Bilinmezliğe Doğru Bir Tekne Yolculuğu: CÉLINE ET JULIE VONT EN BATEAU

Jacques Rivette’in beşinci uzun metraj filmi olan Céline et Julie vont en bateau (“Céline ile Julie Tekne Gezisinde” – 1974), Amerikalı yazar Henry James’in 1896 yılında yayımlanan The Other House adlı romanından ilham alınarak yapılmıştır. Film aynı zamanda Lewis Carroll’ın Alice in Wonderland anlatısına da çeşitli göndermeler yapar.

Filmin senaryosu ve kurgusu alışık olduğumuz gibi önceden tasarlanmamış olup filmin başrol oyuncuları Juliet Berto (Celine) ile Dominique Labourier’nin (Julie) her akşam, günü gününe yazdıkları senaryo ve kurgularından oluşur. Bu durum, filmi izlerken aktarılan hikâyenin izleyiciyi adeta sarhoş etmesine veya bir rüyanın etkisi altında kalıyormuş gibi hissetmesine yol açar. Bu bağlamda Céline et Julie vont en bateau’nun, türlerin iç içe geçtiği, üç saati aşkın bir zaman diliminde birbirinden çok da kopuk olmayan konuların aktarıldığı bir film olduğunu söyleyebiliriz.

Fransız Yeni Dalgası’ndaki çoğu filmin yapımcılığını üstlenerek adını Fransız Sinema Tarihi’nde önemli bir yere yazdıran Barbet Schroeder’in bu filmde de yapımcı olarak yer alması önemli, kendisi Céline et Julie vont en bateau’nun belirlenen zaman dilimi hayli aşılmış olsa da, Jacques Rivette’den filmle ilgili herhangi bir kesinti yapmasını asla istememiştir. Ayrıca filmde bizzat Olivier karakterini canlandırarak oyunculuğuyla da esere imza atmıştır. Rivette’in L’amour fou (1969), Out 1: Noli me tangere (1971) ve Out 1: Spectre (1972) filmlerinin sürelerini hesaba katınca Céline et Julie vont en bateau’nun süresinin ne kadar kısa kaldığını görebiliriz.

Gerçeklik kavramının kıvrımlarıyla her anlamıyla oynayan Rivette, fantastik ve irrasyonel unsurların zihinsel temsilini filmde Céline ve Julie karakterlerinin kullandığı nesneler aracılığıyla belli bir kalıba sokar. Böylece her ne kadar filmdeki hikâye akışı, en azından ikinci yarıdan sonra kendini kafa karışıklığı, hikâyede kaybolma ve gerçekliğin tamamen dışında kalma biçimlerinde ortaya koyuyor gibi görünse de olayların bağlı olduğu nesne temelli göndermeler filme anlamsal olarak bir derinlik katıyor.

Yeşil Şeker ve Lethe’den Kurtuluş

Yunan mitolojisinde yeraltı nehirlerinden biri olan Lethe, tüm hatırlananların geride bırakıldığı nehir olarak geçer. Rivette, unutuşu sembolik bir yeşil şeker ile tamamen yıkar. Bu da filmdeki anlatı düzleminde çok önemli bir kırılma noktasıdır çünkü filmi uzun bir süre anlamaya ve anlamlandırmaya çalışırken bir anda ve uzun bir süre sonra karşımıza çıkan bu nesne ile daha önce filmde aynı karakterler aracılığıyla tanık olduğumuz olayları birbirine bağlayabilme gücünü kendimizde bulabiliriz.

Jacques Rivette diğer filmlerinde olduğu gibi Céline et Julie vont en bateau’da da sinema tarihinin önemli isimlerini referans olarak vermeden geçmez. Bu referanslar arasında filmde kuşkusuz en çok göze çarpanlar Marlene Dietrich, Josef von Sternberg, Louis Feuillade olarak sıralanabilir ancak çok daha fazla gönderme bulmak mümkündür.

