Éric Rohmer’in Six Contes Moraux (Ahlak Üzerine Altı Öykü) adlı serisinin yapı taşlarından biri olan 1972 yapımı L’Amour l’après-midi[1], Paris’in sokaklarında, kafelerinde, gözde butiklerinde her öğleden sonra vuku bulan arzunun itici gücünün gerekliliğinin inkâr edilemez yapısını gözler önüne seriyor. Rohmer sinemasında dönemin ahlak yapısının ekrana çeşitli semboller, eşyalar aracılığıyla yansıtılması oldukça rastlanan ve bilinen bir anlatı aktarma biçimi. Yönetmenin gözünde arzu (désir), sadece kişinin “sahip olamadığı ancak sahip olmayı istediği” kızgın suda dövülmüş bir obje ya da fiziksel olanın zevki değildir: Rohmer sinemasında her ne kadar günlük hayata ve günlük hayatın getirilerini takiben insanlar arasındaki temel ilişkilere tanık olsak da özellikle serinin L’Amour l’après-midi adlı filminde “kişinin arzusu” çok daha karmaşıktır.

Başrollerinde Bernard Verley (Frédéric), Françoise Verley (Hélène – Bernard’ın filmdeki ve gerçek hayattaki eşi), Zouzou (Chloé) ve Daniel Ceccaldi (Gérard) gibi isimlerin yer aldığı L’Amour l’après-midi, sahip olduklarıyla toplum tarafından son derece onaylı bir kimliği bulunan birinin, kendi arzusunu arayış serüvenini yansıtır. Bunun yanı sıra film boyunca sosyal sınıflara yönelik yönetmenin kendi eleştirisini görmeniz de mümkün. Daha sonra Luis Buñuel’in 1974 yapımı Le fantôme de la liberté adlı filminde yer alacak olan Bernard Verley, Rohmer’in kalemiyle tam anlamıyla “petit-bourgeois” (küçük burjuva)[2] tipolojisinde çizilmiş bir karakter. Sadakatsizlik sorununun yaşayan bir örneği olan Frédéric, tam anlamıyla Éric Rohmer’in filmografisinin temel eleştirisinin ana karakteri olarak karşımıza çıkıyor; toplumsal açıdan herkesin onayladığı ve çoğu kişinin de ulaşamadığı görevleri yerine getirmiş biri. Eksikliği duyulan bir nesnenin ya da kişinin arzu ile karıştırılıp buluştuğu noktada bireyin toplumda temel olarak kendini gerçekleştirmesinin dışında bireyin kendi özelinde de kendini gerçekleştirme eylemine yönelik bir adım atılır.

Peri Masalları mı yoksa Ahlak Öyküleri mı?
Éric Rohmer; La Boulangère de Monceau, Ma nuit chez Maud, La Carrière de Suzanne, Le Genou de Claire, La Collectionneuse ve L’Amour l’après-midi adlı yapımlarlatoplamda 6 farklı ahlak, bir anlamda peri masalını karşımıza çıkarıyor. Frédéric, “mutlak egoizm” anlayışıyla Johann Gottlieb Fichte’in öznel idealistini aklımıza getirir. Bu bağlamda Éric Rohmer’in L’Amour l’après-midi’si bir peri masalından son derece uzaktadır. Ancak yönetmenin 6 filmden oluşan ahlak serisi tam anlamıyla bir peri masalının idealini çiziyor; bu ideal her zaman ulaşılması istenen ama bir türlü gerçekleşemeyen bir durum olarak askıda bekliyor. Bu anlamda Rohmer bu seriyle karşımıza çeşitli arayışlarda birbirinden farklı insanların hayatlarına davet çıkarıyor.

Fransız Sineması’nda Bir Alman İdealizmi Arayışı
Yönetmenin diğer filmlerine göre dinsel öğelerin karşımıza daha az çıktığı L’Amour l’après-midi’nin, bu özelliğiyle sadakati daha temel düzeyde ele aldığını söyleyebiliriz. Filmde arzu nesnesi adeta hazcılık anlayışının toplumsal ahlak sisteminin bir belirleyicisi gibi karşımıza çıkıyor. Frédéric’in bireysel olarak karşılaştığı olaylarda öznel bakış açısından bir yorumlama görüyoruz, hiçbir zaman Frédéric’in toplum tarafından yargılanması ya da buna yakın bir olay ile karşı karşıya kalmıyoruz. Bu da Alman idealizminin öne çıkan en önemli unsurları arasında yer almaktadır.

