Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1932’de yayımlanan Yaban romanı, Türk edebiyatında aydın – halk çatışması üzerine inşa edilen anlatıların ilki oldu ve romanın başkarakteri Ahmet Celal, aydın karakterlerin prototipiydi. Yaban[1] ve Ahmet Celal’in gölgesi, ilerleyen yıllarda edebiyatla beraber sinemada da zaman zaman hissedildi. Ya doğrudan aynı kalıplar yinelendi ya kaynak metnin ele aldığı izlekler eleştirel bir bakış açısıyla yeniden irdelendi. Ülkemizde genel gösterime Nisan 2023’te giren Karanlık Gece (2022) filminin yönetmeni Özcan Alper, senaryoyu Murat Uyurkulak’la birlikte yazarken Yaban ve onu takip eden anlatılarda defalarca kullanılan kalıpların dışında ve öncelikle kötülük meselesini tartışmaya açan bir metin oluşturmayı amaçladıklarını söyleşilerinde dile getiriyor. Filmin festival ve sinemalarda gösterilmesinden itibaren kötülükle bağlantılı temalar etrafında birçok değerlendirme yapıldı. Dışarıdan gelenle o çevrenin “çoğunluğu” arasındaki gerilim, bu kötülüğün üzerine yükselirken ötekileştirme, kendilerinden olmayanı çeşitli biçimlerde yaftalama gibi meseleler filmin yollarını Yaban romanıyla zaman zaman kesiştiriyor ama sonra bu yollar ayrışıyor. Ben bu yazıda o yolların nerede, nasıl ayrıldığını, diğer bir deyişle Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanda kullandığı kalıplardan, karakterleri yapılandırmasından, karakterler arasındaki çatışmayı kurgulamasını biçimlendiren bakış açısından uzaklaşılarak Özcan Alper’in Karanlık Gece filminde çoğunluğun karşısında tek başına olan Ali’nin (Cem Yiğit Üzümoğlu) hikâyesini nasıl anlattığını ele almak istiyorum.

Yaban romanında yazar, anlatının başkahramanı Ahmet Celal’i anlatıcı olarak seçer. Kişi ve olaylar, anlatı kişisinin gözünden aktarılır. Dolayısıyla okur, onun bakışıyla sınırlandırılır. Karanlık Gece filminde Özcan Alper, Ali’yi düşman belleyen güruhun suç ortaklarından İshak’ı (Berkay Ateş) anlatının merkezine alıp onun yolculuğu üzerinden hikâyeyi anlatsa da izleyici, İshak ya da diğerlerinin yanında konumlandırılmaz. Böylece tek bakış açısıyla sınırlandırılmamış olur. İzleyici ile anlatı kişileri arasında bir mesafe söz konusudur. Bu mesafe az sayıdaki karakter için azalır. Alper, yine bir söyleşisinde aydın – halk karşıtlıklarıyla ilgili siyah / beyaz gibi keskin sınırlardan uzak durduğunu belirtir ki bu tür ayrımlar hem metin dışı hem kurmaca bir dünyada çoğu zaman tartışmaya açık yargılara yol açabilir. Örneğin, Yaban’ı okurken Ahmet Celal’de de, onunla roman boyunca karşı karşıya gelen kişilerde de pek çok yanlış bulmak mümkündür. Bu yüzden gri bir yerdedirler; ancak Karanlık Gece’de beyaza çokça yakın bir karakter olduğunu ileri sürebiliriz. Ali, asla o gri yerde değil. Film boyunca bu karakterin yadırganacak, eleştirilecek ya da yargılanacak bir tutumunun olduğunu savunmak olanaksız.

Yaban’ın yayımlandığı dönemde ve sonrasında yazarın köylüyü olumsuz betimlediğine yönelik eleştiriler de, aydın temsili olarak Ahmet Celal karakteriyle sorunlu bir roman kahramanı inşa edildiğini ileri sürenler de olmuştur. Yakup Kadri Karaosmanoğlu, romanın ikinci baskısı için kaleme aldığı yazıda Ahmet Celal’in özeleştiri yaparak köylünün içinde bulunduğu koşullarda aydın kesimin çok büyük sorumluluğu olduğunu savunduğu bölümleri referans vererek ilk iddiayı yanıtlar. Roman üzerine yazılan metinlerde sıklıkla bir taraf tutma eğilimi – en azından bir dönem – görülmekle birlikte okurun empati yapabilmesi bir hayli zor olan iki tarafla karşılaşıyoruz: Bir yanda yaşadığı dünyadan habersiz, her şeye kayıtsız, yalnızca küçük hesaplarının peşinde bir kesim, bir yanda ise onların uzağında ama “aydın” olarak addedilmesi epey güç olan, örneğin son kerte cinsiyetçi ve ataerkil normları içselleştirmiş bir karakter olarak Ahmet Celal var. Evet, Ahmet Celal de “dışarı”dan gelmiş bir yabancı, geldiği çevrede kabul görmüyor, oradaki çoğunluğun karşısında tek başına kalıyor ama Karanlık Gece, anlatıdaki çoğunluğun karşısına izleyicinin empati yapabileceği bir karakter koyarak iki taraf oluşmasına yol açsa da İshak gibi işte o gri alanda kalmış bir karakteri anlatıya dâhil ederek meseleyi tek boyutlu tartışmaya açmaktan uzak duruyor.