Filmin çekildiği mekanlar daha çok Paris’in Montmartre sokaklarıdır. Adeta bir el kamerası ile çekilmiş gibi duran bazı sahneler direkt olarak Lewis Carroll’ın hikayesini aklımıza getirmek için yeterlidir. Uzun ve sabit sekans çekimleri ise filmde bizi izleyici olarak Céline ve Julie haricinde adeta olaylara dair üçüncü bir göz olarak içine çeker. Buna ek olarak anlatı, ilk 20 dakikasında her ne kadar karmaşık gibi gözükse de film boyunca yapılan montajların analitiği geçiş sahnelerine çok iyi bir şekilde yedirildiği için karmaşıklık hissiyatı hiçbir zaman sonsuza kadar izleyicide bir yük olarak kalmıyor.

Burlesk Dışavurumlar

Mizahi bir tiyatro türü olan Burlesk (burlesque), Céline et Julie vont en bateau’da Céline ve Julie’nin film boyunca yaptıkları absürt davranışlara bir örnek oluşturur. Filmin yarı teatral, yarı sinemasal öğelerden beslenildiği düşünülünce Rivette’in, tiyatronun önemli türlerinden biri olan Burlesk’i bu filmin içine yedirmiş olmasına şaşırmamalı. Öte yandan yönetmenin diğer filmlerinde de teatral öğe yerleşimlerini sık sık görmeniz muhtemeldir.

Juliet Berto ve Dominique Labourier’in her sabah çekimden önce birbirlerine akşam yazdıkları senaryoyu ve filmin hikaye akış notlarını karşılaştırıp okumaları ve hemen ardından filmin çekimlerine devam etmeleri sinema tarihinde çekilen birçok filme farklı bir bakış açısı getiriyor. Bunun yanı sıra Berto ve Labourier, filmin dekor ve kostümleriyle de bizzat kendileri ilgilenmiştir.

Her iki karakterin de film boyunca birbirlerine olan mekansal yakınlıklarının yanı sıra zihinsel olarak uzaklıklarını da tüm çıplaklığıyla görmek mümkün. Bunun en büyük nedeni Berto’nun kendi sahneleri için yazdığı kısımları daha çok sokak dilinde ama bir o kadar da ciddi bir şekilde yazması olmuş. Bu kuşkusuz, Berto’nun profesyonel hayatında oyuncu sendikaları için aktif bir rol oynamasındandır. Labourier’nin kariyeriyse daha çok deneysel tiyatroya dayanır. Film boyunca teatral dışavurumları daha çok Labourier sayesinde görürüz. Bu bağlamda Jacques Rivette’in oyunculara vermiş olduğu bu serbest alan filmin hikayesinin esnekliğine de iyi gelmiş olacak ki anlatıda hiçbir kayma ya da birbiriyle bağlantısızlık görünmez. Ancak film boyunca böyle bir hissiyatın kölesi olmak mümkün.

Sen de Tekneye Binmek İstemez misin?

Céline et Julie vont en bateau, aslında tam anlamıyla bizi de kendi teknesine davet eder ya da en azından o tekneye binme arzumuzu uyandırır. Filmin anlatısı sinematografik bir bulmaca özelliğiyle hikâyenin içinde kolayca başka hikâyeler yaratabiliyor. Film herkes tarafından aynı şekilde anlaşılmayı beklemeyen bir film; daha çok her seyirci tarafından bireysel olarak herkesin kendi rüyasını oluşturduğu bir film olarak anlaşılmak istiyor.

Céline et Julie vont en bateau’nun iki tip izleyici kitlesi var; ilki filmdeki yaratım unsurlarına tamamen bağlı kalarak izleyen, ikincisi ise feminist bir bakış açısı ile tüm hikâyeyi anlayan ve zihninde kurgulayandır. Bu anlamda Rivette’in filmi tam anlamıyla, kadın karakterlerle feminist bir avatar yaratmış olmasını kendi çerçevemden yorumlamak güç çünkü filmde bundan daha fazlasının görülebilmesi için izleyiciye birçok unsur sunuluyor. Sonuç olarak Céline et Julie vont en bateau’nun, sinefiller tarafından açık okuma yapmaya çok uygun bir alt yapı bulundurduğunu söylemek gerekir.

Burcu Meltem Tohum

Bir Cevap Yazın