İstanbul Film Festivali Kasım seçkisinin ilk filmi olan The Whaler Boy (Kitoboy, 2020), Philipp Yuryev’in ilk uzun metraj filmi. Filmin hemen ilk sahnesinde bir ekranın içinden Rusya’nın doğu eteklerine doğru uzanıyoruz. Hiç güneş görmeyen bu mekânda film boyunca karşılaştığımız tek cinsin erkek olması dikkat çekici. “Kadın”a yönelik görebildiğimiz tek imge bu güneşsiz mekân ile bağlantı içinde olan bir televizyon ekranı ve köyün içinden olmayan “yabancı” bir kadın. İzleyiciyle aynı kadere sahip olan bu halkın da kadınlarla tek iletişimi bu ekran. Yuryev, bu anlamda panoptizmi, sadece erkekleri barındıran, içinden kaçmanın da, içinde kalmanın da zor olduğu bu hapishaneyi kendi çizdiği sınırlar etrafında tasarlamış.

Hepimiz Kendi Hayatlarımızın Avcılarıyız
Balina avlamaktan başka yapacak / sarılacak hiçbir şeyi olmayan insanlar bu mekânda kendi distopyalarını yaşıyormuş gibi bir ortam doğuyor Yuryev’in anlatımından. Ancak filmdeki bazı karakterler için bu mekânın ütopya olma ihtimali de hayli yüksek. The Whaler Boy, sahip olduğu tonlar nedeniyle hüzünlü ve karanlık bir hikâye algısını daha başlangıçta yaratmaya başlıyor. Filmin başroldeki anlatıcısı Leshka (Vladimir Onokhov), film boyunca kamerayı peşinde sürüklemesiyle görüntüyü ve anlatıyı belirli bir karaktere sahip olması için serbest bırakıyor. Bu sinematografik anlatım biçimi, yönetmenin bakışlarıyla aynı şey/leri temsil ettiğinden kronik bir anlatım doğuruyor.

Bununla birlikte filmde bakış – vücut – kamera üçlüsünün kompaktlığını / sözleşmesini görüyoruz. Bu da bizi mekân içinde daimi olarak hareketli ve büyüleyici bir dolaşımın içine sürüklüyor. Leshka’nın bir televizyon ekranı içindeki karakterle tek taraflı kendince kurduğu duygusal bağ-ifade, anlatıyı bir bakıma en soyut olana değil de bir kişinin bakışındaki öznelliğe doğru yöneltiyor. Bu şekilde kamera, kendi içinde sınırları olan küçük bir mekânda birçok noktaya dağılabiliyor. Yönetmen Philipp Yuryev, Leshka karakteri üzerinden bireysel anlamda sarsıcı ve otoriter panoptizm sorununu da ortaya çıkarıyor. Bilinçli olarak yapılmış olan bu hareket, insani bir deneyime olabildiğince yakın bir meseleye ışık tutuyor.

Endüstriyel Bir Ekmek Teknesi Olarak Balina Avcılığı
Destansı ve mitolojik bir boyutu olan hikayesine “balina avcılığı” göstergesiyle plastik bir zenginlik de kazandıran The Whaler Boy, “ekmek teknesi” uğruna zincirleme balina ölümlerinin gerçekleştiği bir mekânda balinaların içlerinin dışarıya boşaltıldığı hissini veren ancak bunu doğrudan izleyicinin gözüne sokmayan bir film. Bu açıdan da yönetmen Yuryev, endüstriyel bir kazanç sistemini kendi estetik anlayışıyla törpülemiş gözüküyor. Saf maddeselliğin kuru bir mekânda bu denli parladığı ender filmlerden olan The Whaler Boy, balinaların bedenlerinin üzerindeki pürüzlü yapının yansımasının, erkeklerin derilerinde de ortaya konduğu görsel bir tabloya yönelme eğilimindedir. Bu bakımdan filmin tonlarındaki gizemli opaklık, temsilinin üzerinde kullanılan geçişlerin vesilesidir. Leshka’nın yolculuğunun ise başlangıçtan sona değin en az bir balinanınki kadar mitolojik bir yapıya sahip olduğunu da söylememiz gerekir.

Öz Olanın Figüratif Kullanımı
Mekân olarak bilindik bir yaşamsal alan hazırlayan Philipp Yuryev, bir nevi kusurlu ruhları içine vakum gibi çeken Cehennem’in koca ağzını tasvir etmiş. Ancak bir bakıma özün figüratif yansıması olan Leshka, çok geçmeden bu Cehennem’in sivri dişlerini görmüş olsa da onun bu sembolik ve dağınık mevcudiyetinden kurtulmayı başarıyor. Filmdeki mekânın bu tip unsurları çağrıştırması The Whaler Boy özelinde izleyiciyi ilkel bir mevcudiyete de sürükleyebilir. Balina etinin halk tarafından tutulması gibi Leshka da kendi kendinin avcısı olup çıkıyor. Anlatıdaki ana karakterin öz olarak bu biçimde figüratif şeklinde kullanılması, en evrensel arayış olan “insanın dünyadaki kendi yerini bulma ihtiyacı”na da bir gönderme yapar nitelikte. Filmde Leshka’nın kendini bulma yolunda Monday (Pazartesi) Dağı’na ulaştığı zaman ona gösterilen ve Tuesday (Salı) olarak adlandırılan dağın karşı tarafı Amerika olarak temsil ediliyor. Amerika, kavramsal olarak Leshka’da geleceği temsil ettiği için aynı karakterin geçmiş ile gelecek arasına sıkışmışlığına da tanıklık ediyor, kapanış jeneriği akarken kendi evrenimizdeki öznel arayışımızda kayboluyoruz.
