NEON GENESIS EVANGELION Netflix’de!

Kısa bir araştırma sonrası gördüm ki Neon Genesis Evangelion (NGE) hayranları Netflix’e demediğini bırakmamış, neler neler olmuş! Yazının başlığını “Netflix’in NGE ile İmtihanı” yapacaktım az kalsın. Ama yapmadım çünkü yazının tamamında Netflix’in hatalarından bahsetmeyeceğim. “Önce kötü haber” düsturuyla şu herkesin yakındığı hataları kısaca özetleyelim:

Animenin her bölümünün sonunda Fly Me To The Moon parçasının farklı sanatçılarca yorumlanan bir versiyonuna yer veriliyordu, Netflix bu yorumların hiçbirini diziye dahil etmemiş. Dolayısıyla genel olarak bir animenin en akılda kalıcı kısımlarından biri olan kapanış müziği, Netflix’de yok.

Netflix İngilizce seslendirmeyi yeniden yapmış ve işbirliği yapılan sanatçılar hayranlar tarafından beğenilmemiş, “NERV” sözcüğünü bir tuhaf söylüyorlarmış. Bu kısım bana pek hitap etmiyor çünkü anime türünün Japonca izlenmesi gerektiğini düşünenlerdenim. Ghost in The Shell dışında hiçbir anime, Japonca haricinde bir dilde seslendirildiğinde bana anime gibi gelmemiştir. Ama tabii ABD seyircisinin en sevmediği şeyin de altyazı okumak olduğunu unutmayalım.

Son olarak da çeviride bazı sorunlar olmuş, bir noktada Kaoru karakterinin Shinji’ye “seni seviyorum” demesi gerekirken çeviri azizliği sonucu “senden hoşlanıyorum” demiş olması bu iki karakter arasındaki eşcinsel yakınlaşmayı tehlikeye atıyormuş, sansür mü yapıldı soruları da yükseldi tabii. Bence sansür değildir çünkü Netflix, 2019 yılında olduğumuzun farkındadır diye düşünüyorum.

Gelelim konumuza: Neon Genesis Evangelion Netflix’de! Tamam yukarıda bahsettiğimiz bazı eksiklikler olabilir, buradan Netflix’in anime türüne yeterince saygı göstermediği sonucuna da ulaşılabilir, ama yine de, NGE’yi iyi bir görüntü kalitesiyle TV’de izleyebilmek kesinlikle muhteşem bir ayrıcalık! 1990’ların sonu veya 2000’lerin ilk yıllarında animeye ulaşmanın ne kadar zor olduğunu bilenler bunu daha iyi anlayacaklardır, samanlıkta iğne aramak gibiydi. 

Neon Genesis Evangelion

Evangelion denince aklıma hemen 2010 yılında, Türkiye’de Japonya Yılı kapsamında Pera Müzesi’nin (İstanbul) yaptığı etkinlik geliyor. Anime yönetmeni Hajime Kamegaki konuk edilmişti ve konuşması bittiğinde yeni aldığım Rough Guide To Anime kitabını imzalatmaya götürdüğümde yönetmenin kitabın kapağındaki Evangelion görseline dalıp gidişini hiç unutmam. Çevirmen aracılığıyla bana “bu çok değerli ve güzel bir kitap, imzalayarak bozmak istemem” demişti. Sonunda imzaladı ama Neon Genesis Evangelion’un hayatında ve kariyerinde çok önemli bir yere sahip olduğunu hem bu imza sırasında, hem de konuşmasında defalarca dile getirmişti. Kapağında Rei Ayanami çizimi olduğu için kitabı kutsal mertebesinde değerlendiren üstad, Hajime Kamegaki.

Dolayısıyla sadece Avrupa ve ABD’de değil, anavatanı Japonya’da bile bir fenomen haline gelen bir animenin, her yaştan tüm animeseverlere bir kumanda veya cep telefonu kadar yakın olması, Netflix’in yaptığı çok güzel bir hizmete işaret ediyor. Yaygınlık kazanmış olması açısından memnuniyet verici. Bu durumun hangi ülkede hangi genç zihinde bir şeylerin tetiklenmesine sebep olacağı, dolaylı olarak kaç tane sanatçının veya bilim adamının doğuşuna küçücük de olsa bir katkıda bulunacağı bilinmez. Ama düşününce, altın değerinde.

Neon Genesis Evangelion’u birkaç cümleyle özetlemek imkânsız demeyeceğim, mümkün elbette ama her türlü ona haksızlık etmiş gibi olacağım: Global çapta tehdit altında bulunan insanlığı Dünya dışından gelen devasa robotlara karşı korumakla görevli NERV ekibinin en önemli parçası olan üç gencin hem yaşamla ve aileleriyle, hem de dev Mecha’lar (EVA) içine girerek Angel / Melek denilen bu düşmanlarla savaşmalarının hikayesi. Evet özetle böyle ama o kadar çok yan konu var ki tüm bu karmaşık hikâye ağına dahil olan. 

1995 yılında Hideaki Anno tarafından yaratılan ve yayımlanan dizi, 2015 yılında geçer. 2000 yılında yapılan büyük dünya-dışı saldırılar sonucu nüfusun 3’te biri, yaklaşık 2 milyar insan hayatını kaybetmiştir. Japonya’da ve çoğunlukla da Tokyo’da geçen olayların anlatıldığı animede, Japonlar çareyi Tokyo-3 olarak adlandırılan kale şehri yaratmakta bulurlar. Saldırı olduğunda bütün büyük binalar, gelişmiş bir asansör teknolojisiyle yer altına indirilir. Bir tür saklı şehir. Ve animede söylendiği gibi: İnsanlığın son kalesi, son umudu. 

