NOCTURNAL ANIMALS: Bir İntikam Aracı Olarak Kağıt Kesiği

Moda tasarımcısı ve film yönetmeni olan Tom Ford‘un yazar Austin Wright‘ın “Tony & Susan” adlı kitabından beyazperdeye uyarladığı 2016 yapımı Nocturnal Animals, klasik film noir unsurlarını içinde barındıran başarılı bir neo-noir örneği. Kitabın yazımında kullanılan metafiction yöntemi filmde de görsel olarak sekanslar arası keskin fakat anlaşılır geçişler ile yeniden yaratılmış. Normalin aksine daha farklı bir intikam hikayesi anlatan bu film, aynı zamanda edebi bir yaratım sürecini de konusu haline getirmekte.

Uzun süredir eski kocasıyla iletişime geçemeyen Susan Morrow (Amy Adams) bir gün eski kocası Edward Sheffield (Jake Gyllenhaal) tarafından kendisine gönderilen bir roman teslim alır. Bu romanın gönderildiği kutuyu açarken parmağını kutuya sarılmış olan kağıt keser ve böylece Edward‘dan ilk yarasını bu küçük ama acısı büyük kesikten alır. Susan yirmili yaşlarındayken Edward ile olan evliliğini, burjuva kesimden olan Hutton Morrow (Armie Hammer) ile birlikte olarak bitirir.  

Tüm bu intikam süreci aslında, yazar olma yolunda çaba sarf eden Edward ile sanat tarihi okuyan Susan’ın karlı bir gecede New York sokaklarında karşılaşıp beraber yemeğe çıkmaları ile başlar. Birbirlerine aşık olan iki gencin evlenmesini Susan’ın annesi Anne Sutton (Laura Linney) istemez çünkü kızının da zaman geçtikçe istemese de kendisine daha fazla benzeyeceğini ve bu benzerlik gerçekleştiği vakit Edward‘ın ona istediklerini sunamayacağını söyler. Nitekim Susan’ın evliliklerini bitirme kararlarından birisi gerçekten de bu olur. Ömür boyu Edward ile, bu şekilde azla yetinen bir hayat sürmek istemez. Böylece Edward’ın dediği gibi, annesine benzeyen tek yönü gözlerindeki hüzün olmaz. 

Fakat temel sorun şudur ki Susan, Hutton ile evlense bile mutlu değildir. Yarattığı işleri, açtığı sergileri asla beğenmez. Kendini yaratıcı bir insan olarak göremez ve bu konuda asla Edward kadar güçlü olamaz. Edward ona ve içindeki yaratıcılığa Susan’ın kendisi yerine bile inanır ve onu destekler. Edward’ı kaybetmesiyle beraber bu inanç ve destekten de mahrum kalacaktır. Filmin ilk sekansında görünen aşırı kilolu çıplak kadınlar, mizojinist düşüncelere tepki gösteren başarılı bir serginin parçası olsa da (ki bu sekanstan Tom Ford‘un içinde bulunduğu çalışma alanında genelleşmiş olan estetik anlayışına filmi aracılığı ile bir gönderme yaptığını söyleyebiliriz) Susan, her şeye sahip olduğunda bile gerçekleşemeyen bir mutluluktan doğan melankoliye sarılmış haldedir. Bu durumuna cevaben arkadaşı Carlos Holt (Michael Sheen) ona şöyle bir bakış açısı getirir: Kimse yaptığı işi sevmez. Sadece aklına koyduğu ve biraz da riskli olduğu için yapar. Geçmişte anlamlı gelen şeylerin aslında anlamsız olduğu anlaşılır. Dünyanın anlamsızlığından keyif almak daha az acı vericidir. 

Susan’ın geçmişte anlamlı bulup şu an anlamsızlığını sorguladığı şey Hutton için Edward’dan ayrılması mıdır yoksa Edward ile olan birlikteliği midir? Eski kocasının romanını okudukça kitabın sayfaları ruhuna en derin ve en acı kesikleri atmaya başlar. Kağıt kesiği ilk başta Susan’ın sadece parmağını acıtırken artık bu acı tüm ruhuna yayılır. İntikam aracı kağıtlar ve sözlerdir. Böylesi de en acı verici intikam yöntemidir. Ve romanı okuduğu süreç içerisinde kocası Hutton‘un onu aldattığını öğrenerek, aldatan kişinin nasıl zamanla aldanan kişiye dönüştüğünü gözler önüne serer. 

