Some Like It Hot (1959) ve Sunset Boulevard (1950) gibi filmlerden bildiğimiz Avusturya doğumlu yönetmen Billy Wilder’ın yönetmenliğini yaptığı 1944 yapımı noir filmi Double Indemnity (Çifte Tazminat), noir film türü için oldukça büyük öneme sahip. Senaryosunu yine Wilder’ın yazmış olduğu – dönemin önemli senaristlerinden Raymond Chandler ile beraber – Double Indemnity içinde bulunduğu “genre”nın [1] klasiklerinden olarak adlandırılıyor. Noir türü ve genel olarak noir filmlerinin içerdiklerine bakılacak olursa, Double Indemnity en “kara” noir filmlerden biridir diyebiliriz rahatlıkla.

Barbara Stanwyck (Phyllis Dietrichson), Fred MacMurray (Walter Neff) ve Edward G. Robinson’ın (Barton Keyes) başrolünde yer aldığı Double Indemnity sigorta şirketinde pazarlamacı olarak çalışan Walter Neff’in bir ev kadını (Phyllis Dietrichson) tarafından baştan çıkarılmasını ve cinayete sürüklenmesini konu ediniyor. Bu filmde bir noir filmden bekleyebileceğiniz her şey mevcut: Sarışın bir femme fatale, cinayet, suç, silahlar, yalan, para, üzerlerine gölge düşen karakterler, -hem gerçek hem de mecazi anlamıyla- tutku ve tabii ki aşk…

Noir: Gölgeli Karakterlerin Dünyasına Giriş
Filmin en önemli özelliklerinden bir tanesi, hikâye anlatımına olayların bittiği yerden başlaması. Oldukça çarpıcı bir biçimde gördüğümüz koltuk değnekli adam imgesi gizem yaratıyor ve bize kimin ne olduğu konusunda hiçbir şekilde bilgi vermiyor. Akabinde bir binadan içeri giren bir adam görüyoruz. Belli ki yaralı; omzundan vurulmuş. Yine noir filmlerinden alışkın olduğumuz üzere -ses kaydı, telefon vb. gibi araçlar oldukça sık görülmektedir- karakter eline ses kayıt cihazını alır ve hikâyesini anlatmaya başlar. İzleyici olarak biz, hiç tanımadığımız bu adamın hikâyesine ortak olur, yaşadıklarını paylaşırız. Kendisini ve duygularını, hatta en derin sırlarını birinci elden dinleyen biz olduğumuz için kendisine sempati -hatta empati- duymak kaçınılmaz olur.

Her şey Walter Neff’in yeni araba kaskosu satmak üzere Dietrichson’ların evine gitmesiyle başlar. Ortaya oldukça erotik bir şekilde çıkan Phyllis -kapı çaldığı esnada güneş banyosu yapmaktadır- kendini anında bir fetiş objesi hâline getirir, kamera da tabii ki yaptığı close-up’larla bunu destekler. Merdivenlerden aheste aheste inmekte olan Phyllis’in ayağına ve de halhalına yapılan bu yakın çekim Neff’in duygularıyla bizim duygularımızı adeta eşitler. İkilinin konuşması oldukça flörtöz bir biçimde devam ederken, Phyllis eşiyle alakalı gizli planlarını zeki ve tecrübeli bir adam olan Neff’e karşı yanlışlıkla -belki de bilerek- görünür kılar. Phyllis’in asıl amacı, araba kaskosuyla beraber eşine belli etmeden bir de hayat sigortası yaptırmak ve o ölünce bundan para kazanmaktır.

