Melodram Klasikleri Serisi 3: GASLIGHT

Esasen 1938 yılına dayanan bir tiyatro oyunundan esinlenilmiş olan MGM yapımı Gaslight (Işıklar Sönerken), 1944 tarihli bir psikolojik gerilim filmi. Aslında 1940 yılına ait Gaslight adında bir başka film daha mevcut ve kaynak metnin 1944 versiyonuna nazaran tiyatro oyununa (Gas Light) daha sadık olduğu söyleniyor. Bizim bugünkü konumuz Charles Boyer, Ingrid Bergman ve de Joseph Cotten gibi oyunculara ev sahipliği yapan, Alfred Hitchcock filmlerini aratmayan tarzıyla, George Cukor’un yönetmenliğini yaptığı 1944 versiyonu. Cukor’un bu versiyonu daha büyük bir bütçeyle çekilmiş, hâliyle de ilk versiyondan daha farklı bir havaya sahip olmuş.

“Gaslighting” terimini özellikle içinde bulunduğumuz çağda hepimiz duymuşuzdur. Bu terimin bu filmden mi geldiğini yoksa çok daha önceden de var olup bu filme ilham mı verdiğini araştırırken, ilk düşüncemin doğru olduğunu onaylamış oldum. Terim gerçekten de bu filmden, daha doğrusu tiyatro oyunundan gelmekte, anlamını da filmdeki olaylardan almakta. Film aday olduğu ve kazandığı ödüllerin dışında, böyle de ilginç bir öneme sahip. Filmde ayrıca Film Noir kültüründen esintiler de mevcut. Filmdeki paranoya unsuru ve gölgelerin kullanımı, yaratılan görsel dil bunu destekler nitelikte.

Geçmişten Günümüze Kadar Gelen Bir Psikolojik Şiddet Hikâyesi

Plota geçecek olursak, film teyzesi o küçükken öldürülmüş genç bir kadın olan Paula’dan (Ingrid Bergman) söz ederek açılıyor. Bir opera sanatçısı olan Alice Alquist bir gece kendi evinde öldürülmüştür ve birlikte kaldığı yeğeni henüz bir çocuk olduğu için oradan uzaklaştırılmıştır. Paula İtalya’da teyzesi gibi ses eğitimi alır ve henüz iki haftadır tanıştığı Gregory Anton’a (Charles Boyer) âşık olur. Bu adam uğruna eğitimini bırakır, zaten asla teyzesi gibi başarılı olamayacaktır. Küçüklüğünde tanık olduğu bu korkunç olayın izini hep taşırken, mutluluğu aşkı Gregory’de bulur. Lakin Gregory’nin bütünüyle iyi niyetli olmadığını çok geçmeden anlarız zira ortada teyze Alice’in öldürülmesinden 2 gün önce yazılmış bir mektup bulunmakta, Gregory de bu mektuba karşı çok sahiplenici davranmaktadır. Bu şekilde filmin daha en başından bu adamın tekinsiz olduğunu anlarız lakin bu durum gizemi pek de ortadan kaldırmaz, aksine gerilimi tırmandırır.

Balayından sonra çift, Gregory’nin manipülasyonlarıyla Alice’in öldürülmüş olduğu İngiltere’deki eve taşınır ve böylelikle her şey Paula için yalnızca daha kötüye gider. Başta çok sevgi dolu olan Gregory, gittikçe eve gelmemeye ve eşiyle ilgilenmemeye başlar. Zamanla psikolojik şiddet de kendisini daha somut bir biçimde göstermeye başlar. Evin hizmetçileri Gregory tarafından “özenle” seçilmiştir. Gregory eşinin önünde hizmetçiyle flörtleşmekte, eşini küçük düşürerek onun savunmasını kırmaktadır. Paula’nın evden çıkmasına ve birileriyle görüşmesine izin verilmez. Böylelikle onun psikolojisinin bozulması, kendine güveninin kaybolması ve başkalarının yardımıyla oluşturabileceği destek ünitesinin yaratımının imkansızlaştırılması amaçlanmaktadır.

 “Yıldırım” Aşkları, Ani Kararlar ve Sefalete Giden Yollar Üzerine

Paula gün be gün deli olduğuna inandırılır. Bir şeyleri kaybettiği ileri sürülür. Kendi akıl sağlığından git gide şüphe eden Paula evdeki hizmetçilerin de “desteğiyle” gittikçe kötüleşir. Gregory yalnızca bu şiddetle de kalmaz, bir de evin kapalı duran üst katına dışarıdan girmenin yolunu bulmuştur. Evden dışarıdaki stüdyosuna gider gibi çıkmakta, gizlice evin üst katına geçmekte, lambaları açıp kapamakta ve fazlasıyla ses çıkarmaktadır. Amaç Paula’yı gaipten sesler duyduğuna inandırmaktır. Zamanla Gregory başarılı da olur. Yapılan psikolojik suistimal sonucu Paula sonunda deli olduğuna inanır. Bunlar da yetmez, Gregory Paula’yı fazlasıyla iyi biçimde işlemeye devam eder ve bu akıl hastalığının ailesinden geldiğine Paula’yı inandırır.

