Evet sonunda kimin ütopyası olduğunu henüz anlayamadığımız bu distopik COVID-19 evreninde, sinemasal anlamda ilk soluğu Christopher Nolan’ın 11. uzun metrajlı filmi (11’in de palindromik bir asal sayı olması hoş bir tesadüf) TENET ile almış olduk. Filmin basın gösterimi sırasında Warner Bros. Türkiye yetkililerinin sağlıklı bir seyir yaşamamız konusunda sergiledikleri özen için kendilerine teşekkür ederiz. İlk dakikasından değil, ilk saniyesinden itibaren içerdiği yüksek dozda aksiyon ile izleyicileri bir “Nolan kıskacının” içine alan bu film hakkında uzunca konuşacağız ancak öncesinde yazımızın spoiler evresinden kısaca bahsedelim.
Bu satırları okurken elbette güvenli sulardasınız ancak sayfayı hızlıca aşağı kaydırmanızı kesinlikle tavsiye etmiyoruz çünkü aşağıdaki “spoiler uyarısı” sonrasında filmin sonuyla ilgili bazı bilgiler ister istemez su yüzüne çıkacak. Şimdilik yazımızın spoiler içermeyen kısmında biraz daha ilerleyelim.

Nolan tüm filmleri için olduğu gibi, bu filmin de IMAX teknolojisi bulunan salonlarda, ya da en azından büyük perdeli bir sinema salonunda izlenmesi konusunda ısrar ediyor. Bu ısrar kendisinin sinema deneyimine bakış açısını gösteriyor elbette ama daha da önemlisi; bu konuda haklı olması. Tenet gerçekten de hak ettiği boyutlarda izlenmesi gereken, her Nolan filmi gibi, kendisini fazlasıyla ciddiye alan bir yapım.

Dediğimiz gibi ilk saniyesinden itibaren aksiyon seviyesi çok yükseklerde seyreden yapım, hem işlediği konu, hem onu sunuş şekli hem de deştiği sorunsallar açısından tam bir Christopher Nolan filmi. Birçok sahnesiyle ikinci uzun metrajı Memento’ya (2000) büyük bir selam veren Tenet, yönetmenin önceki filmlerinden konular ve çekim teknikleri içermesi açısından da Nolan filmografisi düzleminde eklektik bir yapıya sahip. Zaman, paradokslar, özgür irade ve hafıza konularına önceki filmlerinde hep değinen Nolan, yine bunlar ekseninde, “dünya yaratma” kapasitesine sahip bir yapım ortaya çıkartmış. İçerdiği sayısız ayrıntıyı keşfetmek için en az iki hatta üç seyri rahatça hak eden filmin, yönetmenin filmografisinde oldukça iyi bir konumda yer alacağı aşikâr. Nolan’ın önceki filmlerini sevenler kaçırmasın.

***YAZININ DEVAMI, FİLMİN SONUYLA İLGİLİ BİLGİLER İÇERİR***

TENET ve Bilimkurgu Kavramı
Bu noktada Tenet sözcüğüyle devam edelim; filmin fragmanını takiben kaleme aldığımız 25 Ocak tarihli yazımızda da bahsettiğimiz gibi ilke veya doktrin anlamlarına gelen Tenet, bir palindrom (anakiklik), yani soldan sağa ve sağdan sola okunduğunda aynı ses dizimini veren bir sözcük. Palindrom kavramı filmin ele aldığı konuyla son derece uyumlu, zira Neil’ın (Robert Pattinson) bir sahnede açıkladığı üzere, entropilerinin evirtildiği (filmde kullanılan fiil “invert”) nesneler veya insanlar, her hareketlerinde aksi yönde ilerleyen kendilerine daha da yaklaşırlar, ancak başlangıç ve bitiş noktaları da evirtildiği için kesişme noktaları, Tenet sözcüğü üzerinden söylersek N harfidir.