Hollywood, Noir ve Cinsiyet Rollerinin Altyapısı Üzerine
Bu oyunu anlayan Neff öfkeli bir biçimde evden çıksa da, Phyllis kendisini evinde ziyaret ettiğinde onun planına boyun eğer, hatta bu sefer daha tutkulu bir biçimde her şeyi planlayıp cinayet işlemeyi kafasına koyan kişi kendisi olur. Filmin tam da bu yerinde Keyes ile Neff’in arasındaki ilişkiden söz etmek gerekir. Keyes, Neff’in çalıştığı şirkette “Claims Manager” yani sigorta şirketinden para talep eden kişilerin bu taleplerini inceleyen, onaylayan veya reddeden yönetici konumunda çalışmaktadır. Aralarında oldukça yakın bir dostluk bulunan Neff ile Keyes’in bir arkadaştan “fazlası” gibi göründüğünü söylemek mümkün. Yine noir filmlerinde sık rastlandığı üzere, ikilinin arasında arkadaşlıktan da öte, hatta homoerotik diyebileceğimiz bir ilişki bulunmaktadır.


Neff daha dominant biri gibi görünür, örneğin sürekli Keyes’in sigarasını yakmaktadır ve sigara yakmak konusu hepimizin de bileceği üzere oldukça “eril” olarak nitelendirilen bir eylemdir; dolayısıyla sigarası yakılan Keyes, dişil ve edilgen bir konuma düşer. Bu genellemelerin günümüz dünyasında ne kadar geçerli ve de doğru olduğu elbette meçhul. Ancak bu konunun filmdeki anlamı bariz olduğundan bize de bu şekilde bahsetmek düşüyor. Ancak tabii ki bu tarz cinsiyetçi / seksist yaklaşımları kabullenmemeli, desteklememeliyiz. Zaten noir türü bütünüyle seksist bir türdür. Bunu da maalesef bu şekilde yorumlamak gerekmekte. Noir ve cinsiyetçi yapısına biraz sonra değineceğiz- Keyes zeki, altıncı hissi çok kuvvetli -yine dişil bir özellik- birisi olarak kayıtlara geçer. Özet olarak şunu söyleyebiliriz ki Keyes ile Neff arasındaki ilişki derin ve ihaneti kabul edemeyecek tarzda, çok yakın bir ilişkidir.


Noir ve cinsiyetçi yapısı konusuna tekrar dönersek, noir türünün patlama yaptığı zamanlara dönmemiz gerekir. Noir neden ve nasıl ortaya çıkmıştır? Bu sorunun cevabı İkinci Dünya Savaşı’nda ve de Hitler Almanyası’nda yatar. Nazi Almanyası’ndan kaçan Alman, Macar ve de Avusturyalı yönetmenler Amerika’ya daha doğrusu bir anlamda Hollywood stüdyolarına göç ederler. Burada üretime başlayan yabancı yönetmenler, ünlü Alman Ekspresyonizmi’ni Hollywood’a getirmişlerdir. Noir filmlerindeki suç, ihanet, karanlık hava, asla mutlu sonla bitmeyen senaryolar ve ışık / gölge kullanımı hem ekspresyonizmden hem de 2. Dünya Savaşı depresyonundaki Amerika’nın ruhundan gelir.


Filmlerde mutlu son yoktur çünkü halk mutsuzdur. Buna ek olarak erilliğini ve gücünü kaybeden, bir kadının ihanetine uğrayan erkek temasını çok sık görürüz. Bunun sebebi savaşmaya giden erkeklerin yokluğunda kadınların mecburen çalışmaya başlaması ve kendi gücünü eline almasıdır. Savaştan dönmekte olan askerler kendi mesleklerinde ve yerlerinde artık kadınların çalıştığını, pekâlâ erkeksiz de yapabildiklerini görürler. Savaşın getirdiği depresyon ile bu durum (parasızlık, gücünü kadına kaybetme vb.) birleşince ortaya noir filmlerindeki korkunç, güçlü ancak zehirli, cinsiyetini kötüye kullanan kadın profili çıkar.