Elbette NGE demişken Mecha’lardan bahsetmemek imkânsız, belki de en çok bu diziyle tanınır hale gelen devasa robotlardan bahsediyoruz mecha derken. Japonca bilmiyorum ama araştırdığım kadarıyla bu dilde çok daha geniş bir anlamı var “mecha” sözcüğünün:

  1. Boyutu insandan büyük
  2. İnsansı, “humanoid”
  3. Ayaklı, yürüyen, hareket eden
  4. İnsanlar tarafından kontrol edilen
  5. Büyük robot veya makine

Dolayısıyla sadece “dev robot” demek sözcüğü kısıtlamak gibi oluyor, mesela NGE’deki mecha’lar yukarıdaki 5 alt anlamı da üstleniyorlar. Çünkü 14-15 yaşlarındaki 3 çocuğun bu devasa robotların içine girip onları yönetmeleri değil sadece söz konusu olan. Robotların bu çocuklarla bağlantı kurması, senkronize edilmeleri meselesi de var. Yani robot, uyum sağlanmazsa pilotunu reddedebilir. 

Mecha, ilk üçünde kavram, diğerlerindeyse hem kavram hem de sözcük olarak şu şekilde karşımıza çıkmış:

  • Edward S. Ellis – The Steam Man of The Prairies (1868)
  • Jules Verne – La Maison à vapeur (1880)
  • H.G. Wells – The War of The Worlds (1897)
  • Ichiro & Nagamatsu – Ōgon Bat (1931)*
  • Uno Kazumichi – Genshiryoku Jinzōningen (1948)
  • Osamu Tezuka – Astro Boy (1952)
  • Mitsuteru Yokoyama – Tetsujin 28-gō (1956) 
Shinji Ikari

Animede ana hikaye dışında birçok yan konunun da var olduğunu söylemiştik, bunlardan pilotların adlarını ve kullandıkları EVA’ları yazdıktan sonra bahsedelim.

  • Shinji Ikari – EVA-01
  • Rei Ayanami – EVA-00
  • Asuka Soryu Langley – EVA-02
Rei Ayanami

Yan konulara gelelim artık. Dev robotların içine giren pilotların kabini özel, içinde nefes almalarını sağlayan bir sıvıyla dolduruluyor, buradan da “ana rahmine dönüş” sendromundan tutun da “kullanılan robota yönelik anne-çocuk ilişkisine” kadar kafanızı kurcalayabilecek bir sürü mesele ortaya çıkıyor. Ardından baş karakter Shinji Ikari, bu robotların mucidi ve üreticisi, NERV şirketinin başındaki kişi tarafından çağrılıyor ve bu kişi de, Shinji’nin babası Gendo! Turgenyev’in Babalar ve Oğullar romanına selam olsun, son derece karmaşık bir baba-oğul ilişkisi de yine bu animede öne çıkıyor.

Misato Katsuragi

Yine bu karakterle Rei Ayanami arasında tuhaf bir ilişki var, Gendo, Rei’yi biraz olsun gülümsetebilen tek kişi, tek baba figürü. Son olarak Shinji’nin birlikte kaldığı yetişkin, ana içeceği bira (Yebisu) olan Misato Katsuragi karakteri de umursamadığı seksapeliyle kafaları karıştıracak, vs. Bunun dışında tüm insanlığın “Melek” adlı canavarlarla savaşmaları da Hristiyan inanışı (dizide birçok yerde Haç şekli belirir) açısından durumu oldukça sorunlu hale getiriyor. Daha çok yan konu var ama burada durayım.

Asuka Soryu Langley

Neon Genesis Evangelion çok başarılı bir anime, hemen Netflix’e gidip ilk bölümü izlerseniz (madem ilk ay bedavaymış) kalan 25 bölümü de bir çırpıda bitirirseniz şaşırmayın. Evet NGE gerçekten de yer yer hayat dolu bir anime olsa da, genel olarak baktığımızda inanılmaz bir karamsarlık ve depresif atmosfer hakim diziye. Bunun bir sebebi animenin kıyamet-sonrası bir dönemi konu edinmesi elbette, ama bir diğeri de, dizinin yaratıcısı Hideaki Anno’nun, diziyi yazarken ve hayatı boyunca da uzun yıllar boyunca depresyonla mücadele etmiş olması. Bu açıdan da NGE’nin karanlık atmosferini çok etkileyici bulurum. Yine de 2002’den beri anime ve sinema sanatçısı Moyoco Anno ile evli olan Hideaki Anno’nun mutlu ve üretken bir hayat sürdüğünü düşünüyor, umuyorum. 

DVD’den, Netflix veya herhangi başka bir platform üzerinden Neon Genesis Evangelion’u izlemenizi öneririm dememe gerek var mı bilmiyorum, yazı zaten kendisini belli ediyordur, sadece sinema / anime tarihi açısından önemiyle değil, son derece düşündürücü ve yer yer eğlenceli, çoğunlukla da felsefi altyapısıyla öne çıkan, çok değerli bir anime. Sadece bir sezon (sonrasında bir sürü devam filmi ve OVA yapıldı ama dizi olarak değil), şimdiden keyifli seyirler.

H. Necmi Öztürk

* 16 ve 25 yaşlarında iki Japon tarafından 1931 yılında yaratılan ve sokak tiyatrosu (kamishibai) formatında sunulan bir hikâyenin kahramanı olan Ōgon Bat, bilinen ilk süper kahramandır ve kırmızı pelerin takması, uçabilmesi, insanüstü güçlere sahip olması ve yarasa kulaklı bir düşmanla savaşması gibi benzerlikler nedeniyle Superman (1938) ve Batman’in (1939) öncüsü olarak kabul edilir.

NOT: Görseller Netflix yayını üzerinden alınmamıştır.

Bir Cevap Yazın