Peki, “dışarıdan” gelenle o kasabanın yerlisi nasıl betimleniyor? Açılış sekansında daha sonra Ali’yle karşı karşıya gelecek olan kişileri arkalarına sıçrayan çamurla tanımaya başlıyor izleyici. Gerilim, başından itibaren müzikle de hissettiriliyor. Filmin açılışında görülen karakterlerle çatışma içine çekilen Ali, idealist bir gençtir. Kasabaya orman mühendisi olarak gelmiştir. Yüksek lisans teziyle ilgili bir araştırma yapmakta, soyu tükenmiş bir hayvanı aramaktadır. Ahmet Celal gibi köylüyü eğitmek vb. bir amacı yoktur. Dolayısıyla kasabaya gelmeden önce halktan bir beklentisi olmadığı gibi onlara karşı önyargılı da değildir; ancak ona “Senin kanunların burada geçmez” diyenlere karşı idealleri doğrultusunda hareket etmekten kaçınmaz. Savunduğu doğrular için gösterdiği direnci, “kibir” olarak addetmek mümkün değildir; çünkü Ali, hakkı; karşısındakiler ise hakların ihlalini savunur. Öte yandan romanda Celal Paşa’nın oğlu, İstanbul’un en muhteşem konaklarından birinde doğan Ahmet Celal’le köylüler arasında bariz bir sınıfsal fark vardır ve roman kahramanının köylülere bakışında bu fark etkilidir. Filmde ise akademik eğitimini sürdüren, Kadıköy’de ikamet eden Ali ile kasabalılar arasında romandaki kadar keskin bir sınıf ayrımından söz edilebilir mi? Kültürel farklılıklar muhakkak var ama ne filmdeki karşıtlıklar böylesi bir sınıfsal farklılık üzerine kurulmuştur ne de Ali, köylüden bahsederken “galiz, çirkin, bostan korkuluklarının en biçimsizi” vb. ifadeler kullanan Ahmet Celal gibi kasabalıları tahkir eden bir düşünceye sahiptir. Ne var ki Ali’nin idealindeki dünyayla gerçekler arasında bir uçurum vardır.

O uçurum, Ali ile kasabalıları karşı karşıya getirir. Köye geldiği günden beri daima herkesten ayrı bir durumda olduğunu söyleyen Ahmet Celal, “Gözle görünmez bir çember, bir nevi karantina kordonu beni aralarına karışmak istediğim bu küçük insan kümesinden ayırıp duruyor. Ne yapsam bu çemberi yaramıyorum” der. Yaban romanındaki uçurumun oluşmasında iki tarafın da sorumluluğu vardır. Ahmet Celal’i gelir gelmez yabancı olarak etiketlendiren insanları o da – her ne kadar aralarına karışmak istediğini söylese bile – başta söyleminde, sonra davranışlarında ötekileştirir. Dolayısıyla o çember, tek taraflı çizilmemiştir. Oysa Karanlık Gece’de Ali, memur olarak atanır, kasabaya geldiği akşam meyhaneye girer. Telefonunun Afrika şarkısı olan melodisi, orada bulunanların Ali’yi ötekileştirmelerinin başlangıcı olur. Uzun süre Ali, bu tavra karşı herhangi bir tepki geliştirmez. Onları dışlayan, küçümseyen bir tavır almaz. Ezcümle, romandakinin tersine, filmde çember tek taraflı çizilmeye başlar. Dinlediği müziğin farklılığı, kasabalıların Ali’yi tuhaf ve yabancı addedip dışlamaları için yeterli bir sebeptir.

