınla olan ilişkisinde dominant bir rol üstlenmeye hevesliyken siyahi erkekle olan ilişkisindeki rollerinde daha akışkandır. Simone’u asla pillow princess (yastık prensesi) rolünde görmeyiz. Coyote ile gerçekleştirdiği BDSM uygulamaları sırasında zaman zaman dişil power bottom (baskın pasif) rolünde kendini gösterir. Her ne kadar itaatkar görünse de tüm uygulamayı ve partneri yöneten yine kendisidir. BDSM toplulukları içinde de genellikle itaatkar tarafların asıl baskınlar olduğu söylenir çünkü safe word (güvenli kelime) sayesinde uygulamalar üzerinde nihai kontrole sahip olan onlardır. Bu düşünceyle feminist BDSM uygulayıcıları BDSM’yi kadınlara neyden zevk alacaklarını öğreten, onları itaatkar olmaya yönlendiren ya da cinsiyetçi bir iktidar yapısına sahip bir durum olarak görmeyi reddederler.

Comparato, Miranda ve Andrade

Alice Walker, Rose Mason gibi birçok siyahi lezbiyen feminist BDSM uygulamalarını siyahi kadın deneyimlerine duyarsız ve genellikle ırkçı bir uygulama olarak görmüş ve karşı çıkmışlardır. Simone’un partnerleri konusuna geri dönersek beyaz kadınla olan ilişkisinde itaatkar veya akışkan bir rol üstlenmediğini hatırlarız. Film boyunca internetteki yayınlarından hayranı olan ve Simone’un her türlü tehlikeye karşı evine çağırdığı erkeğin de beyaz olduğunu buzlu camın arkasından fark ederiz. Simone’un bu beyaz adama kapıyı açıp açmadığının bilinmezliği ile bırakılırız. Bu noktada aynı zamanda sosyolojik ve ırksal bir katmandan da söz etmemiz gerekir: Siyahi kadın yalnızca “kendisinden” gördüğü siyahi erkekle hükmetme-itaat etme rolleri içine girmektedir.

Sol Miranda

BDSM topluluğu içerisinde cinsel istismarlardan kurtulanların durumları son derece zordur; genelde BDSM uygulamalarından bihaber kişilerin yanlış yorumlamaları yüzünden ciddiye alınmamaktadır. Bundan dolayı taciz ve istismar mağdurlarının çoğu suçlanma ve yargılanma korkusuyla yardım çağrısında bulunmayı reddederler. BDSM topluluğu istismara karşı tamamen güvenli bir alan haline gelememektedir çünkü bazı kişiler kasıtlı olarak BDSM’yi bir manipüle ve sömürü aracı olarak kullanmak ve cinsel tacizde bulunmak için kullanmaktadır. Simone’un internet yayınlarından onun hayranı olarak kendini tanımlayan kişi tam da bu türdeki insanların bir örneği niteliğinde filmde karşımıza çıkar. Yüklü bir miktar parayı “tek kural kuralın olmaması” durumunu Simone ile kullanmak için gözünü kırpmadan harcamaktadır çünkü tek amacı Simone’un BDSM uygulamaları içerisindeki sadomazoşist eylemlerdeki çektiği acıyı görmek değil onu alt etme ve sömürme arzusunu gerçekleştirmektir. Simone kendi cinselliğini rızasıyla ücret karşılığında sunan bir seks işçisi olsa da bu hiç kimseye onun kişisel özgürlüğünü zedeleyecek eylemlerde bulunma hakkını vermemektedir.

Filmde seks işçiliğini kadının kendi rızasıyla da yapabileceği üzerine Simone’un oldukça radikal bir söylemini dinleriz. Bilinen en eski seks işçiliği kaydı Eski Babil’de MÖ 2400’e kadar uzanmaktadır ve seks işçiliği o dönemlerden bu yana en ağır şekilde cezalandırılan “suç”tur. İnsan onuruna bir hakaret olarak görülür ve seks işçisi olan birey toplum tarafından itibarsızlaştırılır. Avrupa Parlamentosu’nun Şubat 2014 tarihli kararında seks işçiliği “insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir kölelik biçimi” olarak nitelendirilir. Farklı görüşlere göre ise eğer seks işçisi bilinçli bir şekilde seks endüstrisine girmeyi seçtiyse herhangi bir sosyal kınamaya tabii tutulmamalıdır. Bu noktada rızası dışı bu işi sürdürmek zorunda kalanları toplumdan soyutlamak ve itibarsızlaştırmak onaylanmaktadır. Kişi kendi bedenine sahiptir ve eğer kendi bedeniyle ne yaptığı hakkında çeşitli yorumlar getirilirse veya engellenirse başkalarının kişinin kendi bedeni üzerinde mülkiyet hakkı olduğunu gösterir ve bu da son derece paternalist ve paternalizmin getirdiği patriyarkal sistemin arzuladığı bir durumdur.

Comparato & Miranda

Bir kadın olarak BDSM uygulamalarında itaatkar bir rol seçmek veya rızayla seks işçiliği yapmak, kadının bir bakıma feminizmin başlangıcından itibaren savaştığı özgürlüğü ve cinsel özgürlüğü uygulamak anlamına gelmektedir. İtaatkar olurken veya seks işçiliği yapmaya karar verirken kadın özgür iradesini kullanır. Kadının bedensel olarak özerk oluşu feminizm temel konularından ve değerlerinden de bir tanesidir ve kadınların cinsellikte neyden hoşlanıp neyden hoşlanmayacağı feminizmin dikte edebileceği bir alan değildir. Bir kadını bedeni üzerinden verdiği bilinçli kararlardan dolayı utandırmak ve onların özerkliklerini, özgür iradelerini kısıtlamak feminizme uygun düşmez ve tüm bunlar ataerkinin yüzyıllardır kadınlara yaptıklarından farklı bir davranış olmaz.

Sol Miranda

Rule 34 her türlü feminist bakış açısını, sosyal yaşamdan cinsel yaşama uzanan bir kadın erkek eşitsizliğini, beden ve cinsellik sorgulaması sürecinde devreye giren istemsiz kolektif bilinçaltına yeterlilikle dokunan ancak yer yer söylemlerini aksak bırakan ve sinematografik açıdan arzulanan kadının orgazmik çığlığını yakalayamayan bir film. Bunlara rağmen yeni bir dilin varlığını ve dünyadaki her şeyin yalnızca beyaz kadınların veya beyaz erkeklerin çevresinde dönmediğini gözler önüne sermeyi başarmak için çok çalıştığını söylemek mümkün. Kadının her tondaki ve renkteki sesini duyurmaya çalışan tüm bu yapımların çeviride kaybolmaması, sinemanın da gücünü göstereceği yeni alanlar yaratacaktır.

Berfin Tutucu

Bir Cevap Yazın