Buradan “gaslighting” terimine dönecek olursak, hem terimin hem de filmdeki karşılığının oldukça açık olduğunu düşünüyoruz. Karşıdaki kişiyi manipüle etmek ve kendinden şüphe eder duruma düşürmek bu terimin karşılığı olan tanım. Bu durum belki de sandığımızdan daha da fazla yaygın olup, maalesef sıklıkla karşılaştığımız bir terim haline gelmekte. İnternet çağı ve insanların sosyal medyada gittikçe daha rahat biçimde kendi hikayelerini paylaşır olması bizleri bu durumlara karşı daha bilinçli ve umarız ki daha dirençli hale getiriyor. Paula’nın saf ve çok dürüst olduğu bu ilişkide, görüyoruz ki Gregory için hiçbir şey ani gerçekleşmemiş, aksine bu aşk ilişkisi senelerdir planlanmakta olan bir örgünün parçası olup, bütünüyle Gregory’nin kötü amaçlarına hizmet etmekte. Buradan da anlıyoruz ki -Hollywood genellikle tersini gösteriyor olsa da- bir şey çok ani geliştiğinde bunun dürüst, içten ve doğal olma ihtimalinin düşük olmasıyla beraber, altında bir bit yeniğinin bulunması işten bile değil.

Sinemanın En Güçlü Dillerinden Biri: Noir Estetiği

Gregory’nin tüm bunları niye yaptığı esasen açıktır. Joseph Cotten tarafından canlandırılan Dedektif Cameron karakteri, Paula’yı ilk gördüğü anda Alice’e benzetmiş ve Gregory’de yanlış bir şeyler olduğunu sezinlemiştir. Bunun üzerine eski dosyaları açar ve izleyicilere resmen Alice cinayetindeki kayıp parçayı anlatır. İddialar Alice’in bir mücevher davası uğruna öldürüldüğü üzerinedir ve bu mücevherler bulunamamıştır. Film bu şekilde daha en başlardan bize Gregory’nin amaçlarını ve neyi niye yaptığını açıklar. Bu açıdan film gizem yaratmaktan fazlasıyla uzaklaşır diyebiliriz. Gregory’nin kötü birisi olduğunu anlamışızdır. Ortada kayıp mücevherler olduğunu ve Gregory’nin Alice’i tanıdığını da anlayınca, Gregory’nin katil olduğunu anlamak pek de çaba gerektirmez. Filmin açıklanmayan tek gizemi bu noktadan sonra “her şey acaba nasıl ilerleyecek?” veya “Paula Gregory’nin pençesinden nasıl kurtulacak?” tarzı sorularla desteklenebiliyor ancak.

Dedektifin bu meselelerle fazlasıyla ilgileniyor olmasından da Paula’nın kurtuluşunun bu adam sayesinde olacağını anlarız. Gerçekten de öyle olur, dedektif bir şekilde Gregory yokken eve girmeyi ve Paula’yı uyandırmayı, ona kocasının nasıl birisi olduğunu anlatmayı ve onu kurtarmayı başarır. Dedektif akabinde Gregory ile yüzleşir ve Gregory cezasını çeker. Filmin sonundan ve nasıl çözümlendiğinden ziyade, filmin ortaları ve gerilimin pik yaptığı anlar kesinlikle çok daha fazla ilgi çekici ve sürükleyici. Başarılı bir sinematografiyle, filmin siyah beyaz olmasının da verdiği güçle, ayrı bir görsel dil oluşturulmuş ve bu dil de anlatılanı destekliyor, gerilimin dozunu arttırıyor. Gölge kullanımını özellikle beğenmekle beraber, yüz ifadeleri konusunda hem Ingrid Bergman’ı hem de Charles Boyer’i kutlamak gerektiğine inanıyorum.

Sonuç olarak Gaslight hem emek hem de parasal anlamda ciddi bir sermaye harcandığı belli olan, uğraşılmış ve seyir keyfi had safhada olan bir film. Özellikle suç filmlerini seven izleyiciler için kesinlikle önerilenler listesinde. Ingrid Bergman’ın zamansız zarafeti ve pek çok filmden iyi bildiğimiz aktörlerin varlığıyla film tekrar tekrar izlenesi yapımlar arasında kolaylıkla yerini alıyor.  

Ece Mercan Yüksel

MELODRAM KLASİKLERİ SERİSİ – Tüm yazılar (yeni sekme)

Bir Cevap Yazın