Onun yabancılığını, içlerinden biri olmadığını önce alaycı bir dille birbirlerine duyururlar. Bu, ola ki içlerinden birinin Ali’yi dışlamamayı seçme olasılığına karşı bir uyarıdır aynı zamanda. Daha o meyhanede Ali’nin kabul görmeyeceğinin ilanıdır ve ilerleyen günlerde onu ötekileştirmek için hakkında topladıkları bütün bilgiler, o ilk intibalarına eklenir. Ali’nin kendini doğadan ayrı değil, doğanın bir parçası olarak görmesi ve bu düşüncesinin doğrudan etkili olduğu araştırma konusu, kasabalının gözünde ona dair bir başka tuhaflıktır. Bu dışlama ve etiketlemelerin sonucunda bir süre sonra kasabadaki az sayıda insanla iletişimini sürdüren Ali’nin o kişilerle, örneğin Sultan’la (Pınar Deniz) medeni bir biçimde diyalog kurması, İshak’la (Berkay Ateş) geliştirmeye çalıştığı dostluğu, kasabalıların gözünde o etiketlerin çok daha başka bir yere gitmesi için yeterli gerekçeler olur. Bir sahnede Ali’nin Sultan’a Sabahattin Ali’nin İçimizdeki Şeytan romanını vermesi ve yine Kuyucaklı obruğu adıyla yapılan gönderim, karakterin anlatıdaki ve dışındaki dünyada konumunu iyice belirginleştirir.

Ali’nin gittiği kasabada birilerini herhangi bir nedenle ötekileştirmek, bu konumları üzerinden kararlar ve tavır almak, o kadar sıradanlaşmıştır ki kendi içlerinde bile biri, çok kolay öte tarafa geçirilebilir. Sözgelimi, İshak’ın babası, Sultan’ı yetim olduğu için gelin olarak istememiştir. Bu, Ali’nin bir kalabalığın karşısında tek başına kalışıyla aynı okunmayabilir kimi izleyici tarafından ama bir insanın o kasabadaki egemen topluluk tarafından kabul görmeyip çeperlere farklı pratiklerle itilmesi, böyle olağandır. Ali’nin kayıp bedenini bulmak için yıllar sonra kasabaya gelen İshak da aynı özneler tarafından suçlarının açığa çıkması gibi kimi farklı nedenlerle ama benzer saiklerle öteki olmuştur kısa zamanda. Kendi içlerindekileri bile kolayca yabancı addetmeye hazır bir topluluğun dışarıdan gelenle ilişkisi bu dışlama pratiklerinin olağanlaştırılması nedeniyle hiçbir zaman sağlıklı bir temelde kurulamayacaktır. Bütün bu düşünce ve eylemlere koşut yapılandırılan dil de, nasıl ki Yaban’da taraflar birbirini karşılıklı olarak söylemde de ötekileştiriyorsa, taraflardan birinin diğerini etiketlemesinin araçlarından biri olur ve Ali’nin ötekiliğinin altı “Arap bacı” gibi ifadelerle çizilir önce. Sonraysa onu tamamen yalnızlaştırmak için İshak’a Ali’den bahsederken “seninki” sözcüğüyle aralarında ilişki olabileceğine yönelik bir imada bulunarak İshak’ın önceliğinin kendini bu tür yaftalamalardan uzak tutmak olmasını sağlarlar.

Yaban’ın Ahmet Celal’i karşılıklı olarak onca dışlama ve dışlanma deneyiminden sonra bir gün karşısındakilere onlardan biri olduğunu kanıtlayıp kanıtlayamayacağını düşünür. Aralarında ortaklıklar bulmaya çalışır; ancak aklına gelen hiçbir şey, Ahmet Celal ile o insanları “aynı” yapmaya yetmez. Peki ya Ali’nin çabaları? Müzik tercihi üzerinden başlayan ötekileştirici tutumun tersine Ali, müziği bir bağ olarak görmekten yanadır. İshak’la farklı enstrümanlar çalarlar. Hem dinledikleri hem çalıp söyledikleri müzik türlerinde farklılıklar söz konusudur ama bir gün Ali, İshak’ın çalacağı türküye gitarıyla eşlik etmek ister. İshak, şaşırarak çalacağı türküyü nereden bileceğini sorduğunda “Sen başla, ben yakalarım bir yerinden” diye cevap verir. Filmde Ali’nin masumiyetinin, art niyetli ya da önyargılı olmayışının en net ifadesidir bu sahne. Daha sonra İshak’ın da aralarına katılacağı taraf için birini dışlamaya, öteki addetmeye çok geçerli bir sebep olan müzik zevklerindeki farklılıklar, Ali için birkaç adımla kapanacak mesafelerdir. Farklılıkları, kavgaya dönüştürmekten başka bir yolun olduğunu anlatmak ister adeta. Başta İshak’ın da önyargısız biçimde diyalog kurmasına bağlı olarak Ali ile bir dostluk geliştirebilme olasılıkları vardır. Keza, Sultan ile Ali arasındaki diyalog, bir süre sağlıklı bir zeminde devam eder ama her şeye rağmen Ali’nin attığı adımlar, önyargısız ve çatışmadan uzak tutumu, yolculuğun bir yere kadar sürmesinde etkili olabilir. Sonrası sisli, karanlıktır.
— Aşağıdaki 2 paragraf, filmin sonunu açık eden bilgiler içermektedir. —

