İstanbul Modern’in ev sahipliği yaptığı, Can Koç “küratörlüğünde” devam eden Fantastik Filmler Festivali’nin ilk günü son derece zengin bir seçki sundu. Gösterilen dört filmi de arka arkaya izlemiş olmanın sarhoşluğunu (cine-lag) üzerimizden attıktan sonra klavyeye sarıldık. 17 Ekim 2019’da gösterilen filmler sırasıyla şöyle:
- Les yeux sans visage (Çehresiz Gözler) – 1960
- Féherlófia (Beyaz Kısrağın Oğlu) – 1981
- Koko-di Koko-da – 2019
- Phantom of the Opera (Operadaki Hayalet) – 1925

Bu dört film arasında Féherlófia öne çıkıyor demek diğer üç yapıma haksızlık etme amacını gütmüyor elbette; zaten Çehresiz Gözler ile Operadaki Hayalet sinema tarihindeki yerlerini sarsılmaz şekilde koruyorlar. Koko-di Koko-da ise sembolik bir altyapı aracılığıyla, evlatlarını kaybeden ebeveynlerin bu travmayla yüzleşme mücadelesini, yüzleşemedikleri sürece hep başa döndükleri bir evren içinde izleyiciye sunuyor. Sinemada biçimselliği ön planda tutan birçok sinefil ve eleştirmenin beğenisini kazanan film, tartışılmaya devam ediyor.

Her biri ayrı birer incelemenin konusu olan bu dört film arasında Féherlófia’yı ön plana alma nedenimiz, bu animasyonun daha önce izlediklerimizden hiçbirine benzemiyor oluşu. Bu cümle hayli iddialı tabii ama gerçekten de renk skalasının sonuna kadar kullanıldığı, gerçekliğin taklidi yerine düşselliğin dışavurumunun ağırlık kazandığı, görsellikten arındırıldığında düz bir çizgide ilerleyen öykü yapısına rağmen seyirciye yer yer “ne izliyorum ben?” dedirten, sembolizm zengini psychedelic bir deneyim, Féherlófia.

Macaristan’ın Walt Disney’i olarak anılan yönetmen Marcell Jankovics için aslında bu niteleme yetersiz bile kalıyor. 200’ün üzerinde animasyon ve türevlerinde esere sahip olan yönetmen, bir röportajında “gerçeklik neden taklit edilmeye çalışılır ki?” diye sorar. Retorik olduğu kadar, Jankovics’in sinemaya bakışını da özetler niteliktedir bu soru. Ona göre gerçekliği taklit etmeye çalışmak, animasyonu belli kalıplar içine soktuğu için sınırlayıcı, kısıtlayıcı bir girişimdir. Animasyonun sonsuz olanaklar evrenine hakarettir.

Féherlófia’da deneyimlediğimiz de tam olarak bu aslında, çünkü her ne kadar anlatı düzleminde peri masallarının klasik üçleme kuralına sadık kalsa da, görsel olarak tam anlamıyla gök kuşağı fabrikasının patlamasından doğan renk cümbüşü içinde neredeyse tüm duyularımızı harekete geçiren bir karnaval, Féherlófia. Asıl şaşırtıcı olan ise, bu yapımın 1981 Rusya’sında (S.S.C.B.) Sovyetler Birliği’nin dağılmasına 10 yıl kala, azımsanmayacak ölçüde sansüre uğramış olması. Üstelik ne yazık ki halihazırda var olan karelerin gösterilmemesi şeklinde de gerçekleşmez bu sansür.

Jankovics orijinal olarak zamansal ve uzamsal tekerrür üzerine oturttuğu, birçok halk masalını bir araya getirerek zamanın sürekli olarak kendini tekrar ettiğini gösterebileceği bir senaryo yazmıştı, ancak stüdyonun sahibi, zamanın tekerrürü temasını Marksizm karşıtı bulduğu için (“Marksist anlayışta zaman geri döndürülemez bir kavramdır” savıyla) yönetmen bugün izleyebildiğimiz, tek bir halk masalı üzerine kurulu olan bu klasik anlatıyı beyazperdeye yansıtmak zorunda kalır. Daha doğrusu birçok farklı halk masalının etkisi eserde görülse de, konu olarak tek öykü anlatılmaktadır.

Dediğimiz gibi üçleme kuralı halk masallarında, mitolojide ve edebiyat tarihinde oldukça yaygındır, en bilindik örnek belki de Kral Lear. Shakespeare bu eserinde de krallığını üç kızı arasında bölüştüren (elbette üçüncü kızına hiçbir şey bırakmaz) bir kralı konu etmişti. Giacomo Puccini, Turandot adlı operasında Prenses Turandot ile evlenmek isteyenlere üç soru sordurur, günümüze yaklaştığımızda Akira Kurosawa, Rashomon (1950) adlı eserinde öyküyü üç farklı şekilde, üç kişinin gözünden anlatır. Filmin sonuna doğru dördüncü bir kişinin olaya dahil olmasıyla aslında toplamda dört versiyon ortaya çıkar ama bunu Kurosawa’nın yapıbozumu estetiği içinde değerlendirmek daha doğru. Bunların dışında elbette dinler tarihinde ve Orta Çağ sayı sembolizminde de son derece baskın bir sayı üç.

Dolayısıyla Féherlòfia’nın da beyaz bir kısrağın üç oğlu etrafında dönen bir halk masalını seçmesi, biraz zorunlu da olsa, şaşırtıcı değil. Ne var ki öykü gerçekten de sadece bir araç olarak karşımıza çıkıyor: Akıcı, sürekli hareket / devinim / dönüşüm halinde olan renklerin kendini göstermesi, yapımın geneline hâkim olan estetik kaygı, görselliğin düş gördürücü etkisi, tüm bunlar Féherlófia’yı sinema tarihinde çok farklı bir noktaya taşıyor. En kısa zamanda, yönetmenin en güncel diğer uzun metrajı The Tragedy of Man (2011) ile birlikte izlemenizi şiddetle tavsiye ederiz.
Başarılı 👍