Gerçek hayat böylesine rahatsız edici olaylarla geçerken bu olayların yarattığı hislerin bir yansıması olan Nocturnal Animals kitabındaki kurgusal dünya da bir o kadar yaralayıcıdır. Ana kahraman olan Tony Hastings (Jake Gyllenhaal), karısı Laura (Isla Fisher) ve kızı India (Ellie Bamber) ile Batı Texas’a doğru yolculuğa çıktığında gece yarısı üç suçlunun rahatsız edici ve aile arasındaki huzuru bozucu davranışlarına yakalanır. Sakin ve iyi bir adam olan Tony karısını ve kızını koruyacak kadar güçlü değildir. Bu güçsüzlüğünden dolayı üç suçludan ikisi olan Ray Marcus (Aaron Taylor-Johnson) ve Turk (Robert Aramayo) karısı Laura ve kızı India’yı kaçırır. Tony ile kalan diğer suçlu Lou (Karl Glusman) onu da yol dışına götürmeye zorlayarak tek başına Tony’yi orada bırakır ve Tony bu suçlulardan kaçmayı başarır. 

Romanın bu açılış sahnesinde dikkat çeken bir başka nokta, Tony karakterinin Edward‘ın bir doppelganger‘ı olmasıdır. Doppelganger, Kuzey mitolojisinde, yaşayan birinin kılığına bürünen bir yaratıktır. Alter ego tanımına uygun olan Almanca “çift-gezer” anlamında kullanılan doppelganger bazen doğaüstü ve paranormal bir fenomen olarak tasvir edilir ve genellikle kötü şansın habercisi olarak görülür. Edgar Allan Poe‘nun William Wilson hikayesinde de kullandığı ve anlatının temelini oluşturan bu kavram, filmde yazar olan Edward Sheffiled tarafından kullanılsa da, bu kullanımı somutlaştıran ve izleyiciye gösteren, Susan’ın imgelemidir. 

Gerçek dünyada Susan‘ın gözleri maviyken romandaki Tony’nin (bir bakıma Edward’ın) karısının gözleri mavi değildir. Bunun aksine üç suçludan biri olan Ray Marcus‘un gözleri Susan ile benzerlik gösterir ve Tony’nin karısı ile kızını elinden alan ona acı çektiren kişi de Ray Marcus‘dan başkası değildir. Buna göre Ray Marcus karakteri romanda Susan‘ı temsil eder. Ray Marcus bu iki kadını kaçırır, tecavüz eder ve öldürür. Edward’ın gerçek dünyasında yaşadığı Susan’ı kaybetme durumu ve boşanma işleri kolaylaşsın diye Susan’ın Hutton ile beraber giderek Edward’dan olan bebeğini aldırması da bir açıdan Tony’nin dünyası ile benzerlik gösterir. Edward da karısını ve çocuğunu kaybeder, aynı şekilde Edward’ın yarattığı kahraman Tony de. Sadece kaybetme şekilleri farklı olan bu karakterlerin acıları eş bir derinliğe sahiptir.

Evli oldukları dönemde Susan, Edward’ın yazdıklarını okuduktan sonra ona sürekli kendini yazmaması tavsiyesini verir. Bu tavsiye Edward için kırıcıdır çünkü o, ölümlü olan şeyleri yazarak ölümsüz kılma amacındadır. Anlatıcı ile yazar arasındaki farkın derin olmasını uman Susan yıllar sonra Edward’ın bu romanını okurken anlatıcı ile yazar arasındaki farkın nasıl aynı zamanda hem derinlemesine, hem de yokmuşçasına kurgulanabileceğini anlar. Onu etkileyen durumlardan birisi de bu olur. Romanın konusundan ve bağlamından çıkıp yalnızca Tony kahramanına bakıldığında Edward’ın bir replikası görülmüş olur fakat Tony, Texas gibi bir yere koyulup, çevresine olaylar çemberi çekildiğinde Edward‘dan tamamen uzakmış gibi görünen yazardan bağımsız bir kahraman haline gelir. 

Romanda olayın geçtiği yerin Texas olarak belirlenmesi de gerçek dünya ile arasındaki benzerliği en aza indirir ve geçişleri daha da keskinleştirir. Susan‘ın yaşadığı dünya soğuk ve steril bir ortamdır. Dış dünyadan ve duygulardan arındırılmış bu burjuva distopyasından sıcak ve tüm duyguların yoğunlukla yaşandığı Texas’a çevrilen gözler iki dünya arasındaki farkı görmüş olur. Gerçek dünya çekimlerinde kullanılan renkler soğuk tonlu olup, gri özelinde yoğunlaştırılmıştır. Gri renk kullanımı da düşük enerjiyi, korkuyu, melankoliyi ve sıkıntılı duygular ile olumsuzlukları temsil ederken bu rengin ortasında Susan gibi bir karakterin görülmesi de herhangi bir zıtlık oluşturmaz.

