LOST HIGHWAY: Gerçek ile Rüya Arası Bir Yerde

Bazen güncel filmlere başını çevirip, bir klasik olarak adlandırılan, kendisi için kült niteliği taşıyan filmlere dönüş yapmak istiyor insan. Seneler geçtikçe bu filmlere tekrar tekrar geri dönüldüğünde, her seferinde yeni bir şey fark ediliyor veya hafızadaki yeri tazeleniyor. Lost Highway de benim için böyle bir yapıt. Filmin yönetmeni David Lynch’in diğer işleri gibi, Lost Highway de psikanalitik filmler kuşağında önemli bir yere sahip. Mulholland Drive ve Twin Peaks gibi işlere de imza atmış olan Lynch, bence en karanlık bakış açılarından birini bu filmde ortaya koyuyor.

Lynch’in bir 21. Yüzyıl Neo-Noir’ı olarak adlandırdığı film, David Bowie’nin I’m Deranged’i söyleyen efsunlu sesiyle açılıyor. “I’m deranged” cümlesinin karşılığının “Ben dengesizim, deliyim” sularında gezinmesi, filmin anlamını iyiden iyiye pekiştiriyor. Film ve bu müzik ile ilgili yapılacak temel yorum karanlık, kapkaranlık olması. Asla arkanıza bakmamanız gerektiğini salık veren, şeritler boyunca hızlıca sürüp giden yol imgesi kişiyi kendi girdabına daha da çok çekiyor.

Film çoğu kişi tarafından karmaşık olarak nitelendiriliyor olmasına rağmen, aslında çok temel ögelere ve yapıya sahip. Filmi temel yapıtaşlarına ayıracak olursak eğer, bunları kastrasyon / hadım edilme korkusu, incitilmiş erkek egosu, kıskançlık ve deliliğe doğru sürükleniş şeklinde açıklayabiliriz.

Film genel olarak, eşinin kendisini aldattığından ciddi bir şekilde şüphe eden, erkeklik gururu yerle bir olmuş, kendini hiçbir konuda başarılı hissetmeyen bir adamın karısını öldürmesinden sonra bu gerçekliği kabul edemeyişini ve kendisine “kurtuluş”u bulacağı bir paralel evren yaratmasını anlatmakta. Film aslında insan beyninin travmalar söz konusu olduğunda ne kadar kuvvetli olduğunu ve kişiyi bambaşka bir evrene sürükleyebilecek kadar yetenekli olduğunu gösteriyor ve bu açıdan insanı ürpertiyor. Aynı zamanda insan denilen canlının ne kadar zayıf olduğunu da gözler önüne seriyor.

Ana karakter Fred’in (Bill Pullman) yaşadığı cinsel problemler hakkındaki asıl ipucu, onu mesleğini icra ederken gördüğümüz, saksafon çaldığı sahnede biz izleyicilere veriliyor. Bu sahnede duyduğumuz şey harmoniden uzak, kulak tırmalayıcı ve rahatsızlık verici bir ses olarak karşımıza çıkıyor. Fred’i zorlanırken, ışıklar altında terlerken ve adeta sahnede kendini parçalarken buluyoruz. Psikanaliz düzleminde baktığımızda, saksafonun fallik bir imge olduğunu, dolayısıyla bu sahnenin, Fred’in kötü cinsel yaşamını simgelediğini söyleyebiliriz.

İzlediğimiz şeyin gerçek dünya mı yoksa bir hayal mi olduğunun ipuçları aslında bize film boyunca verilmekte. Fred ile Renee’nin (Patricia Arquette) salonda birlikte oturduğu sahnelerde duvarda asılı tablolarda parçalara ayrılmış vücutları görebiliyoruz. Bunlar bize olmuş olan şeylerin haberini veriyor. Aslında bir yandan bilinçaltı Fred’e her daim gerçekleri hatırlatıyor ve gerçeklerden asla bir kaçışın olmadığını gösteriyor.

Fred bu ikincil gerçeklikte kendisini oldukça genç, etrafı tarafından sevilen, cinsel gücü herkes tarafından takdir edilen ve bir başka adamın kadınını elde edebilen bir erkek olarak görüyor. Esasen bilinçaltının yaptığı şey, kendini rahatlatmak adına gerçek hayatında kaybettiği eşi Renee’yi yeniden kazandığını göstermek. Fred bu yarattığı ikinci karakteri olan Pete’te (Balthazar Getty) kulakları çok iyi duyan, işinde çok başarılı bir genç olarak vücut buluyor. Özet geçmek gerekirse, asıl hayatında ne eksikse, Fred kendine yarattığı bu hayal evreninde ona sahip oluyor.

Lakin hiçbir kurtuluş böyle kolay değil tabii ki gerçek hayatta. Bilinci ona her daim gerçekleri hatırlatmanın bir yolunu buluyor ve asla yakasını bırakmıyor. En sonunda ise bu rüya evreni tamamen parçalara ayrılıyor ve Fred yine kendisi olarak karşımıza çıkıyor. Film, aynı başladığı gibi sonra eriyor ve bizi tekrar eden döngüsüyle, bir anlamda içine hapsediyor.

Lost Highway benim izlemekten asla bıkmadığım, bir evliliği ve bir adamın aklını yitirişini olabilecek en sürrealist biçimde gösteren, insanı çok farklı bir dünyanın ve his denizinin içine sokan bir yapıt. Birçok kez izlemiş olmama rağmen, bundan sonraki her izleyişimde de yeni şeyler fark etmeye devam edeceğimden eminim. İçindeki karanlık havayı bu denli güzel yansıtabilen bu David Lynch klasiğini, özellikle yukarıda bahsi geçen konularla ilgilenen herkesin izlemesi gerektiğini düşünüyorum.

Ece Mercan YÜKSEL

İlgili yazı: LYNCH’İN ZİHNİNDE (Y)OL: Mulholland Çıkmazı’na Sıkışmış Kayıp Otoban ve Asfaltın Düşleri Hakkında

Bir Cevap Yazın