Bir “Kara” Film Klasiği Olarak İhanet Kavramı
Tekrar olay örgüsüne dönecek olursak, Neff kaç senedir iç sesinde hiç yanılmamış Keyes’i alt edebileceğini kendine ispat etmek için güzel hatta mükemmel bir fırsat yakalamıştır: Phyllis, erotizmi ile Neff’i kendisine çekmiştir. Görünürde para veya kadın önemli gibi görünüyor olsa da Neff için asıl önemli olan şey kendisine senelerdir sorduğu soruyu -Keyes alt edilebilir mi sorusu- cevaplayabilmektir. Bunun üzerine Neff ile Phyllis -neredeyse- mükemmel bir plan hazırlarlar. Plana göre Phyllis’in eşi Bay Dietrichson’a (Tom Powers) bir tren kazasında öldü süsü verilecektir.

Böylelikle Phyllis ve dolayısıyla Neff, çifte tazminat alabileceklerdir (sigorta poliçesinde tren kazaları sonucu ölüm çifte tazminat getirmektedir). Bay Dietrichson’ı önceden öldürüp trenden düşerek ölmüş süsü verecekler, trendeki Bay Dietrichson rolünü de Neff oynayacaktır. Her şey oldukça iyi gidiyor olsa da Neff’in sigara içme bölümünde Oregon’lu bir adamla karşılaşması bütün işi bozar.

Artık Neff’in gerçek Bay Dietrichson olmadığını onaylayabilecek bir görgü tanığı bulunmaktadır. Burada hikâye anlatımıyla ilgili önemli bir noktaya değinmek istiyoruz: Daha önce de söylemiş olduğumuz gibi, hikâye her şeyin bittiği yerden başlıyor. Dolayısıyla olacakların sonucunu zaten bilerek başlıyoruz her şeye. Yine de bu, bazen bizi hikâyeye daha çok dikiyormuş gibi bir his veriyor. Adeta bir bar masasında karşımızdaki bitik ve kan kaybına uğramış Neff’in anılarını, bu hâle gelmesine neyin sebep olduğunu dinliyoruz. Normal şartlarda o dönemlerde sinemada flashback aşırı yaygın kullanılan bir teknik değil, kullanılıyorsa bile seyirciyi şaşırtmamak ve filmi anlamasını sağlamak adına çok dikkatli yapılmak zorunda (1940’lardaki seyircilerin günümüz seyircisinden çok farklı olduğunu ve sinemalarda filmleri anlatıp açıklamak için hazır bulunan bir görevlinin olduğunu unutmayalım).

Zehirli Kadınların Dünyası: Femme Fatale Tiplemeleri
Bay Dietrichson’ın kaza süsü verilen ölümü sebebiyle yüklü miktardaki parayı ödemek istemeyen sigorta şirketi olayın önce intihar olduğunu düşünür, akabinde Keyes’in araştırmacılığı ve de zekâsı yardımıyla bunun bir cinayet, hatta aşk ve para cinayeti olduğunu anlar. İşin içinde bir yandan üvey annesinin aslında nasıl birisi olduğunu bilen Lola Dietrichson (Jean Heather) da vardır. Neff bu genç kıza karşı içinde bulunan suçluluk duygusunun da desteğiyle babacan bir hissiyat geliştirmiş, babasının ölümünden sonra kendisiyle sık sık vakit geçirmeye başlamıştır. Bunun üzerine Neff, Phyllis’in aslında Lola’nın gerçek annesini de öldürdüğünü, böylelikle Bayan Dietrichson olmaya “hak” kazandığını öğrenir. Phyllis kendi kocasının cinayetindeyse tek bir hata yapmıştır: Kocası ölmeden günler önce yas giysilerini üzerinde denemiş, aynada nasıl göründüğünü uzunca bir süre izlemiştir. Buna da Lola tanık olmuş ve kafasında tüm parçaları birleştirmiştir.