Kurgusal dünya çekimlerinde kullanılan sıcak tonlu renklerden biri olan sarı ise gerçek dünyadaki ihanete bir gönderme yapar ve gerilimi yaratır. Sarı rengin fazla kullanılması ise akıl, ruh ve sinir sistemini uyardığı için izleyici gerçek dünyadan ve kurgusal dünyadan çok farklı enerjiler alır. Bu sık ve keskin duygu durum geçişleri ise izleyiciyi ekrana bağlayan en önemli unsurlardan biridir. Tom Ford yaptığı iş itibariyle de renk kullanımında ustalaştığı için bu ustalığını filmin her sahnesinde göstermiştir. Gerçek dünya ile kurgu dünyası arasında ortak olan tek renk vardır: Kırmızı. Bu renk gerçek dünyada Edward üzerinde, kurgusal dünyada ise Tony üzerinde kullanılır. Burada kullanılan kırmızı renk öfkeyi temsil ederken yine anlatıcı ile yazar arasındaki görünmez ipin varlığını da hatırlatır. 

Susan ile birlikte eş zamanlı olarak okunan / izlenen bu romanın ortaya koyduğu bir soru vardır: Hayat mı romanı taklit eder yoksa roman mı hayatı? Bu soru aklımıza Marc Forster’ın Stranger Than Fiction (2006) filmini getiriyor doğal olarak. Bir yazarın kaleme aldığı roman kahramanının gerçek hayatta karşılığının bulunduğu, birçok tuhaf gelişmeye ve anlatı düzlemleriyle ilgili soruya yol açan bu senaryo, edebiyattaki çerçeve anlatı tekniğine daha çok uyarak, Nocturnal Animals filmi ve kitabındaki gibi kurgu içindeki kurguyu temsil eder. Türk edebiyatından örnek vermek gerekirse Ahmed Midhat‘ın yazmış olduğu bir romanın konusunu yaşadığı hayatın ileriki yıllarında benzer olarak yaşaması, bir yazar ile anlatıcı arasındaki bağın göstergesi, aynı zamanda da ortaya konan sorunun çeşitli cevaplarından bir tanesidir. 

Nocturnal Animals filmine ve filme adını veren romana geri dönmek gerekirse kullanılan metafiction yani üstkurmaca tekniği, gerçek ile kurgu arasındaki farkı ortadan bir bakıma kaldırır. Çünkü metnin içindeki yazar -anlatıcıdan ayrı olarak var olan yazar- kendi yazma sürecine atıfta bulunur. Edward‘ın bu romanı yazmasını sağlayan en önemli olay Susan ile boşanmasıdır ve yazma sürecinde bu olay büyük bir yer kaplar. Böylece metnin içindeki metni kurgulayan yazar kendi kurgusal yazım sürecine atıfta bulunur. 

Gerçek dünyasında iyi bir adam olarak tanımlanan Edward‘ın yarattığı kahraman Tony de romanda iyi bir adam olarak tanımlanır. Susan tarafından zayıf olarak nitelendirilen Edward’ın yarattığı kahraman Tony de yine romanda güçsüz bir adam olarak nitelendirilir. Çünkü karısını ve kızını koruyacak gücü dahi yoktur ve Edward da aynı şekilde karısını ve çocuğunu koruyamamıştır. 

Romanda Tony‘ye yardımcı olan şef Bobby Andes (Michael Shannon) Edward’ın intikam arzusunu ve kızgınlığını temsil eden bir kahramandır. Bu yüzden karısını ve kızını öldüren adamlardan intikamını almak için Tony’ye güç verir ve ona destek çıkar. Tony, Bobby ile beraber intikamını alır fakat Ray Marcus ile olan kavgasında ağır yaralanır ve bir kaza kurşunu yüzünden ölür.  

Roman bitse de gerçek hayata olan yansıması son bulmaz. Susan, Edward‘a mail atarak onunla görüşmek istediğini söyler ve Edward da bunu kabul ederek bir yer ve zaman belirlemesini ister. Susan bu yemeğe giderken evlilik yüzüğünü çıkarır. Buradan da Edward ile yeni bir başlangıç yapma hevesinde olduğu anlaşılır. Yemek yiyecekleri yere ilk varan kişi Susan olur ve Edward’ı heyecanla, umutla beklemeye başlar. Bir süre sonra ayak sesleri duyan Susan’ın gülümsediği görülür fakat gelen kişi Edward değildir. Masalar boşalır, insanlar gelip gider ve Susan hala beklemektedir. Edward yemeğe gitmez çünkü Susan’ın bu büyük umudunu ve heyecanını gerçekleştirme niyetinde değildir. İhtimallerin heyecanıyla sonunda üzülen kişinin Susan olmasını arzulamaktadır. Burada fiziksel intikam yerini ruhsal bir yok edişe dayalı intikama bırakır. Hutton onu aldatmış, Edward ise yemeğe gelmemiştir. Susan‘ın gidecek bir yeri yoktur ve Edward’ın ilk yemeklerinde ona söylediği, gözlerindeki annesine benzeyen hüzün artık annesininkinden bile fazladır. 

Kağıt kesiği ile başlayan intikam yine kağıt kesiği ile son bulur. Genelin aksine bir silah olarak kullanılan edebiyatın mermileri sözcüklerdir ve bu sözcükler gerçek mermilerin aksine asla gideceği adresi şaşırmaz. 

Berfin Tutucu

Bir Cevap Yazın