Internet üzerinde farklı platformlarda zaman yolculuğu ve entropinin evirtilmesi üzerinden “bu mümkün mü?” veya “ne kadar bilimsel?” soruları etrafında yayınlar yapılacağını şimdiden görür gibiyim. Bu son derece normal, insani bir güdü ancak bilimkurgu türünü niteleyen sözcüğe biraz daha dikkatli bakmalı sanki: Bu türün bir kısmı bilimsel, büyük kısmıysa tamamen kurguya dayalı. Bu soruları günümüzde sormak, Jules Verne’in 1870’te yayımlanan Denizler Altında Yirmibin Fersah romanındaki dalgıç kıyafetlerinin bilime uygunluğunu sorgulamaya benziyor. 19. yüzyılın sonunda insanlara anlamsız geliyordu Verne’in çoğu fikri ancak bugün bu fikirlerin biraz değiştirilerek, yeniden dizayn edilerek gerçekliğe dönüşebileceği görüldü. Öte yandan zamanda yolculuk halen büyük bir soru işareti, özellikle de geçmişe gitmek.

Einstein’ın B. Podolsky ve N. Rosen ile Yazdığı Makale (EPR) ve Schrödinger’in Kedisi
Albert Einstein’ın iki öğrencisiyle beraber 1935’te yayımlanan “Fiziksel Gerçekliğin Kuantum-Mekaniksel Betimlemesi Tamamlanmış Olarak Kabul Edilebilir mi?” başlıklı makalesi, zaman yolculuğu konusunda devrim yaratan, yaklaşık 90 yıldır da sürekli başvurulan temel yayınlardan biri. Sinema tarihinde ne zaman bu makale veya Einstein-Rosen Köprüsü kavramları ortaya atılsa ardından genelde bir zaman yolculuğu gerçekleşse de, aslında pek de iyimser bir makale değildir EPR. Makale, sonuç bölümüne yaklaşırken “tamamlanmış olarak kabul edilemez” argümanını savunur ve Einstein’ın kuantum mekaniğine olan inancının büyük ölçüde azaldığını haber verir.

Yine aynı şekilde Dark gibi zamanla sorunu olan dizilerde ve sinemada karşımıza çıkan Wigner’s Friend veya Schrödinger’s Cat paradoksları, zaman yolculuğuyla ilgili pozitif bir yargıda bulunmaktan oldukça uzaktadırlar. O kadar ki Erwin Schrödinger, “bir gözlemci deneyi gözlemleyene kadar her iki durum da gerçektir: Metal kutu içindeki kedi hem canlı hem de ölüdür” şeklinde özetleyebileceğimiz düşünce deneyini, kuantum fiziğinin tartışmalı yapısını örnekleyebilmek amacıyla ortaya atmıştır; sanıldığı gibi zamanda yolculuğun veya paralel dünyaların var olduğunu kanıtlamak için değil.

Tenet’de bahsi geçen “olan olmuştur” (If something happened, it happened) kuralı veya “büyükbaba paradoksu”, yine aynı şekilde zamanda yolculuk eğer mümkün olsaydı geçerli olması muhtemel kurallara gönderme yapar. Zaten bu tür paradoksların varlığı nedeniyle zamanda geriye gitmenin neredeyse imkânsız olduğu varsayımı ortada bulunmakta. Çünkü şu cümle ilk söylendiğinde saçma veya aşırı bariz gelse de, “insan zaten sürekli olarak geleceğe doğru ilerlemektedir”. Zamanda yolculuk, bu ilerleyişi çok daha hızlı kılmaktan başka bir amaç gütmemeli, zamanda geriye gidiş ise gerçekten de şimdilik bir ütopya.

TENET: Eklektik bir Nolan Filmi
Eklektik derken elbette yönetmenin bir araya getirdiği parçaların hepsini kendi filmlerinden aldığını kast ediyoruz. Ve bu asla kötü bir şey değil, Nolan’ın filmografisine baktığımızda belli bir konu hakkında film çekme isteğinin, tek filmden daha uzun sürdüğünü kolayca görüyoruz. 28 yaşında çektiği ilk uzun metrajı The Following (1998) takip etmek, takip edilen / takip eden olmak kavramları üzerinden ilerlerken hemen ardından çektiği Memento’da yine aynı kavramlar üzerinden, bu sefer bir montaj harikası ortaya çıkartmıştı. Hatta 2002’deki Insomnia bile hala aynı temalar üzerinden ilerliyordu. Yine 2006 tarihli Prestige’de amaçları “mutlak illüzyonu yaratmak” olan iki sihirbazı konu edinmişken, Batman üçlemesinin ikinci ayağından sonra çektiği film olan Inception da (2010) yine illüzyon, rüyalar ve gerçeklik kırılması üzerine değil miydi? Son olarak 2013’te Zack Snyder’ın Man of Steel’inin hikayesini yazdığı sırada Interstellar’ın (2014) çekimlerine başladığını da hatırlatalım.