Bunları öğrenen Neff bir yandan Phyllis’in evine sürekli Lola’nın erkek arkadaşı olan Nino’yu (Byron Barr) aldığını -aslen Phyllis bu agresif genci Lola’ya karşı doldurup onu ortadan kaldırmayı istemektedir- ve görüştüğünü öğrenir. Zaten herkes bu yüzden Phyllis’in suç ortağını Nino zannetmektedir. Neff yine de her şey bitmeden önce Phyllis’i görmek ister. Bilmediğiyse Phyllis’in bir silahının olduğudur. Phyllis ilk atışını soğukkanlı bir biçimde yapıp Neff’i hemen iyileştirilse ölümcül olmayacak bir yerinden vursa da, ikinci atışını yapamaz. Ancak Neff için aynı şey geçerli değildir, silahı alır ve Phyllis’i iki kez vurur. Bunun üzerine film başladığımız yere geri döner. Neff sigorta binasına gider ve Keyes’e her şeyi itiraf ettiği bu ses kaydını hazırlamaya başlar. Arkasında Keyes’i fark eden Neff ses kaydını durdurur ve kaçmaya çalışır. Ancak binanın kapısından öteye gidemez. En sonunda Neff’in kan bulaşmış sigarasını yakan kişiyse Keyes olacaktır.

İncinebilir Maskülenite ve Dominantlık Olgusu
Bu kısımda iki noktaya değinmek gerek: filmin sonunda güç dengeleri bütünüyle değişmiş, artık gücü elinde bulunduran kişi Keyes olmuştur. Neff ise tüm eril gücünü kaybetmiş, Phyllis ve yaptıkları sebebiyle adeta iğdiş edilmiştir. Phyllis’e dönecek olursak eğer, kendisi tam bir femme fatale olarak cezalandırılmaya mahkûmdur ve cezalandırılmıştır da. Noir filmlerinde kadın karakterler genelde ikiye ayrılır: ilki az önce bahsettiğimiz gibi bir femme fatale tiplemesi, ikincisiyse masum, edilgen, boyun eğen ve erotik olmaktan uzak ev kadınıdır. Femme fatale kişisi istisnasız bir biçimde cezalandırılmak zorundadır. Bu cezalandırılma da ya ölüm ya hapis ya da evlilik -bu sonuncusu da kadınlar için başka türden bir “hapis”- şeklinde gerçekleşir.


Şahsi notumu düşecek olursam eğer, Double Indemnity benim defalarca izlediğim ve her seferinde ayrı keyif aldığım bir film. Noir açısından çok güzel bir örnek olması ve önem taşıması bir yana gerek senaryo gerekse oyunculuk açısından çok güzel bir işçiliğe sahip. Sinemayla profesyonel olarak ilgilenmiyorsanız bile bu kült film bizce kesinlikle repertuara eklenmeli. Buna ek olarak eğer sinemayla ilgileniyorsanız ve özellikle noir üzerine bilgi haznenizi genişletmek istiyorsanız Double Indemnity ilk bakmanız gereken filmlerden. Billy Wilder hem yazım hem de yönetim olarak müthiş bir iş çıkarmış. Ayrıca yazımızın ilk paragrafında adı geçen Sunset Boulevard filmini de şiddetle tavsiye ediyoruz. Filmde müthiş bir ayrıntı ve de kaderin cilvesi olarak -bir başka yazımda bu detayı aydınlatmak dileğiyle- Erich von Stroheim’ı görmeniz mümkün. Keyifli seyirler!
[1] Genre diyoruz ancak Film Noir’ın bir genre olarak kabul edilmediğini, esasen bir “sensibility” yani dönemsel bir duyarlılık, bir akım olduğunu da yanlış anlaşılmaları engellemek adına dile getirmek gerek. Film Noir, dönemin şartlarıyla pek çok unsurun bir araya gelmesi sonucu oluşan, yalnızca o döneme ait bir “tür”dür. Bu sebepten kendisinden bir “genre” olarak söz etmek pek de doğru olmaz.