Sultan, Ali’den uzaklaşır. İshak’a gelince, önce kendine dair yaratılabilecek algıları düşünerek tercih yapması, hem olası dostluklarında hem Ali’nin hayatında sonun başlangıcı olur. İshak, kasabalıların etiketlemelerini ciddiye almayıp Ali’nin yanında yer alarak beraber bir çıkış yolu bulmayı önceleseydi sonuç ikisi için de farklı olur muydu? Bu, izleyicinin farklı olasılıkları düşünmesine yol açacak bir soru olarak kalabilir bize filmden geriye; ancak olasılıkları anlatının vardığı sonucu düşünerek bir yana bıraktığımızda Ali’nin hayatında ilişki kurmaya çabaladığı insanların öncelikleri nedeniyle kurulamayan dostlukların yanı sıra var olamayan dayanışma, karşı tarafta suç ortaklığına bağlı olarak sağlanır. Kasabalıların başta Ali’yi ötekileştirerek, sanki bir düşmanmış gibi görüp herkesin de onu öyle addetmesine zemin hazırlayarak işlemeye başladıkları suçların boyutunun Ali’nin hayatına kastetmeye varıncaya kadar geçen sürede Ali, Gidengelmez’deki gözlemevine taşınmaya karar vererek bu kutuplaşmanın uzağında, hatta belki tam da karşısındakilerin istediği gibi onların gözünden uzakta bir yerde yaşamaya başlar. Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun kahramanı da bir yerden sonra inzivayı tercih etmiştir. Hem Yakup Kadri hem de Yahya Kemal’in metinlerinde kullandığı sözcüklerle ifade edersek o kasabada ülfetin mümkün olmadığını gören Ali, uzlette karar kılmıştır. Bu, bir nevi önlem midir? Ali, olayların varacağı yeri öngörebilmiş midir? Ali’nin kararının temelinde bunaldığı ortamdan uzaklaşma isteği vardır. Kasabalının onu itham eden birçok sözüne karşı Ali, maruz kaldıklarından sonra sadece “Sıkılıyorum kasabada” diyerek kararını özetler. Dolayısıyla ikinci soruya “evet” yanıtını vermek pek mümkün değildir.

Ali’nin linç edilip bedeninin ortadan kaldırıldığı geceden yedi yıl sonra babası (Taner Birsel) hâlâ oğlunun bedenini aramaktadır. İshak, kasabaya döndüğünde bu arayışı kendi başına sürdürmeye başlayınca artık o da kasabadaki suçlular için bir tehdide dönüşür. İshak için Ali’nin bedenine ulaşmak ne anlama gelecektir? Suç ortaklığıyla yüzleşmek mi? Ali’nin bedeniyle ortadan kaldırılan vicdanını bulup bir yerden çıkarmak ve rahatlatmak mı? Film biterken Ali’yle aynı sona mahkûm olduğu yerde gördüğü karakulağın hayali neyi temsil eder? Karanlığın dibini boyladığı obrukta Ali ve kendisi için değil ama Ali gibi kimseye zararı olmayan, kendi halinde, üstelik kendinden başkalarının haklarını önemseyen insanlar için bir ümidi mi imler? Yoksa Ali’nin özelliklerine sahip insanların azınlıkta kaldığının, karakulak gibi soylarının tükenmekte olduğunun bir göstergesi midir? Film, bu bağlamda açık uçlu sayılabilecek finaliyle öncekilere eklenen yeni sorularla baş başa bırakır izleyiciyi.
— Sürprizbozan sonu —

Yaban’ı uzun aradan sonra yeniden okuduğumda Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun bahsettiğim önsözünde dikkat çektiği gibi Ahmet Celal’in de kusursuz, pirüpak olmadığını ortaya koyan pek çok özelliği üzerinde durarak roman kahramanının düşüncelerini, tutumunu, iç ve dış çatışmalarını, söylemlerini ele almak, metne başka bir açıdan yaklaşma olanağını verdi. Son zamanlarda hem bir roman ya da filmde hem de metin dışı dünyada kişilerin keskin ayrımlarla siyah / beyaz biçiminde kabul edilip edilemeyeceği, zihnimi meşgul eden meselelerden biriydi. Ahmet Celal, gri bölgedeydi. İshak da öyle ama Ali için bunu söylemek zor. Beyaza çok yakın bir yerdeydi Ali. Onunla tek taraflı kavgaya girenlerin ne yaparlarsa yapsınlar üzerine kendi zihinlerinin lekesini bulaştıramadıkları biri. Belki de tam bu yüzden Ali’nin “Sen türküye başla, ben yakalarım bir yerinden” dediği noktada bir karakulağın belirme olasılığı var her daim.
[1] Yazı boyunca atıfta bulunulan baskı: Yakup Kadri Karaosmanoğlu (1991), Yaban. Atilla Özkırımlı (Yay. Haz.). 16. Baskı. İstanbul: İletişim Yayınları.