The Following’de başkahramanın evinin kapısının üzerinde Batman logosu çıkartması olması bambaşka bir boyut ancak yine Following’de “herkesin kendisine özel bir kutusu vardır” önermesinin Inception’da çok güzel bir şekilde kullanılması gibi birçok “metinlerarası” göndermeye Tenet’de de rastlamak mümkün. İlk seyirde gözümüze çarpanları kısaca not edelim.

Zaman Kıskacı Şeklinde Kurgu
Christopher Nolan’ın paradoksları sevdiği, ayrıca çekim tekniği olarak da çizgisel olmayan, zamansal ve mekânsal atlamalar içeren bir kurgudan yana olduğu bilinen gerçekler. Ancak Tenet’de yönetmen, filmle ilgili bir röportajında da söylediği üzere gerçekten de kendisini aşmayı hedeflediğini gösteriyor. Memento’da müthiş bir montaj gerçekleştiren ve herkesin aklını başından alan Nolan, Inception’da “rüya içinde rüya” motifiyle yine sınırları zorlamıştı, Tenet’de ise daha önce hiç yapılmayan bir şey yaparak tıpkı filmin sonunda Protagonist’in (John David Washington) tüm operasyonu kendisinin yönettiğini ve bir zaman kıskacının söz konusu olduğunu anlaması gibi, filmin büyük bölümünün kurgusunu bu şekilde ayarlamış.

En basitinden sette atılan / karşılanan yumrukların bile evirtilmiş olarak atılması gerektiğini, en azından o havayı vermesinin amaçlandığını düşünürsek tüm bu “kendi üzerine doğru çöken” kurgusal yapının görsel olarak ifade edilmesinin, özellikle “montaj masasında” ne denli zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır. Nolan’ın filmin üç noktasında çok açık bir şekilde bu kıskacı kapattığını göstermesi de dikkatli seyircilere verilebilecek en iyi hediyelerdendi. Bunları hızlıca hatırlayalım:
- Protagonist’in kendi evirtilmiş versiyonuyla dövüştüğünün açık edilmesi.
- Kat’in (Elizabeth Debicki) normal çizgide ilerleyen kendisi ile karşılaşmadan tekneden atlaması (filmin başlarında “tekneden bir kadının atladığını gördüm” demişti).
- Neil’ın dokuz elementin Andrei Sator’un (Kenneth Branagh) eline geçmesini daha da zorlaştırmak için aynı an’ın içinde dönüp durması (kırmızı iplik ve çanta).

Sonuç olarak evirtilmiş nesneler ve insanlar, yine nesnelerin entropilerinin yönünü değiştirme teknolojisi, insanın evirtilmiş versiyonunu takip edebileceği yansıtma duvarı gibi kavramlarla, temel olarak Nolan’ın da bir röportajda “çok sinematografik” olarak tanımladığı bu entropi fikri üzerinden, seyircilere yepyeni bir dünya sunuyor yönetmen. Bu açıdan tam anlamıyla yeni ve etkileyici bir sinema evreni yaratabileceğini bir kez daha kanıtlayan Nolan, sinema sevgisini de Tenet’in her karesine yedirmeyi başarmış.

Filmin sonuna efsanevi Casablanca’nın (1942) bitiş repliği olan “This is the beginning of a beautiful friendship” (Bu çok güzel bir arkadaşlığın başlangıcı) cümlesini yerleştirmesi de yine bu sevginin birçok göstergesinden biri. Dolayısıyla yazımızın Schopenhauer’den ödünç aldığımız başlığı, Protagonist’in “bu benim operasyonum ve ben de bu operasyonun başındayım” demesinden de öte, Christopher Nolan’ın dehasına ve çalışma yöntemine de uyarlanabilir.