L’Amour l’après-midi’de Rohmer’in karşımıza çıkarttığı ahlaki göstergeler Frédéric’in kişisel hevesleri, istekleri ve ihtiyaçlarıyla birleşince toplumsal olarak geçerliliği kabul edilmiş ahlaki kurallar kendi normları üzerinde değerlendirilmek durumunda kalıyor. Frédéric’in film boyunca toplumsal idea’ların dışında kendi idea’larının değerlendirmesi ve bunu sürekli tartışır halde olması, yaptığı hareketlerle onları baştan aşağı sorgulaması bir anlamda onu kendi kültürünün prensiplerini de aramaya yöneltiyor. Bireyin kendini bu şekilde arama biçimi Jean-Jacques Rousseau‘nun toplumsal eşitlik anlayışında toplumun yapının düzenine getirdiği eleştirilere de benziyor; bu anlamda Rohmer, Frédéric karakteri üzerinde toplumsal yapının, ahlak düzeninin oluşunun radikal değişimine dair felsefi anlamda referans değeri taşıyor.

Fiziksel Duyumların Üzerinde Bir Anlatı
Film boyunca bireylerin, bunalım etrafında şekillenen çeşitli içsel sorunsallarıyla karşı karşıya kalırız. Sorun hiçbir zaman maddi bir unsura dayalı değildir, sorun her zaman bireylerin içinde bir yerde kıvılcımlarını vermeye çalışan ancak bir türlü başarılı olamayan, sönen küllerin çırpınışıdır. Rohmer, dönemsel olarak herkesin belli bir yaş aralığında ya da zaman zaman yaşaması mümkün olan, bir anlamda varoluşsal sorunsalın dışavurumunu Paris’in öğleden sonraki bir saatinde buluşturmuş. Ana karakterimiz Frédéric, ne zaman öğle vakti gelse içini saran o boşluğu bir anlamda hayatının tüm dolu kısımlarına yedirerek hayatının “boş” ve “dolması gereken” bir bardak biri görür. Bu yüzden de kimi zaman bu meşhur öğle saatlerinin gelmesini iple çeker çünkü aslında Frédéric için arzu başka bir kadının bedeninde değil tam anlamıyla bizzat kendisinin yarattığı boşluk ile bağlantılıdır.

Karakterin içindeki boşluk hissi onda arzu yaratır; hatta öyle ki bir öğleden sonra arkadaşı Gérard ile birlikte gittiği bir kafede “Paris’te öğleden sonralarının bile aynı boşlukta devam ettiğini” vurgular. Burada Rohmer’in dönemsel olarak Paris’te yaşayan insanların varoluşsal buhranına dikkat çekmesi önemlidir. 1970’lerin Fransız Sineması toplumsal, ahlaki, sınıfsal ve varoluşsal sorunlara eğiliyor. Bunun örneklerini en iyi La Rupture (1970), Nous ne vieillirons pas ensemble (1972), La Maman et la Putain (1973) ve Peppermint Soda (1977) filmlerinde[3] görebiliriz.


1972 Paris’inde Bir Buçuk Saatlik Gezinti
L’Amour l’après-midi, 1970’lerin bugün zihnimizde canlandırdığımız nostaljik Paris’inin yaşamını, modasını, öne çıkan kıyafet trendlerini görmek için de oldukça dikkat çeken bir film. Éric Rohmer, bu filmiyle sadece toplumsal olarak bireylerin yaşadığı sorunsallara parmak basmakla yetinmemiş aynı zamanda Paris’in o dönemki ihtişamını da hikayesinin arka fonu olarak kullanmış ve bu kullanıma da kendi kamera diliyle ağırlık vermiş. Bugün görmemizin pek mümkün olmadığı, Saint-Germain-des-Près Meydanı’ndan koca bir güruhun işe gidiş ve işten çıkış saatlerindeki tüm meydanı dolduruşu gibi sahneler buna iyi birer örnek. Bu anlamda içinde bulunduğu döneme de tanıklık eden L’Amour l’après-midi, sadece yönetmenin kariyeri açısından değil, Avrupa Sineması düzleminde de önemli bir yere sahip.

[1] Dilimize “Öğleden Sonra Aşk” şeklinde çevirebileceğimiz filmin uluslararası, daha yaygın olan isimlerini de saymakta fayda var: Love in The Afternoon (İngiltere), Chloe in the Afternoon (ABD).
[2] Kökeni tarihsel materyalizme ve Marksist düşünce yapısına dayanan “küçük burjuvazi” terimi hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Küçük Burjuva İdeolojisinin Eleştirisi (Maksim Gorki).
[3] Filmlerin yönetmenleri sırasıyla: Claude Chabrol, Maurice Pialat, Jean Eustache, Diane Kurys.